25 Ekim 2008 Cumartesi

Renton'dan #2

2. Türkün Güçle İmtihanı ve Aziz Yıldırım

“İnsanoğlunun elindeki bütün güçler, suistimale eğilimlidir.” - Sarah Bernhardt

Osmanlı İmparatorluğu’nu duraklamaya ve gerilemeye iten sebeplerden en önemlisi, işin ehli olmayan ve yaratılan gücün altında ezilip, bu gücün getirdiği rahatlığa kanmış idarecilerin, diğer Avrupa devletlerinde yaşanan türlü yeniliklere ve yenilenmeye ayak uyduramamasıydı. Bu durum, zamanla halkın otoriteye olan güvenini azalttı, isyanlara sebep oldu ve güven ortamı yitirildi. Tarih tekerrürden ibaret demeye gerek olmadığı gibi, şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan uzun uzun sözederek ikinci bir örnek vermenin de anlamı yok. Gücün, sahip olan kişiyi yozlaştırması, sahibin idare ettiği sistemi bozması durumu, sadece bu ülkeye ait bir gerçek değil. Ama güç sahiplerinin yaşadığı sarhoşlukla gücü kendine mal etmesi ve sistemin iyiliği için güçten feragat etmeye yanaşmaması en çok bu ülkeye ait bir gerçektir.

Fenerbahçe’nin daha iyi günler görebilmesi için ortaya en çok atılan ikinci öneri, Aziz Yıldırım’ın görevi bir başkasına devretmesi. Bu istek genel olarak, “Aziz Yıldırım artık gitsin!” şeklinde zikrediliyor ve problem de bu noktada ortaya çıkıyor. Bu çözümü bu şekilde ortaya koyduğumuza, oryantal anlayışın bir başka unsuru olan “kelle isteme”ye toslamış olmuyor muyuz? Güce sahip ol(a)mayanlar tarafından, en azından o güce ortaklık etme gayesi olarak görülebilecek kelle isteme, bir çözüm yolu olarak çoğu kez başarıya ulaşmış olsa dahi, içinde bulunduğumuz durumun düzeltilmesi için çalınacak bir kapı mıdır? “Bu güçle başa çıkamadın, sen git başkası gelsin” demekten öteye gidebilen bir tutum mudur? Unutulmamalı ki, Fenerbahçe tarihte hiçbir zaman, bir ekiple yönetilmemiştir. Bundan sonra gelecek yönetim, büyük olasılıkla bu tek adam anlayışının, daha da önemlisi tam olarak bu yönetimin bir devamı olacaktır. Kaldı ki, beklentinin tersine Saadettin Saran, Ali Koç veya Ferit Şahenk’in başkanlığa gelmesi durumunda, Aziz Yıldırım gibi çıldırmayacağını nereden bilebiliriz? (Belki bu isimler, büyük organizasyonları ve büyük paraları yönetiyor olabilirler, ancak bu yazıda bahsettiğimiz güç, maddi büyüklükle ifade edilemeyeceği gibi, ne kupa almayla ne de şampiyon olmakla tarif edilemez, başka bir güçtür işte.)

Bu soruların cevaplarından emin olamayız. Ama cevabından emin olduğumuz bir soru var: Aziz Yıldırım bu saatten sonra, “Kusura bakmayın, ben futboldan anlamıyormuşum” diyip, kulübü gerçek anlamda kurumsallaşma yoluna götürür mü? Tabii ki hayır. Başlarken, amacımızın çözüm üretme olmadığını belirtmiş olmakla beraber, bu noktada bir taraf tuttuğumuzu gizlemenin de gereği olmadığını düşünüyoruz. Bu arada, yazının başlığında Aziz Yıldırım adı geçmiş olsa da, kendisinden çok fazla bahsetmedik. Zira blog sahibi, Yıldırım’ın kendini kaybetme sürecinde verdiği birçok demeçten, takındığı tavırdan ve icraatlarından yeterince dem vurmuştur, ben de bunların hemen hepsinin altına imzamı atarım. Bu yüzden tekrar yapmaya gerek olmadığını düşünüyoruz.

Peki ama, hükümdarlığını ilan etmiş, her şeyi bildiğini sanan ama yanıldığını bile bilmeyen, yıllardır saldırmadığı yer kalmamış ama hep saldırı altında olmaktan hayıflanan, en önemlisi de, aslında Fenerbahçe’ye ait olan gücü, kendine ait sanan bu kişilik, muhalefet olabilecek herkesi de sindirmiş durumdayken, nasıl Fenerbahçe’nin yakasından düşecek?

“Güç, asla geri adım atmaz; daha büyük bir güçle karşılaşmadıkça.” - Malcolm X

Sonraki: 3. Taraftar vs. Müşteri

Scout hizmeti #2: Johan Cabaye

Lille takımı bu sezon şu âna kadar Fransa Liginin en keyif veren takımlarından biri. Tabii bir Fransız takımıdır en nihayetinde, ne kadar keyif verir, o ayrı mevzu. Sonuçta ligin yıllardır görülen gidişatının aksine genel itibarla hücuma dönük bir futbol oynamaya çalıştıkları için şimdilik gönlümüzü kazandılar. Ve bu takımın, an itibarıyla en değerli 2-3 topçusundan biri, ümit millî takımın da (kaptan olarak) formasını giyen merkez orta saha Johan Cabaye.

Cabaye 1986 doğumlu, sağ ayağını kullanan ve tıpkı Coutadeur gibi oyunun her iki yönünü de oynayabilen müthiş bir yetenek. Ayhan Akman tipinde bir oyuncu dersek, gözünüzde bir şeyler canlanabilir. Transfer piyasasındaki değeri bugünlerde 6.5 M Euro göründüğü için biraz tuzlu ama neticede hiçbir iyi şey bedava sunulmuyor insana. Şu aralar Lazio başta olmak üzere pek çok takımın scout'larının takip ettiği bu oyuncunun Ocak ayında, olmazsa sezon sonunda büyük bir lige transfer yapmasına kesin gözüyle bakılıyor. You Tube'da hayranlarının kendisi için hazırladığı videolarda attığı 2 gol var, seyredenlerin ağzı açık kalacaktır. Bu oyuncu Arsenal, Liverpool seviyesinde bir oyuncu, hiç kimse almasa şerefsiz Lyon alacaktır, bundan şüpheniz olmasın.

Bu sezon 8 lig maçında 707 dakika, 1 gol, 3 asisti var. Geçen yıl 36 lig maçında 7 gol 3 asistle oynamış. Bir önceki yıl ise daha 20 yaşında olmasına rağmen 22 lig maçında 3 gol, 1 asistle oynarken Şampiyonlar Ligi'nde 2 ön eleme, 6 da grup olmak üzere 8 maçta görev almayı başarmış.

Görüldüğü üzere daha 22 yaşında bir oyuncuya göre inanılmaz bir CV'si var. İngiltere'den birileri almadan Fener bu oyuncuyu sağlam bir bonservis vererek alabilir. Bugün modern futbolun gittiği yerde en büyük ihtiyaç Semih gibi bir forvet ve Cabaye gibi 2 tane orta saha. Gerisi inanın, hiç ama hiç önemli değil. Çünkü o "gerisi"ni teşkil eden oyunculardan sürüyle var dünyada. Ama bu iki tipte oyuncu bulmak gerçekten de çok zor. Volkan Ballı'yı, herhangi bir gazeteceyi, yöneticiyi vs. tanıyan birileri varsa Allah rızası için şu oyunculardan haberdar etsin. Yoksa yine aptalca harcanacak paralarla abuk sabuk transferler yapılıp taraftarlar aptal yerine konacak devre arasında...

23 Ekim 2008 Perşembe

Fener kadrosu için beyin fırtınası #4: Lucescu

Lucescu, iddia ediyoruz, Fenerbahçe için bu dünya üzerindek en uygun teknik direktör. Bir kere, dünyanın en mütevazı insanı, komplekssiz ve disiplinli. Rakipleri çok çok iyi analiz eden ve kontrol futbolunu asla elden bırakmayan, dünya futbolunun gittiği yeri çok iyi gören bir hoca. Ayrıca Türk futbolunu çok iyi tanıyor ve üç büyükleri şampiyon yapan ilk hoca olmayı da çok istiyor. Dolayısıyla yaşı ilerlemiş olmasına rağmen Aragones gibi hırsı bitmiş durumda değil. Fenerbahçe'nin geçen sezon gösterdiği Avrupa başarısını da bir sonraki seviyeye taşıyabilecek tek teknik direktör aynı zamanda. G.Saray ve Beşiktaş'ın son 8 yıldaki en büyük başarılarını onunla kazanmış olması bir tesadüf olamaz. Lucescu, aynı zamanda bizce Türk futbol tarihinin de en büyük teknik direktörü. Aziz Yıldırım onu göreve getirirse, 10 yıllık görev süresindeki en hayırlı kararı vermiş olur.

Fener kadrosu için beyin fırtınası #3: Guiza

Fenerbahçe kadrosu için yaptığımız naçiz önerilerden en önemlisi Guiza'nın hemen devre arasında takımdan gönderilmesi. Çünkü sezon başından beri yazdığımız gibi Alex'in olduğu ve 4-4-1-1 oynayan bir takımda Guiza gibi bir forvetin asla yeri yok. Hele de elde bu sistem için biçilmiş kaftan diyebileceğimiz Semih gibi bir yıldız varken Guiza hemen satılmalı. Eğer söylenenler doğruysa Man City 15 M Euro bonservisi gözden çıkarmış bu oyuncu için. Böyle bir nimet de kapıya gelmişken hiçbir şekilde bu fırsat kaçırılmamalı ve alınacak (asıl ihtiyaç olan) orta saha oyuncuları için bu para mutlaka kasaya konmalı.

Burada önemli olan Semih'i yedekleyecek bir yerli oyuncu alınması, ki bizce bu oyuncu da Mehmet Yıldız'dan başkası değil. Yeteneği ve kalibresi kısıtlı olmasına rağmen oyuncu olarak özellikleri Fener takımı için yaratılmış olan Mehmet, Alex'li sistem için olmazsa olmaz bir oyuncu.

Bu durumda 3 yazıdır değindiğimiz mevzuları bir araya getirirsek, 6 yabancılı şu Fener kadrosu ortaya çıkıyor (4-4-1-1): Volkan - Gökhan, Lugano, Edu, Vederson - Deivid, Coutadeur, Cabaye, Caner - Alex - Semih...

Fener kadrosu için beyin fırtınası #2: Orta saha

Fenerbahçe'nin kadrosunda en büyük sıkıntının orta sahada olduğunu herkes görüyor ve kabul ediyor. Burada Alex'in gönderilmeyeceğini hesap edersek ne olursa olsun 4-4-1-1 sistemiyle oynanacağını öngörmek lâzım. Hesapları buna göre yaparsak, sağ kanatta Deivid'in olacağı kesin gibi. Yedeği olarak Kâzım gayet uygun bir isim ama g.tü giderek daha fazla kalkan bu oyuncuya haddinin bildirilmesi elzem. Sol kanat için Uğur Boral bir yedek olabilir ama asla Fener'in ilk 11'inde oynayacak bir oyuncu değil. Burası için bizim önerimiz ise CSKA forması giyen ve yedek oturmaktan artık bıkan Caner Erkin. Terim'in de millî takıma almak için fırsat kolladığı bu oyuncu futbolu giderek unutuyor ve o ülkeden kurtarılması Türk futbolu adına da çok hayırlı olacaktır. 3 sezon önce Manisa'nın Fener'i beşlediği maçta sol bekte görev yapan ve (sağ bek oynayan Arda Turan ile birlikte) Fener takımını paramparça eden Caner, nasıl bir kapasiteye sahip olduğunu göstermişti. Ama 4 M Euro gibi bir bedelle gttiği Rusya'da futbolu unutacak bir duruma geldi maalesef. Eğer Fener'e gelir ve emin ellerde devamlı şans bulursa millî takımın da bankosu olacak bir sol açık kazanmış oluruz.

Sol kanadı da hallettiğimize göre en önemli bölge olan ön liberolara geliyoruz. Burası dünya futbolunda da en fazla üzerinde durulan mevki olduğu için Fener takımının gerekirse bütün transfer bütçesini buraya ayırması lâzım. Bizim önerilerimizden biri aşağıda profilini gördüğünüz Le Mans takımından 22 yaşındaki Coutadeur. Bu oyuncu hep zikredilen "iki yönlü" bir orta saha oyuncusu ve eğer elimizi çabuk tutmazsak mutlaka bu yıl sonunda transfer yapacaktır. Diğeri ise şu anda Lazio scout'larının da takip ettiği Johan Cabaye, Lille takımının orta sahasında oynuyor. Onun profiline de yer vereceğiz ama Fransız ümit millî bu oyuncunun da geleceğin yıldızı olduğunu ve "iki yönlü" müthiş bir isim olduğunu hatırlatalım. Bu iki oyuncu 12-15 M Euro bedelle alınabilir ve Fenerbahçe kulübünün yaptığı en müthiş yatırım olur. Tabi en az 4'er yıllık kontrat yapılması şart.

Bu oyuncuların yedeği olarak mutlaka Selçuk takımda kalmalı, bizce Deniz gönderilmeli. Diğer yedek olarak Fener maçında süper oynayan ve seyrettiğimiz diğer maçlarında da iyi bir görüntü ortaya koyan Sivassporlu Sezer Badur mutlaka transfer edilmeli. Fener'de oyununu daha da geliştirecek bu oyuncu Türk futbolunda geleceğin yıldızlarından, bunu herkes görebilir.

Önde Alex ve yedeği Emre olarak düşünüyoruz. Emre'yi alacak kulüp bulunabilse bizce derhal satılmalı ama şu şartlarda kimse almaz bu oyuncuyu. Ve Emre'nin oynayacağı başka pozisyon da yok bu takımda. Ön libero için zayıf kalıyor, sol açık zaten olmaz. Dolayısıyla sadece Alex'in yedeği olabilir Emre. Tümer de gönderilmeli bu arada.

Fener kadrosu için beyin fırtınası #1: Carlos

Fenerbahçe'de artık emekli gibi oynayan ve kendisine hiç bakmadığı belli olan, takıma yarardan çok zarar veren Roberto Carlos için Chelsea'nin istekli olduğu yazılıp çiziliyor sezon başından beri. Biz çok ama çok sevmemize rağmen inanılmaz rezil görüntüsü nedeniyle bu efsane oyuncudan giderek soğuyoruz. Sanırız pek çok taraftar da bizimle aynı kanaattedir. Eğer Chelsea olmazsa Katar'dan veya Zico'nun takımından illâ ki bir teklif gelir, böyle bir isim için. Vederson da iyileştikten sonra biz Carlos'un daha fazla rezil olmadan ve işler tatsızlaşmadan gönderilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Fener yönetiminin, ya da eğer göreve getireceklerse menajer pozisyonunda olacak kişinin ilk yapması gereken şey Carlos ile yolları tatlı bir şekilde ayırmak olmalı. Ayrıca yıllık (vergi hariç) 4.2 M Euro'luk maaşı da akıllara durgunluk verecek bir maliyet ortaya çıkarıyor bu oyuncuyla ilgili.

Fener kadrosuna şöyle bir bakınca, Lugano ile kontrat yenilendikten sonra geçen sezon çok başarılı günlerini de gördüğümüz Gökhan, Lugano, Edu, Vederson defansının bozulmaması gerekiyor bizce. Defans bloklarında en önemli hadise bir arada oynamış olmak ve tecrübedir. Fener'in geçen sezon Avrupa'da çeyrek final oynayan bu defansı bizce muhafaza edilmeli. Eğer Avrupa'daki pek çok büyük takımın yaptığı gibi geride alan daraltarak oynanırsa bu oyuncuların performansının maksimum seviyelere geldiğini geçen sezon gördük. Dolayısıyla bu anlayışı benimseyecek bir hoca da lâzım takıma. Ona gelecek yazılarda değiniriz.

Scout hizmeti #1: Mathieu Coutadeur

Fenerbahçe'nin son yıllarda inanılmaz derecede daralan ve kalitesizleşen kadrosu için, takviye ihtiyacı net bir şekilde ortada. Biz bir yandan Aziz Yıldırım'a buradan sallarken bir yandan da kadro için önerilerimizi yazmaya devam edeceğiz. Neticede birinci amaç üzüm yemek, bağcı dövmek değil. Bu noktada öncelikli ihtiyaç olarak herkesin kabul ettiği orta saha için, Avrupa'nın pek çok ülkesinden pek çok oyuncu var aklımızda ve Fener için en uygunlarına burada yer vermeye çalışacağız.

İlk önerimiz Fransa'nın Le Mans takımının alt yapısından yetişen ve 3 sezondur Ligue 1'de forma giyen Mathieu Coutadeur. Orta sahada defansif olarak görev yapan ve sağ ayağını kullanan oyuncu, şu anda Fransa Ümit Millî takımında da oynuyor. Doğum tarihi 20 Mart 1986. İlk kez 2006 yılında yükseldiği Le Mans A takımının formasıyla o sezon ligde tam 31 maçta görev yapmış ve 2330 dakika oynamış, 1 gol ve 1 sarı kartı var. İkinci yılında (yani geçen sezon) 33 maç, 2496 dakika, 1 gol, 3 asist, 3 sarı kart ile oynarken, seyrettiğimiz 2-3 maçında bu sezon başında Le Mans'tan Sevilla'ya giden Romaric ile birlikte müthiş bir defansif ikili oluşturmuştu. Bu sezon ise şu ana kadar 9 maçta 792 dakika forma giyerken 1 gol ve 1 asistle oynamış. Hem çok koşan, hem basit bir şekilde oyunun her iki yönünü de oynayabilen (geleceğin Iniesta'sa diyebileceğimiz) bu genç oyuncunun çok kısa bir zaman sonra Premier League'de top koşturacağını öngörmek çok zor olmasa gerek. Pjanic gibi müthiş bir oyuncunun Fener için adı geçmesine rağmen Lyon'a transferinin ardından böyle genç yeteneklerin çok iyi takip edilmesi gerekiyor. Kanal A sayesinde Fransa Ligini de yakından izleyebiliyoruz. Özellikle bu ligden bu tip oyuncularla ilgili önerilerimiz sürecek, rastlarsanız maçlarda dikkatle bakmanızı tavsiye ediyoruz. Sizin de (varsa) oyuncu önerilerinizi bekliyoruz.

Son not, eğer teklif yapılırsa Coutadeur'ün 3.5 ile 7 M Euro arası bir bedelle transfer edilebileceğini düşünüyoruz. Ve eğer alınırsa inanılmaz bir yatırım olacaktır. Zaten geleceği çok çok parlak bir oyuncu, hem Fener'e yıllarca hizmet eder, hem de eğer satılacaksa 3-4 yıl sonra 15'ten aşağı etmez.

Renton'dan #1

Blogun yakın takipçisi Renton arkadaşımız Fener için bugünlerde önerilen çözümleri tartıştığı bir yazı dizisiyle bize katkıda bulunuyor. Birkaç gün sürecek olan yazılara yorum ve katkılarınızı bekliyoruz. Bu arada biz de yorumlayacağız elbet.

Başlarken:

Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu kriz nedeniyle, ortaya çeşitli çözüm önerileri atılmakta. İlgili herkes, gerek televizyonlarda, gerek gazetelerde, gerekse de bloglarda Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durumdan kurtulması için fikrini beyan edip, çıkar yol bulmaya çalışıyor. Hepimizin aklında bir reçete var elbet ama biz bu yazıda, bu süreçte ortaya atılan ve en çok yinelenen birkaç fikir üzerine düşünelim.

1. Futbol Direktörlüğü Sistemi ve Rıdvan Dilmen

Bu ülkede, maç yorumlarına en çok güvenilen futbol yorumcusu, eski teknik direktör Rıdvan Dilmen. Aynı zamanda, çubuklu forma için canını verebilecek, dünya üzerindeki en iyi Fenerbahçelilerden biri. Fenerbahçe’nin kalıcı başarısı için yazılan reçetelerin en başında geleni de onunla ilgili: Dilmen, futbol şubesinin başına geçirilsin, transferler ve takım yapısı ile ilgili kararları o alsın.

Peki, bu gerçekten bir çözüm mü? Kendisi, günümüzde bir futbol takımını oluşturacak öğeler konusunda akılcı fikirler yürütebilen bir isim. Sırtı dönük forvetten, oyunu iki yönlü oynayabilecek orta saha oyuncusuna, defansı öne çıkarabilecek ve oyun kurabilecek stoperlerden, kanada inip orta yapmayı da bilen iç oyuncusuna kadar birçok şeyden bahsetmiş ve Türk futbol seyircisine bir şeyler öğretmeyi başarmıştır. Peki Rıdvan Dilmen, bu bahsettiği özelliklere sahip oyuncuları tanır mı? Geçen sezon Beşiktaş için çözüm üretirken, sürekli olarak iki yönlü bir orta saha oyuncusu önerir ama bu önerileri hep şu soruyla son bulurdu: “Yok mu böyle adam Avrupa’da Güntekin?” Appiah haricinde, örnek olacak dahi bir isim asla vermezdi. Bu, şu anlama gelir; Rıdvan Dilmen’in iyi bir izleme ekibine ihtiyacı vardır. “E, tabii ki vardır” diyorsunuz ve haklısınız. Her şeyi kendi başına yapmayacağına göre, Dilmen’in bir ekiple çalışacağı baştan belli. Burada da şu soru akla gelir: Rıdvan Dilmen bir ekip kurabilir mi ve bu ekibi yönetmek için gerekli vasıflara sahip midir? Güntekin Onay gibi sakin ve uyumlu bir insanla program yaparken bile, ufacık bir yanlış anlamayla hemen ortamı gerginleştirdiğine defalarca tanık olmuşuzdur. Rıdvan Dilmen hakkında bu gibi birçok bilinmez vardır ki, bunların başta gelenlerini fazla uzatmadan şöyle sıralayabiliriz:

-Rıdvan Dilmen, iyi bir scout mudur?
-Avrupa ligleri ve bu liglerde oynayan futbolcular hakkında, sıradan bir futbol seyircisinden daha fazla bilgi sahibi midir?
Ve, belki de en önemlisi;
-Avrupa’nın en çok tanınan teknik direktörleri haricinde, mantalitesini beğendiği, oyun anlayışını takdir ettiği veya potansiyel sahibi olarak gördüğü bir teknik direktör var mıdır?

Yaptığı yorumların 10’da 9’u doğru ve tutarlı olmasına rağmen, yine geçtiğimiz yıl, ama bu defa Fenerbahçe ile ilgili yorumlarda bulunurken, Zico’nun yerel lig başarısızlığını, neredeyse tamamıyla tek santrforla oynamasına bağlayabilecek kadar sığ sularda da gezinmiştir Rıdvan Dilmen. Elbette her insan gibi o da hata yapabilir ve bunda yerilecek bir yan yoktur ama bu noktada yeni sorular karşımıza çıkacaktır:

-Rıdvan Dilmen yaptığı hataları kabullenebilecek midir?
-Teknik direktörlük kariyerinin aksine, başarısızlık yaşamaya tahammül edebilecek midir? Yoksa kriz anında içine kapanıp, üstlerinin önünde, kollarını önünde bağlayıp, başını öne mi eğecektir?

Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durumun sebebi, dizginlenememiş egolardır. Peki bu durumda, krizden çıkmanın yolu olarak görülen Rıdvan Dilmen hakkında şunu da soramaz mıyız?

-Dilmen, kendi egosuna mahkûm olmamayı, kendisinin tayin ettiği teknik direktörün işine karışmamayı başarabilecek midir?

İşte bu soru, bizi Türk insanının gücü paylaşmakla ilgili yüzlerce yıllık sıkıntısına götürür ki, bu durumda asıl soru artık şudur:

-Rıdvan Dilmen’in görevine Aziz Yıldırım’ın başkanlığı altında başlaması doğru mudur?

Not: Rıdvan Dilmen, her Fenerbahçeli gibi bizim de taptığımız bir kişiliktir. Hakkında sorduğumuz hiçbir sorunun cevabı da nezrimizde direkt olarak “hayır” değildir. Yanlış anlaşılmasın.

Yarın: 2. Türkün Güçle İmtihanı ve Aziz Yıldırım

19 Ekim 2008 Pazar

İtalya'da dev maç

İtalya'da Inter-Milan maçının ardından ikinci dev mücadele bu gece Roma Olimpiyat Stadı'nda Roma ile Inter arasında oynanacak. 6 maçta 3 mağlubiyetle sezona skandal bir başlangıç yapan Roma'da kaptan Totti'nin bu maçla birlikte sahalara dönmesi bekleniyor ancak büyük ihtimalle yedekler arasında olacak. Onun dışında sarı-kırmızılılarda Mexes ve Panucci'nin yokluğu da ciddi bir sorun. Roma'nın muhtemel 11'i şöyle (4-4-1-1): Doni - Cicinho, Juan, Loria, Riise - Taddei, De Rossi, Pizarro, Aquilani - Perrotta - Vucinic. Inter'de ise Vieira dışında herhangi bir eksik yok (as oyuncu olarak yani). Onların muhtemel 11'i de şöyle (4-3-3): Cesar - Maicon, Cordoba, Burdisso, Chivu - Zanetti, Stankovic, Cambiasso - Mancini, Zlatan, Adriano.

Hemen herkes form durumları itibarı ile Inter'i favori görüyor ama biz Roma'nın bu maçta yenilmeyeceğini düşünüyoruz. Büyük takımların sıkıntılı dönemlerinde o zor günleri atlatmak için en önemli fırsatlar böyle dev maçlarda alınacak bir galibiyettir. Ama karşıda da Mourinho'nun, Adriano'yu bile köpek gibi koşup defans yaparken gördüğümüz takımı Inter var. Elbette kolay olmayacaktır ama Roma'nın kadrosu, görünen performansın ötesinde inanılmaz kaliteli. Özellikle orta sahada millî takımın bankoları olan üç muhteşem isim De Rossi, Aquilani ve Perrotta ile onlardan aşağı kalır yanı olmayan oyun kurucu Pizarro var. Oyunun kontrolünün Roma'da olacağı hemen hemen kesin gibi. Bireysel hata yapmazlarsa en az bir beraberlik alacaklardır. Her hâl-i kârda zevkli bir maç olacağı kesin.

Futbol filmleri #4: Dar Alanda Kısa Paslaşmalar (2000)

Yeni Sinemacılar akımının majör ismi Serdar Akar'ın, başyapıtı diyebileceğimiz "Gemide" isimli şaheserin ardından çektiği bu yapım, ana akım sinemanın mükemmel örneklerinden biri ve sinemayı seven her insanı bir şekilde kendine bağlayan müthiş bir filmdir. 80'li yılların başında Bursa'daki bir amatör futbol takımının çevresinde gelişen olaylar, Erkan Can, Savaş Dinçel, Müjde Ar, Uğur Polat gibi usta oyuncularının görmelere seza performanslarından da güç alarak hüzünlü bir öyküye kaynaklık eder. Hem dönem filmi olarak "darbe sonrası" Türkiyesi'nden manzaralar sunan, hem sanat yönetimine gösterilen hassasiyetle o yılların ruhunu yansıtmayı becerebilen, hem iç burkan kişisel hikâyeler anlatıp hem de epey yerinde güldürebilen, her karesinden "samimiyet" akan tam bir Yeşilçam filmidir. Askeri darbeyi takiben yurt sathında esen değişim rüzgârlarına karşı kendi hâlinde direnmeye çalışan küçük insanların (askerî rejimin gölgesindeki) yaşamını, seçtiği mahalle vasıtasıyla anlatarak kendince politik mesajlar vermeyi de ihmâl etmez.

Serdar Akar ne kadar iyi bir gözlemci ve kelimenin olumlu anlamıyla "gerçekçi" sahneler çekme konusunda ("Gemide"nin ardından bu filmde de) ne kadar maharetli olduğunu bu filmiyle bir kez daha kanıtlamıştır. Son 8 yılda bu iki filmin seviyesine yaklaşabilen başka bir film çekememiş olması hüzün vericidir, o ayrı konu. Ama "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar", dünya üzerinde bugüne kadar yapılmış futbol filmleri arasında üst sıralarda kendine yer bulabilecek kadar güzeldir, orası kesin.

Aforizmalar #6

-Kahpe dünya hamamda tas gibidir; dolaşır hep cenabet ellerde...
Cenap Şahabettin

-Hayat tiyatro gibidir; en kötü insanlar, en iyi yerlerde oturur.
Aristofanes

-Bazı horozlar, güneşin onlar yüzünden doğduğunu zanneder.
Theodor Fontans

-Üstünde ilaçlar denenen bir yara kapanmaz, ikide bir başka yere dikilen bitki gelişmez.
Seneca

-Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak şarttır.
Balzac

-Beraber ağlamaktaki tatlılık kadar hiçbir şey kalpleri birbirine bağlayamaz.
Rousseau

Derbi gibi derbi

Atletico ile Real arasındaki (2 haftadır beklediğimiz) maç, hani o hep söylenen klişe tabirle "nefesleri kesti." Sezon başında Coupet gibi bir belayı nereden başına sardığını düşünüp kendi kendimize sorduğumuz Atletico, zaten mevcutta bulunan belası (Mallorca'da iken G.Saray'dan 3 aşırma gol yiyen) Leo Franco'yu böyle bir maçta kaleye koyarak bir anlamda kendi ölümüne intihar süsü vermiş oldu. Daha 1 dakika dolmadan Ven Nistelrooy'un uzak menzilli şutunu kapattığı köşeden alan Arjantinli kaleci, oyunun gidişatına direkt etki yapan bir hataya imza attı böylece. Perea'nın akıl almaz bir sorumsuzlukla kırmızı kart görmesinin ardından maç tam da İspanya'daki "o" derbi maçlarına benzedi. Önce Atleticolu futbolcular salyalar akıtarak sağa sola saldırmaya başladı, akabinde hakem kontrolu tamamen kaybetti ve anladı ki Real'i de eksiltmezse bu iş kötüye gidecek. Ruud'un sarı kart bile çıkmayacak hareketine kırmızı kart göstererek kendince oyunu dengeledi ama hiçbir şey dengelenmedi tabii ki. Tüm zamanların en "overrated" oyuncusu olduğunu düşündüğümüz Simao'nun, son dakikadaki harika frikik golünü takiben 15.7 M Euro bonservisin tek kuruşuna bile lâyık olmayan bir performans ile sezonu götüren Heitinga'nın yaptırdığı penaltı acı sonu getirdi. Eski zamanlarda Müjdat Yetkiner'in yaptığı dalışları hatırlatan bu hareketi, bakalım Hollandalı'yı da kulübeye itecek mi...

Neticede Diarra ve Guti gibi iki oyuncusu olmadan (yerlerine kim oynarsa oynasın) bu maçı alabiliyorsa Real Madrid, hâlâ bu ligin en güçlü takımı demektir. Şampiyonluk için Barcelona'nın çok çalışması ve ekstra bir şeyler yapması lâzım.