15 Kasım 2008 Cumartesi

Hafta sonu futbol ekranı

BUGÜN
14:45 SPORMAX / Bolton - Liverpool
17:30 SPORMAX / Galatasaray CC - Efes Pilsen
19:00 LİG TV / Fenerbahçe - Ankaraspor
19:30 SPORMAX / West Bromwich - Chelsea
20:00 KANAL A / Le Havre - Paris Saint Germain
21:00 NTV Spor / Valladolid - Real Madrid
22:00 KANAL A / Lille - St.Etienne
01:30 NTV Spor / Newell's OB - San Lorenzo

YARIN
15:00 LİG TV / Bursaspor - Beşiktaş
15:30 SPORMAX / Everton - Middlesbrough
16:00 NTV Spor / AC Milan - Chievo
18:00 SPORMAX / Hull City - Manchester City
18:00 KANAL A / Nice - Nantes
18:00 KANAL 24 / Werder Bremen - Köln
19:00 LİG TV / Galatasaray - İstanbul BŞB
20:15 SPORMAX / F.Bahçe Ülker - Beşiktaş CT
21:30 NTV Spor : Roma - Lazio
22:00 KANAL A / O.Lyon - Bordeaux
00:30 SPORMAX / CSKA - Rubin Kazan
02:30 SPORMAX / Benfica - Amadora
04:30 SPORMAX / Flamengo - Palmeira

13 Kasım 2008 Perşembe

Drogba'nın parmağı

Drogba, Carling Cup'taki Burnley maçının 27. dakikasında attığı golden sonra yukarıda gördüğünüz hareketi yaptı rakip taraftarlara. Ayrıca sahaya atılan bozuk paraları da geri tribünlere iade etmiş kendisi. En az 3-4 maç ceza alacağı kesin ama bence işin içinde yine ırkçılık denen illet var. Yüksek ihtimalle Drogba'nın ten rengi ile ilgili bir şeyler söylendi kendisine yoksa bu kadar çileden çıkacağını sanmıyorum. Yine de yaptıklarını mazur gösterir mi bu, o da herkese göre değişir.

Kupa sürprizleri

Liverpool'un Tottenham'dan 4 gol yiyerek elendiği Carling Cup'ta bir sürpriz de Burnley'den geldi. Chelsea karşısında, hem de yenik duruma düşmesine rağmen inanılmaz bir mücadele ortaya koyan bu mütevazı ekip, belki de şu an Barca ile birlikte Avrupa'nın en güçlü takımı olan rakibini saf dışı bırakmayı başardı. Real Madrid'in de hazin bir şekilde Union takımına elenmesinden anlıyoruz ki, büyük takımların oyuncuları hem lig, hem Avrupa ve hem de millî maçlardan doğan müthiş mental yorgunlukla baş edemiyor. Mental diyorum çünkü fiziksel yorgunluğun 8 saatlik bir uyku sonrası neredeyse yok olduğunu herkes söylüyor. Ama günümüz futbolunda fiziksel güç ne kadar önemli ve olmazsa olmaz bir unsursa, aynı şekilde maç konsantrasyonu ve motivasyon da en az onun kadar önemli bir hadise. Ve elenen bütün büyük takımların ortak özelliği ya yedek ağırlıklı bir kadro ile mücadele etmeleri, ya da oyuncularının biraz fazla "relax" oynaması olarak görüldü bu maçlarda.

Bu arada dün yazdığım kupa statüsünün değişmesi gerekliliğini de tekrar etmek istiyorum bu vesileyle. Görüldüğü gibi küçük takımlar, büyüklerin o yorgunluğundan ve ağır maç trafiğinden istifade ederek olağanüstü neticeler alabiliyor. Onların günümüz futbolunda var olması, Avrupa'da oynaması, gelirlerini arttırması için tek yol kupa. Bu yüzden lig gibi saçma sapan uygulamalarla onların önünün kesilmemesi lâzım. Birileri inşallah duyarlı davranıp bu konuda bir şeyler yapar...

12 Kasım 2008 Çarşamba

Türkiye Kupası'nın statüsü

Türkiye Kupası gerçekten de atmosfer ve heyecan olarak rezil maçlara sahne oluyor. Büyük takımlar birbiriyle oynarsa tamam, dünkü Trabzon-Beşiktaş maçı gibi heyecanlı müsabakalar izleyebiliyoruz. Ama diğer maçlara şöyle bir baktığınız zaman grup maçları gibi bir ucubeye seyircinin hiç itibar etmediğini görüyoruz. bomboş tribünlere oynanıyor Türkiye Kupası maçları. Mesela şimdi Trabzon'un şansı neredeyse tamamen yok oldu, bundan sonraki maçlarına kaç kişi gidecek Trabzon'un? Bizim federasyonda en heyecanlı ulusal kupanın İngiltere'de olduğunu gören hiç mi insan yok? Orada küçük takımlar hava, saha, hakem, atmosfer vs. gibi "günlük ve anlık" şartlara güvenerek acaba büyük takımları alt edebilir mi diye canlarını dişine takıyor ve inanılmaz skorlar görebiliyoruz. Gerçi eskiden bizde de eleme usûlü vardı ama ligi bir önceki yıl ilk sekiz sırada bitirenler son 16'dan dâhil oluyordu kupaya. O uygulama tam skandaldı. Şimdi ne olursa olsun derhal, gelecek sezondan itibaren yeniden eleme yöntemine dönülmeli, kura ile tek maç oynanmalı, artık kimin şansı varsa o evinde oynar. Hatta bazen bazı takımlar bütün maçları bile evinde oynayabilir. Ama o da söz konusu uygulamanın cilvesidir. Kupa denen şeyin güzelliği zaten budur. Şans faktörü kupanın olmazsa olmazıdır. Siz onu da lige çevirir ve uzun vadeye yayarak büyüklerin, güçlülerin kazanmasının kaçınılmaz olduğu bir ortam yaratırsanız, "size yazıklar olsun"dan başka bir tepki almayacağınızı da bilmeniz lâzım.

9 Kasım 2008 Pazar

İstek ve hırs

Maçtan önce de yazdığım gibi Fenerbahçe haddinden fazla istekli, G.Saray ise haddinden fazla ruhsuz çıktı sahaya. G.Saray takımı yıllardır Fener karşısındaki moral dezavantajının üstesinden gelmek için her türlü yolu denedi; özellikle son sezonlarda enteresan bir rehavet ve rahatlıkla çıkıyor sahaya. Sanki "artık bizim Fener'e karşı kompleksimiz falan yok" diye insanlara bir şeyler kanıtlamaya çalışıyorlar. Ama rahat olmak ile ruhsuz oynamak birbirinden çok farklı şeyler. Ha, Fener'in bu maç için olmak kaydıyla daha fazla ihtiyacı vardı denebilir. Ama G.Saray'ın ihtiyacı yok muydu? Şimdi Fener ile puan farkı 1'e indi, bundan sonraki puan kaybında geriye düşerse ne olacak? Ayrıca G.Saray'ın Arda gibi inanılmaz karakterli bir futbolcusu var ama yabancı futbolcularına herhalde bu derbinin önemi anlatılmamış. Baros, Kewell, Meira gibi oyuncular hem kendinden bekleneni vermekten çok uzak, hem de afyon yutmuş gibiydi.

Neyse, G.Saray'a geçmiş olsun. Arda gibi bir oyuncuya sahip bir takımın, Topal, Ayhan, Servet gibi oyuncuları da varsa ne yapıp edip bu yıl şampiyon olması lâzım. Ligin açık ara en kaliteli kadrosu onlarda. Ayrıca bu gece maçın adamı oylamasında en önlerde olması gereken Ayhan, bu yıl kariyerinin en iyi sezonunu ortaya koyuyor. Şu Ayhan, Selçuk'un (ya da Deniz'in) yanında Fener'de olsa öyle farklı bir takım çıkar ki ortaya, hiç kimse (bu gece de kendi takımında 2 gol atan) Aurelio'yu aramaz.

Fener'de ise, eğer birileri kendisine dikte etmediyse Aragones'in 4-4-1-1'e dönmesi çok umut verici. Ama bunu nispeten kolay maçlarda (mesela Josico yerine) Emre ile de oynayabilir. Alex döndüğünde ise mutlaka Semih ya da Guiza'dan birinin kesilmesi lâzım. Zor maçlarda bu üçünden biri kesinlikle kenarda oturmalı. Kolay ve muhakkak kazanılması gereken maçlarda ise Selçuk'un önünde Deivid, Emre ve Vederson'dan kurulu bir orta saha; onların da önünde Alex ve bir forvet ile çok yaratıcı bir takım ortaya çıkabilir. Tabii önemli olan Porto ve Kiev maçları. Ligde de bu moralle ve doğruların bir kısmını keşfeden hocası ile Beşiktaş maçına kadar içeride Ankaraspor ve deplasmanda A.Gücü maçlarının kayıpsız geçilmesi gerek.

Derbi öncesi son post

Dünkü yazıda eğer Semih sağ açık oynarsa bunu bir skandal olduğunu söylemiştim. Neyse ki Semih orada değil (ama kendi yerinde de değil) Guiza'nın biraz arkasında, bir nevi oyun kurucu forvet olarak oynayacak. Sağ kanatta ise umduğumuz gibi Deivid var. Burada bana göre ideal olan kadrodan sadece Emre yerine Josico, Vederson yerine de Carlos tercih edilmiş. Hadi Carlos neyse de, Josico tercihi takımın yapısını tamamen değiştiren bir seçim. Umarım bu konuda Aragones haklı çıkar. İlk bölümde daha oyunu tutan, daha defansı sağlam bir Fener izleyeceğiz bu durumda. Fener'in kadrosu şöyle: Volkan - Gökhan, Lugano, Edu, Carlos - Deivid, Josico, Selçuk, Uğur - Semih - Guiza...

Fener'in bu kadrosu maçı kazanabilir. Bence Deivid ve Emre bir arada oynamalıydı ama eğer ille de ikisinden birini seçecek olsam Deivid'i seçerim. Bunun yararları birden fazla çünkü: Birincisi Semih sağ açık oynamamış oluyor. İkincisi, bu sayede Fener artık ezbere bildiği 4-4-1-1 sistemini uygulayabilecek. Eğer Emre olsa Semih ne tam bir sağ açık, ne tam bir orta saha, ne de tam bir forvet oluyor; abuk sabuk bir görüntü çıkıyor ortaya. Josico-Selçuk ikilisinden biri de Semih'in kademesi için mutlaka sağa doğru kaymak durumunda kalıyor. Oysa şimdi belki yine Deivid birkaç pozisyonda orada olmadığı için yine iki ön liberodan biri kademe yapacaktır ama genel olarak dörtlü bir orta saha var. Kaldı ki Semih'in ortada olması her şeyden daha önemli bence.

G.Saray ise Benfica kadrosuyla çıkıyor: De Sanctis - Sabri, Emre, Servet, Hakan - Meire, Ayhan - Baros, Lincoln, Arda - Ümit... Onlarda da tek defo bence Baros. Hem sağ açık oynayamaz, hem Sabri'ye yardım edemez (Uğur etkili olabilir), hem de bu maçın ağırlığı ve agresyonunu kaldırabilir mi Çek golcü, emin değilim. Ayrıca maç öncesi ısınmak için sahaya çıkan G.Saraylı oyuncularda inanılmaz rahat ama sanki ruhsuz bir hava gözlemledim. Dün yazdığım gibi, kendinden emin olma ve sakin duruş olayını ruhsuzluk gibi görüyorum takımda, belki de bir Fenerli olarak öyle görmek istiyorum.

Netice olarak bence stat, seyirci ve "daha fazla isteme" avantajlarıyla (ne kadar tarafsız bakabiliyorsam artık) objektif olarak bile bence Fener favori. Ama 25 yıldır öğrendiğimiz üzere, elbette her şey olabilir. Harbiden, hak eden kazansın...

Ezelî rekabet, ebedî dostluk

Fener - G.Saray maçlarının önemi, anlamı, atmosferi, havası ve insana yaşattığı duygular mâlum. Ama her ne kadar bugün olay düşmanlık seviyesine kadar gelmiş olsa da, iki rakibin artık 50-60 yıl öncesinde kalmış bir takım davranış modellerini bugün özlemle yâd etmemek mümkün değil. Ezelî rekabet bir daha o günlere döner mi, gerçekten böylesi bir dostluk tekrar tesis edilebilir mi, bilmiyorum. Aslında bugünkü ortamla büyüyen taraftarlar, yarının futbolcuları olacağından bu pek mümkün görünmüyor. Bu durumda hoş bir sada gibi gelen ve şu muhteşem rekabetteki muhatabı için "iyi ki varsın" dedirten bu olayların bazılarını hatırlatarak görevimizi yapalım:

Ezeli rakiplerin birbirleriyle yapacakları bir maç öncesinde, Fenerbahçe Başkaptanı Galip Kulaksızoğlu, Galatasaraylılar’a "Oberle kardeşler hasta, Hasan da sakatlanmış. Sizi karşımızda eksik kadroyla görmek istemiyoruz. Dilerseniz maçı erteleyelim" diye haber göndererek, maçın ertelenebileceğini iletti. Fenerbahçe’nin bu önerisini kabul eden Galatasaray, oyuncuların iyileşmesinden sonra, 20 Ekim 1914’de yaptığı erteleme maçında sarı-lacivertli rakibini 6-1 yendi.

Aynı kaynaklara göre, ezeli rekabetin yeni başladığı dönemlerde Galatasaray ile Fenerbahçe sporcuları ortak kiraladıkları bir evde kalıyorlar ve beraber ava çıkıyorlardı. İki takım sporcuları geceleri biraraya gelerek sohbet ediyorlardı. Yine bir gece sohbetin koyulaştığı sırada Galatasaray’dan Ali Sami Yen, Fenerbahçeliler’i, "Said, yarın bizimle maçınız var. Git yat ve dinlen" diye uyardı.

Ezeli rakipler arasında 17 Kasım 1922’de yapılan maç öncesinde de ilginç bir durum yaşandı. Bu tarihte Kadıköy’de ezeli rakiplerin maçı vardı. Maç öncesinde günlerce yağan yağmur sahayı adeta göle getirmişti. Fenerbahçe Başkaptanı Galip Kulaksızoğlu, Galatasaray Kulübü’ne telefon ederek, "Saha çok kötü, maçı erteleyelim" dedi. Galatasaray Başkaptanı Necip Şahin, bunun üzerine, "Anamız bizi bugün için doğurdu. Galip Bey, gelip maçı oynayacağız" diye yanıtladı. Galatasaray, Kadıköy’e gelip maça çıktı ve Fenerbahçe karşılaşmayı 3-0 kazandı.

Ezeli rakiplerin kuruluşlarının ilk yıllarında birleşme durumlarının bile ortaya çıktığı, hatta iki kulüp başkanının ortak takım kurma konusunda anlaştıkları iddia edildi. Galatasaray Kulübü’nün resmi yayın organı Galatasaray Dergisi’nin Şubat 2003 sayısında, Adnan Işık’ın belgelere dayandırarak verdiği haberde, 1912 yılında Galatasaray Kulübü Başkanı Ali Sami Yen ile Fenerbahçe Kulübü Başkanı Hulusi Bey’in ortak imzayla kayıt altına aldıkları belgenin, birleşmeseler dahi, 2 kulübün yabancılara karşı "ortak bir takım" kurma konusunda anlaştıklarını, hatta tüzüğü bile hazırladıklarını gösterdiği kaydedildi.

Ezeli rakiplerin 23 Ocak 1925 tarihinde Taksim Stadı’nda yaptıkları Vatan Gazetesi Kupası maçında ilginç bir olay yaşandı. Fenerbahçe’nin kazandığı penaltı sonrası, atış öncesinde stadın büyük balkon kısmı çöktü. Fenerbahçeli Cafer Çağatay, bu gelişme üzerine penaltı atışında topu bilerek kaleci Ulvi Yanal’a teslim etti.

Fenerbahçe ile Galatasaray, 1934 yılında Türkiye’ye davet ettikleri yabancı takımlarla birer kez hazırlık maçı yaptıktan sonra, üçüncü maçı "Fenerbahçe-Galatasaray Karması" şeklinde oynadılar. Bu karmanın forması ise iki kulübün renklerinin karışımı olan lacivert, sarı ve kırmızıdan oluştu.

Derbinin yakın tarihi ve Fenerbahçe

Son birkaç gündür Lig TV'de Fener ve G.Saray arasındaki derbilerin son 8 yılda oynananları yayınlanıyor. Baktığımız zaman bu sekiz yılda G.Saray'da başkan olarak Faruk Süren, Mehmet Cansun, Özhan Canaydın ve Adnan Polat görev yapmış. Fenerbahçe'de ise sadece Aziz Yıldırım var. O maçlara şöyle bir göz atınca Fener kadrosunun Yıldırım tarafından yıllar içinde nasıl bilinçsiz bir şekilde oluşturulup, ondan sonra (şans eseri ortaya çıkan) iyi taraflarının nasıl budandığını da net bir şekilde görebiliyoruz. Değişmeyen şey Fener'in bu derbilerdeki (sonuç olarak) kesin üstünlüğü ama o maçların hepsini seyretmiş biri neticelerin tamamıyla adil olmadığını, aslında G.Saray'ın en azından beraberliği hak ettiği pek çok maçı kaybettiğini hatırlar.

Neyse, Fener'in son 10 yıldaki kadrolarına şöyle bir bakınca herhangi bir ilke, herhangi bir vizyon, herhangi bir politika vs. görmek mümkün değil. Bir sene Revivo, Rapaic, Andersson'lu bir kadro var. Ertersi yıl Stevic, Johnson, Tuncay, Ortega, Washington gibi kel alâka bir topluluk. Sonra Kemal'lerin, Selçuk'ların, Serkan'ların, Servet'lerin alındığı bir "gençleşme" masalı. Ondan sonra Appiah'lar, Anelka'lar, Alex'ler havada uçuşuyor. Aziz Yıldırım'ın futboldan hiçbirşey anlamadığını, vizyon denen hadiseden hiç nasiplenmediğini net bir şekilde gösteriyor bu siyah-beyaz dengesizliğindeki transferler. Rüzgâr nereden eserse oradan (ama yine de kendi kafasına göre) hareket eden, hiçkimseyi dinlemeyen bir zihniyet yönetiyor Fenerbahçe'yi. Hadi bu zihniyetin (şüphesiz ki şans eseri bir şekilde) oluşturduğu Aurelio, Appiah, Anelka, Tuncay, Alex, Nobre'li o kadro gibi kadrolar kurulsa her yıl ona da tamam. Aslında bana göre tamam değil de, hiç değilse milyonlarca "skor düşkünü" taraftar memnun olacaktır öyle bir durumda. Ama sen taraftara öyle futbolcuları gösterdikten sonra Uğur, Josico, Maldonado gibi adamları nasıl yutturmaya kalkışırsın kardeşim?

Mesela o rüya takımın olduğu sezonda da şampiyonluk son maçta kaçınca Daum'u göndermişti yönetim. Niye gönderildi? 3 sezonun ilk ikisinde şampiyon olan, kulübün ve camianın tüm dinamiklerini artık özümsemiş, 3 yıldır aynı futbolcularla çalışan ve gayet de başarılı olan bir adam nasıl oldu da gitmek durumunda kaldı? Hadi o gitti, böyle tecrübeli ve bu ülkeyi tanıyan bir teknik direktör yerine niye Zico gibi hiçbir tecrübesi olmayan bir adam getirildi? Hadi o şans eseri müthiş bir başarı yakaladı, bu sefer 2 yıldır burada olan ve artık "pişmiş" (özür dilerim Zico) bir durumda onu niye gönderiyorsun? Hadi onu da gönderdin, yerine Aragones gibi bir adam gelir mi? Sadece futbol mefhumuyla alâkalı değil, genel anlamda "zekâsı ve vizyonu olan" bir insan bütün bunları yapar mı?

Hocalar konusundaki bu ilkesizlikler bir yana; Servet, Nobre, Tuncay, Appiah, Aurelio, Serkan, Ümit Özat gibi bu takımın "harcını dökmüş" oyuncular nasıl bedava gönderilir, bu da başka bir soru. Ama bu soruyu sezon başından beri blogda soruyoruz zaten, herhangi bir cevabı olmadığını bilerek..

Velhasıl, bugünkü derbinin Fener'in yakın ya da uzak geleceği açısından hiçbir belirleyiciliği ya da önemi yok. Sadece rekabetin, kerameti kendinden menkul ehemmiyeti, bütün taraftarların her şeyi unutup sadece bu maçı düşünmelerine sebep oluyor, bu var. Ama geniş perspektiften baktığınız zaman Fener kazansa ne olur? Bu yıl şampiyon olabilir mi? Çok zor. İlk ikiye girmek bile bence Kaf Dağının ardında. Peki kaybetse ne olur? Şampiyonluk tamamen imkânsız bir hâle gelir. Camia içindeki muhalefet ve baskı artar. Başkanın aklı belki başına gelir (hatta en iyisi belki de gider?) ve devre arasında Lucescu gibi bir hoca ile 2 çok iyi orta saha oyuncusu transfer edilir ve ondan sonra bakarız.

Aslında ikinci seçeneğin, yani mağlubiyetin Fenerbahçe açısından çok çok daha hayırlı olduğu bir G.Saray maçı bu. Aziz Yıldırım, sadece aklı başında taraftarları bu hâle düşürdüğü için bile utanması lâzım ama o ne yanlışlarını görebilecek bir durumda, ne de onları kabul edecek. 20 milyonluk bir camianın iplerini eline almış keyfince sürüyor. Gözleri gören pek çok taraftarın kendisinden nefret etmesini sağlayarak...