4 Ekim 2008 Cumartesi

Gönülçelen filmler #9: Kind Hearts and Coronets (1949)

Sir Michael Balcon'ın, 1940'lı yılların sonunda kendi yapım şirketi tarafından Batı Londra'da çekilmeye başlanan ve ismine "Ealing Komedileri" denen İngiliz komedi filmlerinin ilklerinden biri olan "Yumuşak Kalpler", inanılmaz derecede zeki, incelikli ve başyapıt diyebileceğimiz bir seviyede de nitelikli bir yapım.

Annesi vakti zamanında ailenin görüşlerini hiçe sayıp "gönlünün sevdiği" bir züğürte kaçtığı ve bu yüzden aileden aforoz edildiği için yoksul bir şekilde doğan, dolayısıyla Düklük varisinden de mahrum kalan Louis Mazzini'nin hikâyesini anlatır film. Annesinin, kocası öldükten sonra ailesiyle yeniden irtibata geçmeye çalışması ama bunun karşılığında aşağılayıcı bir umursamazlıkla karşılaşması sonucu Louis, yıllar içinde tüm sülaleye karşı kin ve haset dolu duygular geliştirir. Anne öldükten sonra aile mezarlığına gömülme isteğinin yine reddedilmesi ise bardağı taşıran son damla olur. Bunun üzerine Louis, Düklük unvanıyla arasındaki tek engel olan züppe D'Ascoyne ailesinin tüm varislerini (ki topu topu 8 kişidir!) ortadan kaldıracak bir toplu katliama başlar.

Yönetmenlik kariyeri son derece kısa süren Robert Hamer'ın kuşkusuz ki en iyi filmi olan bu eşsiz kara komedi, başroldeki Dennis Price'ın ama daha çok D'Ascoyne ailesinin 8 varisini birden canlandıran efsanevî İngiliz aktör Sir Alec Guiness'in ışıltılı oyunculuklarıyla daha da değerlenir. Her biri insanın aklına kazınan nükteli, müstehcen, çoğu zaman etik dışı ama her daim hınzırca komik olan muhteşem diyalogları ile benzersiz bir İngiliz mizahı sunar. Ve ayrıca 40 yıl sonra Indiana Jones serisine de imza atacak olan görüntü yönetmeni Douglas Slocombe'un mükemmel siyah-beyaz görüntüleri ve hiciv dolu mizansenler ile başarısını taçlandırır. İnsana hissettirdikleri bakımından sinema tarihinde eşi benzeri olmayan bu film, çeşitli zamanlarda yapılmış "Tüm Zamanların En İyi Filmleri" seçkilerinde de kendisine her daim sağlam bir yer bulmaya devam etmektedir.

Hafta sonu futbol ekranı

CUMARTESİ
14.45...........Birmingham-QPR (Futbol Smart)
15.00...........D.Moskova-Saturn (Spormax)
15.00...........Orduspor-Altay (D Spor)
16.30...........Stuttgart-W. Bremen (24)
17.00...........Sunderland-Arsenal (Spormax)
17.00...........Celtic-Hamilton (Futbol Smart)
19.00...........Lazio-Lecce (Ntv Spor)
19.20...........Coventry-Suthampton (Futbol Smart)
19.30...........Blackburn-M. United (Spormax)
20.00...........Marsilya-Caen (Kanal A)
20.00...........Konyaspor-Trabzonspor (Lig Tv)
21.00...........Villarreal-R. Betis (Ntv Spor)
21.00...........PSV-De Graafschap (Futbol Smart)
21.45...........Naval-Belenenses (Spormax)
22.00...........Lille-Valenciennes (Kanal A)
23.00...........Barcelona-A.Madrid (Ntv Spor)
01.00...........Velez-San Lorenzo (Ntv Spor) Bant

PAZAR
15.30...........Feyenoord-NEC (Futbol Smart)
15.30...........Westham-Bolton (Spormax)
16.00...........Juventus-Palermo (Ntv Spor)
17.30...........Heerenveen-Ajax (Futbol Smart)
18.00...........Valladolid-Valencia (Ntv Spor)
18.00...........Everton-Newcastle (Spormax)
18.00...........Bursaspor-Galatasaray (Lig Tv)
18.00...........Rennes-Lyon (Kanal A)
18.00...........Schalke 04-Wolfsburg (24)
20.00...........Erciyes-Diyarbakırspor (D Spor)
21.00...........Fenerbahçe-Kayserispor (Lig Tv)
21.45...........Sporting Lizbon-Porto (Spormax)
22.00...........R. Madrid-Espanyol (Ntv Spor)
22.00...........PSG-Nancy (Kanal A)
23.55...........Chelsea-Aston Villa (Spormax) Bant
02.00...........S. Moskova-K. Sovietov (Spormax) Bant

3 Ekim 2008 Cuma

Kayseri'nin rüyası erken bitti

Kayserispor, eksiklerine rağmen kişilikli bir oyun sergilediği Paris deplasmanından golsüz beraberlikle dönerek Uefa'ya erken veda etti. Tolunay Kafkas'ın da maçtan sonra belirttiği gibi, ilk maçtaki mağlubiyetin ceremesini çektiler diyebiliriz. Aydın başta olmak üzere, önemli eksikleri bulunan Kayseri takımı için, sezon başından beri söylediğimiz bir şey var: Akıllıca transferlere rağmen Leo tipinde bir forvetin gönderilmesi ve yerine Purovic gibi çok tecrübesiz ve kiralık bir oyuncu alınması ciddi bir taktik hata bize göre. Aghahowa ve Olembe hamlelerinde gösterilen "vizyon" nerde, Purovic transferindeki vizyonsuzluk nerde. Gökhan Ünal ve Leo'yu gönderdikten sonra Topuz-Aghahowa forvetiyle oynayacaksan, onları niye gönderiyorsun kardeşim?

Ayrıca Purovic gibi oyuncuları, Sporting gibi takımlara gitmeden önce keşfedip "satın alması" ve sonra Sporting'lere satan takım olması gerekirken Kayseri'nin, arka bahçe vazifesi görüp de oyuncu pişirmek ne oluyor? Süleyman Hurma çok deneyimli ve iyi bir menajer ama sanki kafasına eseni yapan bir görüntüsü var. Bu sene kurulan takım da (daha önce de belirtmiştik) ligde ilk beşe giremeyecek bizce...

Paris Saint-Germain (4-4-2): Landreau - Ceara, Camara, Bourillon, Armand - Pancrate (Dk. 89 Sankhare), Mulumbu, Clement, Rothen - Sessegnon (Dk. 73 Chantome), Hoarau (Dk. 82 Luyindula)

Kayserispor (4-3-3): Souleymanou - Durmuş (Dk. 73 Cangele), Ali Turan, Eren Güngör, Toledo (Dk. 84 Bilal) - Saidou, Ragıp, Abdullah (Dk. 59 Umut) - Turgay, Aghahowa, Mehmet Eren

2 Ekim 2008 Perşembe

Şampiyonlar Ligi'nde 2. hafta #2

Cluj - Chelsea: 0-0
Cluj, Roma'yı deplasmanda tokatladıktan sonra Chelsea gibi bir rüya takımdan puan almayı başardı. Nereye kadar sürer bu Sindrella masalı bilemiyoruz ama Roma'nın, Romanya deplasmanını kara kara düşündüğüne eminiz. Chelsea ise her durumda bu gruptan çıkmayı becerir nasıl olsa.

Bordeaux - Roma: 1-3
Eğer rakip 10 kişi kalmasaydı Roma bu maçı çevirebilir miydi? Bizce 10 Baptista da girse oyuna kesinlikle hayır! Ama İtalyan balı işte, hem de ilk yarıda görülen bir kırmızı kart hem maçın, hem de muhtemelen grubun kaderiyle oynadı. Bordeaux, Cluj'un performansına bakılırsa grubu sonuncu bitirecek.

Anorthosis - PAO: 3-1
Cluj tamam da, şu Rumların yaptığına ne demeli? Bremen deplasmanından gol yemeden dönmek gibi, en büyük takımların bile kolay beceremeyeceği bir başarının ardından, bu ligin gediklisi PAO'yu üçlük yapıp gönderdiler. Hayran olmamak mümkün değil. PAO ise ne kadar utansa azdır bu netice karşısında.

Inter - Bremen: 1-1
Mourinho'nun Real'den bile daha korkak ve kişiliksiz oynayan takımı sonuçta kendi liginin de, Avrupa'nın da en büyük favorilerinden biri. Herhangi bir netice bunu değiştirmez. Ve fakat maçın başında bir gol atıp sonra Balotelli ve Adriano'nun bile köpek gibi defans yaptığı 10 kişilik Catenaccio futboluna dönmek nasıl bir arsızlıktır? Ama futbol, diyoruz ya, adaletli bir oyun ve bu maçta da bunu görmekten dolayı ne kadar sevinsek azdır.

Sporting - Basel: 2-0
Hiç kimsenin ilgilenmediği 2 takımın mücadelesinden beklenen sonuç çıktı ve şimdi, oynanacak iki maçta Shaktar ve Sporting arasında muhteşem mücadeleler seyredeceğiz. Basel ise sonuncu olup elenir bu gruptan.

Shaktar - Barcelona: 1-2
Messi yine yapacağını yaptı ve bizce Maradona ve Zidane'dan beri gelmiş bu en yetenekli futbolcunun son 5 dakikadaki iki golüyle Barca 3 puanı alıp döndü. Lucescu'nun takımı ise, eğer Sporting maçlarında işler istediği gibi gitmezse burada kaybedilen puan(lar)ı çok arayacak bizce...

Liverpool - PSV: 3-1
PSV'de artık bir devir kapandı, burası kesin. Şu anda Avrupa'nın son derece sıradan takımlarından biri hâline geldiler ve Farfan ile Kone gibi oyuncuları satıp yerlerini böyle dolduramayınca da bu kaçınılmaz zaten. Liverpool resmen ter idmanı yaptı bu maçta ama nasıl bir makine düzeninde olduklarını görüp yine heyecanlandık Kırmızılar'ın. Şu yıl Avrupa'yı falan bırakıp Premier League'i kazansalar ne güzel olurdu...

At. Madrid - Marseille: 2-1
Grubun ikincilik için kapışan iki ağır topundan Madrid ekibi istediğini alarak büyük bir avantaj temin etti. Fransa'da oynanacak son maçı da kaybetmeyeceklerini düşündüğümüz için gruptan onların çıkacağını sanıyoruz. Marseille ise PSV ile üçüncülük yarışına kanalize olsa iyi eder...

Şampiyonlar Ligi'nde 2. hafta #1

Aalborg - ManUtd: 0-3
Ferguson'un bu maçta adeta 5 forvetle oynaması gözlerden kaçmayacak bir ayrıntı. Real teknik direktörü olan korkak arkadaşın aksine, her ne kadar sevmesek de "büyük" kulüp olduğunun en azından farkında Ferguson. Helal olsun diyoruz. Sonuç ise en beklenen neticelerden biriydi bu hafta ama sanılandan da kolay oldu. United açısından tek can sıkıcı unsur, verilen 3 sakat.

Villareal - Celtic: 1-0
Villareal'in kaleye 27 girişimde bulunduğu bu maçın hakkı kesinlikle galibiyetti ama 3 puanı ön liberonun ayağından bulduğu sayıyla zar-zor kazanabildiler. Celtic ise ne idüğü belirsiz bir takım. Grupta şansları yok ama Aalborg'un varlığı onlar için piyango, UEFA adına...

Fiorentina - Steaua: 0-0
2000'li yılların başındaki o rüya sezonlarını arayan Rumen temsilcisi, İtalya deplasmanından çok kıymetli bir puanla dönüyor. Fiorentina'nın tipik İtalyan takımı gibi temkinli oynamaya alışmış olmaktan mütevellit bir şanssızlığı var, kazanmanın mutlak gerektiği ama rakibin de organize bir şekilde sağlam defans yaptığı bir ortamda kilitleniyorlar. Kaleyi bulan sadece 3 şut atmışlar bu maçta, son derece kısır bir rakam.

Bayern - Lyon: 1-1
Bremen'den 5 yiyip feleğini şaşıran züppe Bavyeralılar, o maçın şokunu hâlâ atamamış görünüyor. Domestik mecrada Hannover'e kaybedilen 3 puanın akabinde, rakip Lyon da olsa kazanılması gereken bir iç saha maçını berabere tamamlayarak bir şok daha yaşadılar. Lyon ise 2 maçta 2 puan ile, pek parlak olmasa da sanki "ne yaptığını bilir" bir havada yoluna devam ediyor.

Arsenal - Porto: 4-0
Kuralar çekildiğinde bu grup için ne demiştik: Şeker, bal, lokum... Şimdi Fenerbahçe'nin ne kadar büyük bir balık kaçırdığını, Kiev ve Porto'ya bakınca anlıyoruz. Her ikisi de gruptan çıkmayı asla hak etmeyecek çapsızlıkta takımlar ama Fener maalesef onların karşısında daha da seviyesiz bir konumda, başkanı sağolsun. Porto da Arsenal deplasmanında 4 yiyerek kanaatimizi pekiştirdi. Haa, bu Arsenal Fener'e kaç atar sorusu da, gündemimize girmiş oldu bu maç vesilesiyle.

Fenerbahçe - Dinamo Kiev: 0-0
Maç hakkında zaten yazacağımız yazdık. Neticede ilk 2 şansının çok zora girmesine neden olan bir sonuç bu. Kaldı ki, zaten Fener'in hâl-i pür melâline bakınca da, puan cetveli neyi gösterirse göstersin bu gruptan sonuncu olup elenmek en olası netice gibi görünüyor bizim için. Eğer bu cahil başkan futbol şubesinden elini-ayağını çekmezse, Fener'in bundan sonraki hiçbir sezonundan hayırlı bir görüntü beklemiyoruz. Yine de içimizin acımasına engel değil tabii ki bu durum.

Zenit - Real Madird: 1-2
Zenit, ikinci yarıyı resmen tek kale oynadı ama hem şanssızlık, hem de beceriksizlikten mağlup oldular. Real ise adına hiç yakışmayan korkak ve şahsiyetsiz futboluyla mideleri bulandırmaya devam ediyor. Güçsüz bir takım yakaladı mı aslan kesilen bu ölü seviciler, biraz diş gördüğü zaman 1 gol atıp üzerine yatan arsız bir kimliğe bürünüyor. Yazıklar olsun.

BATE - Juventus: 2-2
Ön elemelerin sürpriz takımlarından BATE, 2 farklı öne geçtiği maçta deneyimsizliğine boyun eğdi ama ikinci yarıda sağlam bir duruş sergileyerek yine de İtalyan devinden 1 puanı koparmasını bildi. Juve için ise, Real ile oynanacak 2 maç öncesinde hiç iyi olmadı bu puan kaybı. Zenit akıllı olup BATE'yi 2 maçta yenerse, Juve de Real'den 2 maçta sadece 1 puan alırsa, Zenit-Juve arasında müthiş bir final olacak 5. maç. Umarız böyle olur.

Yaşayan efsane

Steven Gerrard daha 18 yaşındayken Liverpool kadrosuna girmeyi başarmış bir isim. Liverpool'un alt yapısından yetişmiş, öz be öz liman bu kentinin çocuğu olması onu taraftarın gözünde daha değerli kılıyor. Liverpool taraftarı olup da, onu hatırlanan "son bilmem kaç yılın" en iyi oyuncusu olarak tanımlamayacak tek bir futbolsever herhalde yoktur. Biz ki, 88 yılından beri tuttuğumuz bu takımda kimleri gördük, ne efsaneler seyrettik: Beardsley, Barnes, Rush, Fowler, Owen ve daha niceleri. Bunlar arasında en iyisi bizce Barnes idi ama Gerrard modern futbolda "iyi ve kaliteli futbolcu" kavramını adeta yeniden tanımlayan bir süperstar. Yapmadığı, yapamadığı hiçbir şey olmayan komple bir oyuncu. Hatta hatırlayınız, 2005'te Olimpiyat Stadı'ndaki o unutulmaz finalde maçın son yarım saatten fazlasını sağ bek (!) olarak oynamıştı; hem de oyuna sonradan giren bir bindirme üstadı olarak tanımlayabileceğimiz Serginho karşısında. Ve ona tek bir tehlikeli orta bile yaptırmadığı da hâlâ hafızalarımızda, o maçta attığı muhteşem kafa golü de...

Neyse, Gerrard üzerine ne yazsak, ne kadar yazsak azdır. Ona olan sevgimizin, bir futbolcuya duyulabilecek olanın maksimum seviyesinde olduğunu, bu yazı vesilesiyle buraya not düşmek istedik sadece. Bir de ilk maçta Marsilya deplasmanındaki rüya gibi golden sonra dün PSV'ye attığı görmelere seza sayının da adını anmak...

29 Eylül 2008 Pazartesi

Ligde 5. haftanın görünümü

Trabzonspor, Yattara'nın satılmasından sonra çıktığı ilk maçında Antalya gibi zayıf ve savunma yapmayı hiç bilmeyen bir takım karşısında oldukça zorlanarak kazandı. Takımda Selçuk dışında "yaratıcı" bir oyuncu bulunmuyor ve özellikle kendi sahasında oynadığı maçlarda iyi savunma yapıp çıkmayı bilen (örneğin Sivas, Kayseri veya Antep gibi) bir ekip karşısında nasıl zorlanacaklarını hep birlikte göreceğiz. Yattara'nın satılması kaçınılmaz bir şeydi belki ama zaten asıl sorun sezon başında kreatif oyuncu konusundaki mevcut eksikliğin giderilmemiş olması. Liderlik bizce çok uzun sürmeyecek...

Bursa ise Samet Aybaba yönetiminde 1 seyircisiz maç ve deplasmanda oynanan 3 maça rağmen, 4 galibiyet ile ikinci sıraya yerleşti. Romaschenko'nun inanılmaz golü ile Kocaeli deplasmanından 3 puanla dönülmesi önemli bir olay ama bu hafta asıl sınav G.Saray karşısında verilecek. Bursa'nın boyunun ölçüsünü o maçta göreceğiz...

G.Saray, iki haftadır hakemle birlikte 12 kişi oynadıkları maçlardan gelen toplam 8 gollü galibiyetlerle iyice morallendi. Muhtemelen Bellinzona maçı da benzer şekilde geçecek (hakem faktörü olmadığı için fark biraz daha az olabilir orada). Onlar da Bursa deplasmanında ilk kez çok zor bir maça çıkacaklar ve şayet hakemler tarafsız ve ahlâklı olursa o karşılaşmanın çok zevkli geçeceğini düşünüyoruz.

Beşiktaş, geçen yılki belalısı Belediye karşısında yine 2 puan kaybetti. Böyle bir rakip karşısında Holosko'nun sağ açık ve Nobre'nin tek forvet oynaması bizce Sağlam'ın büyük bir hatasıydı. Baştan orta saha ve forvette Cisse - Holosko, Delgado, Tello - Bobo, Nobre dizilişi ile başlasa Beşiktaş bizce maçı rahatlıkla alırdı. Ve yine bizce bütün büyük olmayan maçlarda defansta 1 yabancıdan (Sivok) feragat ederek bu tertip ile oynaması gerekiyor Beşiktaş'ın. Gereksiz bir kaybetme korkusu ve endişe hâkim hocaya ve takıma. Bunun da atlatılması lâzım...

Sivas, Fener karşısında tıpkı Beşiktaş gibi anlaşılması zor bir endişe ve korkaklıkla başladı maça. 60'tan sonra Fener yorulunca kazanmak gibi bir amaçan bahsediliyorsa şayet, Alex o aşırtma golü atsaydı o planlar ne olacaktı, bunu sormak isteriz. Bu yüzden Fener gibi "zayıf" bir rakibe karşı Mehmet-Tum ikilisi ile başlayarak çok daha önce maçı alabilirlerdi bizce. Geçen haftalarda da yazdığımız gibi Sivas evinde hep favori olan, deplasmanlarda artık kolay puan kaybetmeyen "güçlü" bir ekip hâline geldi. Heyecan ve hayranlıkla izlemeye devam ediyoruz.

G.Antep, Nurullah Sağlam ile sağlam temeller üzerinde ilerlemeye devam ediyor. Deumi (ki çok önemli bir oyuncu), Eduardo, Beto, Ivan de Souza, Tabata gibi isabetli yabancı transferlerin yanı sıra Murat Şahin, Mehmet Yozgatlı, Mehmet Polat, Erman Özgür ve Emrah Eren gibi mükemmel Türk oyuncuların karması olan çok iyi bir takım hâline geldiler. Bu yıl ilk 6'yı zorlayacaklarını düşünüyoruz.

Kayseri'nin kadrosu çok kaliteli ama Aghahowa'dan tek forvet olmaz, Tolunay Kafkas'ın bunu anlaması lâzım. Öyle olunca 5 haftada 2 gol atan ve 1 gol yiyen acayip bir takım çıkıyor işte ortaya. Iglesias gibi bir pivot santrfor bizce ilaç olurdu şu andaki takıma. Genç oyuncu Purovic bu modelde bir isim ama daha çok deneyimsiz. Kayseri'nin bu kısır görüntüyü aşması gerek, yoksa sezon sonunda kendilerini ilk 6'nın dışında bulabilirler.

Fener ise tam anlamıyla evlere şenlik. Yarınki Dinamo Kiev maçını endişe ve korkuyla bekliyoruz. Farklı bir mağlubiyet bizi şaşırtmayacak. Berabere kesinlikle bitmez, Fener'in galibiyeti ise mağlubiyet kadar bir ihtimal en fazla. Ama Porto maçında da dediğimiz gibi olası bir galibiyet sadece pislikleri halı altına süpürecek. Galip gelinse bile, Aziz'in çiftliğinin artık boku çıktı, bu gerçeği ortadan kaldırmayacak. Devre arasına kadar da 90'lı yılların başını andıran o Dingo'nun Ahırı görüntü devam edecek.

Futbol filmleri #3: Victory (1981)

Bu filmi herhalde 1975-85 jenerasyonundan her Türk evladı en az bir kere seyretmiştir. Sylvester Stallone'un şöhretinin doruğundayken rol aldığı, Michael Caine, Pele, Ardiles, Bobby Moore, Max Von Sydow gibi akıl uçuran bir oyuncu kadrosuna sahip olan ve en önemlisi klasik Amerikan sinemasının en büyük yönetmenlerinden John Huston'ın yönettiği filmin senaryosunu Evan Jones ve Yabo Yablonsky yazmıştır.

2. Dünya Savaşı esnasında müttefik kuvvetlere mensup birtakım esirlerin, Alman kuvvetleriyle tertipledikleri futbol maçı çevresinde dönen hikâye, klişelerle dolu ve zekâ yoksunudur, tamam. Ama hem tüm zamanların en büyük futbol yıldızlarından bazılarını, hem de tüm zamanların en büyük oyuncularından ikisini (Von Sydow ve Caine elbette, Stallone değil!) ve de ayrıca rezil bir aktör olsa da Rocky ve Rambo ile çocukluğumuzun kahramanlarından biri hâline gelmiş Stallone'u aynı filmde izlemek büyük bir olaydır, bunu kabul etmek gerekiyor. Her ne kadar Stallone hayatınızda görebileceğiniz en kazma futbolcu ödülünü rahatlıkla alabilecek, topu görse bomba diye karakola götürecek bir performansla oynasa da; Pele'nin rövaşatasını, Ardiles'in topukla aşırma çalımını başka hangi sinema filminde görebiliriz ki?

Filmin finali ise saçma olmasına rağmen son derece duygusaldır. Senaryonun ilk hâlinde maçı kazanmaları durumunda kurşuna dizilecek olan "bizimkiler" bu tehdite rağmen yine de maçı kazanıp öldürülür ama bu hâli de çok fena değildir: Soyunma odasında devreye 4-1 yenik girmelerine ve kaçmak için fırsatları olmasına rağmen "maçı kazanabiliriz!" gibi bir gazla sahaya çıkıp 4-4 berabere kalan ve esaretleri devam eden adamlarımız gözleri buğulandırır, tüylerin diken diken olmasına vesile olurlar. Hepsi bir yana, şimdi hakkında yazarken bile hissettirdiklerine bakınca, amacına ulaşmış iyi niyetli bir çaba olarak görmek istiyoruz bu filmi. Henüz seyretmemiş olanların da bulup buluşturup mutlaka seyretmesini salık veriyoruz.

Ronaldinho'nun gecesi

İtalya'da haftalardır merakla beklenen Milan-Inter derbisini, flaş transferi Ronaldinho'nun attığı golle ev sahibi pozisyonundaki Milan kazandı. Maça daha baskılı ve istekli başlayan kırmızı siyahlılar beklendiği gibi az pozisyonlu geçen maçta Ronaldinho'nun klasını ortaya koyan inanılmaz kafa golüyle öne geçti ve ondan sonra da üstünlüğünü korumayı bildi. Ronaldinho Barcelona forması giyerken de Mourinho'nun Chelsea'sine birçok gol atmıştı, hatırlanacağı gibi. Bu yıl da "acaba verilen o para fazla mıydı?" denmeye başlanan bir ortamda, takım da çok kötü giderken tam zamanında ortaya çıkıp tarihî derbiyi kazandıran golü atmasını bildi. Golde Kaka'ya o pası verdikten sonra 50 metrelik nasıl bir koşuyla oraya hemen geldi, insan gerçekten de inanamıyor. Ama Ronaldinho da kolay olunmuyor...

Mourinho ise ikinci yarıda bütün kozlarını sahaya sürdü, Adriano ve Cruz dâhil. Ama Milan, alâmet-i farikası olan takım defansını o kadar güzel yapıyor ki, çok fazla fırsat vermedi rakibine. Üstelik Pirlo da yoktu kadroda, defansı hücumdan başlatabilecek Borriello gibi bir oyuncu da. Buna rağmen Gattuso ve Maldini'nin önderliğinde istediklerini elde etmeyi başardılar.

Ama Mourinho'nun da dün söylediği gibi, Eylül'de oynanan bir derbi şampiyonluk yarışını etkilemez. Milan şimdi gidip gelecek hafta deplasmanda kaybederse, bu zaferin de hiçbir anlamı kalmaz. Ama biz bu mağlubiyete karşın Inter'in hâlâ şampiyonluğun en güçlü adayı olduğunu yinelemek istiyoruz.