31 Aralık 2009 Perşembe

Huzurlu bir yıl olsun

Gündüz Feneri olarak, blogu takip eden, okuyan herkese ve onların tüm çevresine sağlıklı, huzurlu ve bol kazançlı bir yıl diliyorum. Umarım hiçkimse kaybetmeden değerini anlayamadığımız hiçbir şeyini bu yıl kaybetmez; değerini sahip olunca daha çok anladığımız her şeye de sahip olur. Karmaşık bir dilek oldu ama sahaların en hırçın futbolcusunun yukarıdaki görüntüsü kadar karmaşık değil :)

30 Aralık 2009 Çarşamba

Abdülkadir, Avcı'ya emanet

Fenerbahçe'nin geçen sezon ortasında A.Gücü'nden büyük tantanalarla transfer ettiği 18 yaşındaki genç orta saha oyuncusu Abdülkadir Kayalı, takımda hiç forma giymeden geçirdiği uzun ayların ardından 1.5 yıllığına İBB'ye kiralandı. Abdullah Avcı gibi genç oyunculara fazlasıyla güvenen ve forma vermeyi seven eğitimci bir teknik direktörün elinde kendini Fenerbahçe'ye hazırlaması için mükemmel bir fırsat var şimdi Abdülkadir'in. Bu şansı kullanıp kullanmamak ona kalmış. Man City, Chelsea gibi takımların bile geçen yıl kendisini istediği söylenen bu genç kardeşimizin Türk futbolunda eksikliği fazlasıyla çekilen "çift yönlü orta saha" pozisyonunda bir yıldız gibi parlayarak, 1.5 yıl sonra Fener'e geri dönmesini diliyorum. Lig maçlarında kendisini seyretmek için de sabırsızlanıyorum.

Aston Villa 0 - Liverpool 1

Dün gece kar yağışı altında ve muhteşem bir atmosferde başlayan Aston Villa-Liverpool maçı, futbolsuz geçen şu dönemde ilaç gibi geldi doğrusu. Normal şartlarda sezon başından beri alması gereken puanları almış bir Liverpool için, Birmingham'dan 1 puanla dönmek fena sayılmayacak bir sonuç olurdu. Ama hiç kaybedilmemesi gereken ekstra puanlar kaybedilip tüm krediler tükendiği için, sezon başında 1 puan yazılan maçların da mutlaka kazanılması gereken bir duruma geldik şimdi. Bunun fazlasıyla bilincindeymiş görünen Kırmızılı oyuncular da maç boyunca son derece istekli, azimli ve mücadeleci bir oyun ortaya koydu.

Aslında maçın istatistiklerine bakınca tam bir denge görünüyor ve genel olarak beraberliğin hakkaniyetli bir sonuç olduğu söylenebilir. Ama sadece istatistik ve pozisyon sayıları bu anlamda yüzde yüz bir yol gösterici olamıyor. Maç boyunca Kırmızılar'ın kazanmayı daha fazla isteyen, bunun için daha istekli ve daha çok çalışan taraf olduğu çok açıktı. Villa ise kendi sahasında oynamasına rağmen önce rakibi gömülü alan savunmasıyla durdurup daha sonra (tıpkı Chelsea'ye yaptıkları gibi) duran toptan ya da kontradan bulacakları bir gole bel bağlamıştı. Bu pencereden bakınca Liverpool'un 3 puanı (her ne kadar 90+3'te gelmiş olsa da) hak ettiğini düşünüyorum. Zira maç boyunca elinizden geleni yapıp, "top oynamaya çalışıp" galibiyete yine de bir duran topla ya da kontrayla ulaşabilirsiniz; ona bir şey demem. Ama eğer elinizde 150 milyon avro değer biçilen bir takım varsa ve kendi sahanızda oynuyorsanız maçın "stratejisini" buna göre kuramazsınız. Bu açıdan Liverpool'un başına geçmesi için aday olarak görülen O'Neill'ın çok kötü bir sınav verdiğini düşünüyorum.

Liverpool'un Chelsea, United ve Arsenal'ı geçmesi bu yıl artık pek mümkün görünmüyor. Ne yapıp edip Tottenham ve City'yi alt etmesi ve Şampiyonlar Ligi'ne girmesi lâzım takımın. Onlarla da 4-5 puan fark var şu anda. Artık saçma sapan puan kayıplarını geride bırakıp (bu maçta golü atan kahraman Torres'in de dönmesiyle) "kazanması gereken maçları kazanan" bir Liverpool görmek dileğiyle...

Aston Villa - Liverpool
Şut: 8-8
İsabetli şut: 4-4
Korner: 8-10
Ofsayt: 0-1
Sarı kart: 1-1
Faul: 13-11
Pas isabeti: %73-%77.75
Topa hâkimiyet: %42.2-%57.8

29 Aralık 2009 Salı

Ortak haber garabeti

Son yıllarda Türk spor basınında bir şey dikkatimizi çekiyor: Ajansın biri bir haber yapıyor, ondan sonra kırk yerde aynı haberi aynı cümlelerle okuyoruz. Hiç kimse haberin kendisi mantıklı mı, dikkat çekici mi vs. diye bakmadan, hiçbir yorum da yapmadan birbirinin aynı cümlelerle aynı haberi veriyor. Hatta bu yetmiyor, bir de o haberi bizim okuduğumuzun aynısı bir şekilde televizyon kanallarından dinlemek durumunda kalıyoruz. Aslında "insanlar dinlemek durumunda kalıyor" demeliydim zira yıllardan beri doğru-düzgün televizyon seyretmeyen bir insanım. Bu tip gazetecilik doğduğundan beri şu gazete ve internet sitelerini okumayı da büyük ölçüde bıraktım. Yakında tamamen bırakmayı umut ediyorum.

Bugün mesela "G.Saray iç transferde terleyecek" diye abuk-ötesi bir haber var. Hemen hemen tüm haber kaynaklarında (üstelik neredeyse aynı başlıkla) yer alan bu haberi hazırlayan arkadaş muhtemelen ya geri zekâlı ya da futbol dünyamızı hiç takip etmiyor. Çünkü söz konusu haberde G.Saray'da sözleşmesi bittiği söylenen 6 oyuncu mevcut ama bu durum dünya üzerindeki bütün takımların başına "her yıl" gelen bir hadise zaten. Mesela G.Saray'da gelecek sene de en az bu kadar oyuncunun sözleşmesi bitiyordur, ya da bir sonraki yıl... Hatta diğer her takım için de her yıl geçerlidir bu durum, yani bu yıla ve "x" bir takıma has bir şey değil. Bu bir...

İkincisi, geri zekâlı dememin asıl nedeni olan şeye, sözleşmesi bittiği söylenen oyuncuların isimlerine bir bakın: Kewell, Aykut, Nonda, Linderoth, Emre Aşık, Serkan Çalık... Bu adamlar arasında G.Saray kulübünü gerçekten "terletecek" tek bir isim var mı? Serkan ve Linderoth zaten 2 yıldır yop oynamıyor, boş yere para alıyor. Dolayısıyla bu ikisinin gidişi kulübün işine bile gelir. Nonda ise gönderilmesi neredeyse kesin olan bir oyuncu, sezon sonunda yaşı 33 oluyor. Belki devre arası bile postalayacaklar adamı. Emre Aşık sezon sonunda 37 yaşında olacak ve muhtemelen futbolu bırakacak. Aykut deseniz bence Franco'dan bile iyi kaleci ama giderse kulüp ne kaybeder? Zaten oynamıyor ki! Onun ayarında (yani "onlara göre" onun ayarında) 10 tane kaleci bulunur bu ülkede. Bir tek Kewell var, o da 3 ay öncesine kadar rotasyon oyuncusuydu, şimdi takımın en formda ismi hâline geldi. O da yıl sonunda 32 yaşında olup G.Saray'ı terletecek bir oyuncu değil. Yani pazarlık falan değil onun derdi. Karısı yüzünden ya gidecek ya da onu ikna ederse aynı paraya kalacak.

Dolayısıyla G.Saray'ın sezon sonunda terleyeceği falan yok! Haberde ismi geçen oyuncular Arda, Sabri, Servet, Baros falan olsa anlarım. Haber yaparken, yazarken biraz kafası çalışan, "olayla ilgili" ve futbol dünyasından "haberdar" birileri seçilse daha iyi olmaz mı?

Bir sen eksiktin!

Türk futbolunun kanayan en büyük yaralarından biri, sokakta görseniz adam yerine koymayacağınız tiplerin kulüplerde yönetici pozisyonunda bulunması diyebiliriz. Bunu Fener, G.Saray, Beşiktaş vs. diye ayırmıyorum; hepsinde aynı rezil insan modelinden fazlasıyla mevcut. Bugün bir radyo programında bir tanesiyle daha tanıştım bunların. Beşiktaş'ın basketbol şube koordinatörü olduğunu öğrendiğim Hasan Bozkurter isimli şahıs, (benim seyretmediğim) Fenerbahçe maçında Mehmet Keseratar'ın yaptığı hatalar yüzünden emeklerinin çalındığını, bir daha bu hakemi maçlarına istemediklerini vs. anlatıyordu. Buraya kadar bir sorun yok, zaten bu tarz itirazları herkes yapıyor. Ayrıca gerçekten hakları yenmiş de olabilir, ona da bir şey demiyorum. Ama kullandığı öyle bir cümle vardı ki, bu mahlukatın derhal Türk sporundan uzaklaştırılması gerektiğinin kanıtı gibi adeta. Özetle şunları söyledi Bozkurter: "Düşünebiliyor musunuz, eğer bu hatalar Akatlar'da yapılsaydı neler olurdu? O seyirciyi o zaman kim tutabilirdi? Tamam, biz de centilmenlikten yanayız. Tribün terörünün bitmesini biz de destekiyoruz. Ama bunun en önemli kriterlerinden biri de (!!!) maçları yöneten hakemlerdir. Eğer onlar bu kadar hata yaparsa, o zaman biz de bazı şeylerin önüne geçemeyiz."

Yeni spor yasasında bu adamın söylediği sözler toplumu galeyana getirmek ve kışkırtmak suçuna giriyor direkt olarak. Böyle tipler mevcut olduğu sürece Türk sporumdan hiçbir BOK olmaz. Hatta bok bile olmaz. Allah bunları başımıza musallat edenlerin belasını versin, başka bir şey demiyorum.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Andre Santos Real'e mi gidecek?

Bunları allah mı söyletiyor bilmiyorum ama İspanyol basını (hem de ciddi basını!) Real Madrid'in, Repe'nin sezonu kapatmasının ardından defansa almayı düşündüğü oyuncu için aday sayısını 2'ye indirdiğini yazmış. Benfica'lı Andre Luiz ve Fenerli Andre Santos. Fenerbahçeli herhangi bir taraftara sorsanız, yüzde doksanı takımla ilgili olarak en nefret ettiği şeyin "vurdumduymaz futbolcular" olduğunu söyler. Bu, benim için de böyle; hatta bu adamlar yüzünden 5 yaşımdan beri tuttuğum takımdan bile soğudum. Alex, Deivid, Roberto Carlos, Semih, Kazım yetmezmiş gibi sezon başında bu sünepelerin arasına Andre Santos da katıldı. Gerçi Konfederasyon Kupası maçlarında hiç de öyle bir görüntüsü yoktu bu oyuncunun ama Rıdvan'ın dediği gibi Samandıra'nın havasında mı, suyunda mı bir şey var bilmiyoruz; Andre Santos şu anda sabahtan akşama kadar falakaya yatırılması gereken bir adam görüntüsünde. Daha Türkiye'deki ilk maçlarda bile gösterdiği tekniği muazzam ve etkileyici ama onu bile gözüm görmüyor şu anda benim. O bitik görüntüsü, o lakayt çalımları, o skor dezavantajı varken bile oyundan çıkarken sahayı 60 saniyede terk etmesi vs. midemi bulandırıyor. Dolayısıyla Fener'in devre arasında alacağı herhangi bir oyuncudan daha fazla, Andre Santos'un gönderilmesi sevindirir beni. Bu açık ve net.

Sonuçta Vederson da gayet iyi oynuyor bu yıl ve eğer bir Türk yedek alınırsa (örneğin Çağlar ya da Trabzon'da yedek olan Ferhat) orada idare edebilir. Gerçi Vederson'un da adı kelepçeli alemlerde geçmişti ama aslını-astarını bilmiyoruz.

Özetle, Roberto Carlos'tan sonra Deivid ve Andre Santos da gönderilir, yabancı olarak Avrupalı (mesela İtalyan) ve profesyonellik anlayışı üst düzeyde olan oyuncular tercih edilirse, ikinci yarıda her şey daha güzel olabilir Fenerbahçe için.

27 Aralık 2009 Pazar

Unutulmaz Diyaloglar #8: Yedi Bela Hüsnü

Kemal Sunal'ın en komik ve eğlenceli filmlerinden biri olan bu güldürüyü herhalde bu ülkede seyretmemiş insan evladı yoktur. İstanbul'da şirin ve klasik bir mahallenin tüm gayrımenkullerine dalavereyle sahip olan bir zorbanın, inşaat yapmak için herkesi sokağa atmak istemesiyle başlayan film, o zorbanın "bir gün birinden belasını bulmasını" dileyen tüm mahalle eşrafının kurtarıcısı gibi ortaya çıkan (Kemal Sunal'ın canlandırdığı) Hüsnü'nün maceralarını anlatıyor. Üçkâğıtçı arkadaşı Cemal'in "sana Hüsniye'yi ayarlayacağım" diyerek her seferinde kaz gibi yolduğu bu süzme enayi, filmin ilk yarım saatinde ne yaptıysa sevdiği kızın gözüne giremiyor. Sonunda Cemal'in (kahvede mahallelinin isyanına şans eseri şahit olması sonucu) kurduğu bir tezgâhla tek çözümün, ahaliye kan kusturan Malik'i alt etmekten geçtiğini anlıyor. Film elbette bütün Kemal Sunal komedileri gibi mutlu sonla biterken, 85 dakika boyunca insanı gülmekten kıran sayısız diyalog ve replik barındırıyor.

---

Filmin başında Cemal ile ayarladıkları 5 kişiyi, Hüsniye'nin penceresi önünde stilize dövüş numaralarıyla haşat eden Hüsnü, kızdan yine ve yeniden yüz bulamaz; Hüsniye olayın hemen ardından hışımla pencere ve perdelerini kapatır ("kaba kuvvet kullanan erkeklerden hoşlanmıyorum"). Bunun üzerine Cemal, Hüsnü ve dayak yiyen 5 arkadaş, her zamanki buluşma yeri olan harabede bir araya gelir. Hüsnü'nün gerçekten vurup gözünü morarttığı arkadaşı, Hüsnü'ye sitemde bulunur:

-Adam: Hüsnü be... Şakadan kavga dedik, bize gerçekten vurdun. Gözüm hâlâ ağrıyor birader.

-Hüsnü: Görünce kendimi tutamıyorum Reşat... Babam gelse çakarım... Karıya hayvan gibi aşığım... Kendimi bile dövebilirim...


---

Cemal'in planı gereği Hüsniye'ye "japon yapıştırıcısı" gibi yapışan Hüsnü kızı sürekli takip eder. Sonunda onun bindiği minibüse de binip arkasındaki koltuğa oturur ve ona yazdığı (ve Kemal Sunal standartları için bile fazlasıyla absürd olan) şiiri herkesin içinde okur:

Suya attım bir taş
Çıkardı bir ses: Faş, faş..
Kafama biri vurunca
Gözümden geliyor yaş

Hüsniye, Hüsniye
Beni döndürdün deliye
İstersen beni sor Veli'ye
Diyecek ki, 10.30'da binecek Hüsnü gemiye...

Hüsnü: Nasıl buldun Hüsniye? Cemal dedi ki, en güzel aşk şiiriymiş...

---

Hüsniye'yi ne yaptıysa tavlayamayan Hüsnü parkta tek başına gezerken, bir bankın üzerinde duran köpeğin yanına oturur. Köpekle konuşmaya dalan Hüsnü, "sen Hüsniye olsaydın ne derdim biliyor musun?" diye başlayıp, işi evliliğe ve bir düzine çocuk yapmaya kadar götürür. Bu sırada konuşmaları duyan insanlar onun etrafında toplanıp hayretler içinde bu "sapık" diyaloğu dinlemeye koyulmuştur, bir süre sonra dayanamayıp müdahele ederler. Hüsnü de sonunda, "saçma mizah"ın dibine vuran repliğini söyler:

-Kadın: Tu sana edepsiz herif! Rezil, utanmaz, allah kahretsin seni!
-Adam 1: Ulan ilk defa köpeğe evlenme teklif eden bir sapık görüyorum!
-Adam 2: Ayıp değil mi köpekle ilişki kurman?!
-Hüsnü: Ulan manyak mısınız siz!
-Kadın: Manyak sensin! Senin gibi sapıklar yüzünden koca bulamayıp evde kalıyoruz!
-Hüsnü: Sende bu surat varken evde değil odada bile kalırsın...

---

Malik'in mahalleliye yaptıklarını şans eseri öğrenen Cemal, Hüsnü'yü Malik'in üzerine salarak onların derdini çözebileceğini söyler herkese. Amacı mahalle eşrafından toplayacağı 100 bin lirayla ortadan toz olmaktır. İnsanları plana inandırır ama önce Hüsnü'yü ikna etmelidir. Hüsnü'nün cebinden çıkardığı (evet, cebinde taşıyor! :) bir aynayı onun yüzüne doğru tutarak "dünyanın en haşin" suratına sahip olduğunu söyler. Hüsnü de bu arada kendini seyretmektedir.

-Cemal: Gördün mü bak: Haşin, sert bir erkek yüzü. Gördün di mi? Şu sertliğe bak be! Şu sertlik hiçbir erkekte yok valla! Gül şimdi (Hüsnü sırıtır). Mmmm, gülmen bile sert! Güldüğün zaman bile şu surat yumşamıyor. Şu suratı gören, yedi mahalle öteye kaçar. Şu suratı gören kadın korkudan geberir. Şu suratı gece gören çocukların dili tutulur. Yalan mı Hüsnü?

-Hüsnü: Ben bile korkmaya başladım kendi suratımdan.

-Cemal: Sen bile suratından korktuğuna göre, Hüsniye ne yapmaz?

-Hüsnü: Altına işer.

---

Cemal'in gazına akıl almaz bir seviyede gelen Hüsnü, Malik'in sahip olduğu pavyonlardan birine gidip posta koyacak kadar kendini kaybetmiştir. Pavyona girince gidip bir masaya oturur, garsonu çağırır:

-Garson: Buyrun efendim.
-Hüsnü: Bana pezevenk Maliği gönder.
-Garson: Burada 1 Malik var, o da buranın sahibi Malik beyefendidir!
-Hüsnü: İşte o, söyle deyyusa gelsin. "Yedi Bela Hüsnü geldi" de.
-Garson: Lütfen patronuma bu şekilde hitap etmeyin!
-Hüsnü: Ediyorum; ve burayı dağıtıyorum (kalkıp önüne çıkan ilk masaya tekmeyi vurur, sağı-solu yıkmaya başlar).

Fener'e ne lâzım?

Fenerbahçe'de ara transfer dönemi her zamanki gibi hareketli geçeceğe benziyor. İlk olarak Önder Turacı'ya kapıyı gösteren sarı-lacvertlilerde Lugano ve Bilica'nın yedeği olarak sadece Bekir ve (orada oynamayı unutmuş bir) Deniz kaldı. Yönetimin öncelikle buraya düzgün bir oyuncu alması gerekiyor. Adaylar kim olabilir? Ülkenin şu anda en iyi stoperi Kayserili Aydın, bu sezon forma giyemeyecek olan Kayserili Eren, Bursalı İbrahim uygun isimler mesela. Sonuçta teknik direktörün en fazla beğendiği ve faydalı olacağını düşündüğü bir tanesiyle mutlaka anlaşılmalı.

İkinci husus Gökhan Gönül'ün yedeği. Burası için genelde Önder düşünülüyordu ama hem o gönderildi hem de sezon başından beri Daum orada Bekir'i kullanıyor. Bu durumda Fener'in oyun formatı da tamamen değişiyor. Bir takımı sevk ve idare eden zihinlerin böyle bir şeyi görmesi ne kadar zordur, doğrusu bilemiyorum. "Hücumcu bek" diye bir şey var, bir de stoper olup orada "kerhen" oynayan oyuncu modeli var. Bekir de, Önder de bu ikinci kategoridendi. Ama mesela Emrah Eren diye bir bek var Türkiye'de, bu ülkede kadri en az bilinen oyunculardan biridir. Şimdi Bank Asya'da oynuyor ama Bekir'den de, Önder'den de iyi bir sağ bek değilse ben hiçbir şey bilmiyorum. Sonuçta bir takımın as 11'i kadar yedek 11'i de önemli. X bir oyuncu olmadığında onun yerine koyduğunuz oyuncunun, takımın oyun anlayışını bu kadar değiştirmemesi lâzım. Dolayısıyla Gökhan için de bir yedek bulmak gerekiyor takıma. Deniz Barış mentalitesinde, yedek olmasını sorun etmeyecek, profesyonelce yaşayan ve gençlere örnek olan biri olsa da olur. İllâ "yetenekli ve genç" olmak zorunda değil.

Sol bekte Andre Santos ve Vederson var, orayı geçiyorum. Ön libero zaten en kalabalık yerlerden biri. Yalnız burada çift ön liberodan, savunma ağırlıklı olan pozisyon için 3, hücuma destek veren pozisyon içinse sadece 1 oyuncu (Emre) var. Fener takımını sezon başında planlayanların nasıl bilgisiz adamlar olduğu buradan da anlaşılabilir. Ben bunları yılın başından beri yazıyorum, Emre'nin de bu takımda bir yedeği yok! Türkiye'de ise kalitesi kıyaslanmasa da oyun tarzı olarak onu yedekleyebilecek olan Sezer Badur diye bir oyuncu var, Fenerbahçe'de oynamak istediğini defalarca söylemiş bir isim. O mutlaka alınmalı. Hatta Cristian ve Deniz dururken Selçuk da gönderilebilir, sezon başında Espanyol falan istiyordu ya..

Sağ açıkta Topuz var, yine yedek bir oyuncu yok. Sol açıkta ise Özer ve Uğur var, eğer Özer orada oynatılacaksa. Ki öyle olacak muhtemelen zira Alex ve bir forvet (hatta Emre) varken Özer ya sağ ya da sol açıkta oynayabilir, başka açık pozisyon yok takımda. Deivid ve Kazım gönderileceğine göre sağ kanada da bir transfer lâzım. Ben hâlâ Hamit Altıntop diyorum. Fenerbahçe'nin son 10 yılda yaptığı en önemli 5 transferden biri olur bu oyuncu, eğer alınırsa. Şu anda dünya üzerindeki en iyi Türk oyuncu o, ayrıca Gökhan ile de kusursuz bir ikili olurlar.

Forvette ise Güiza gönderilmeyecekse (ki öyle görünüyor) ilk 11'de oynayacak değil, İspanyolu zorlayacak yetenekli bir genç oyuncu alınması daha iyi olur. Mesela bugün De Melo'nun adı geçiyor gazetelerde, bence ideal bir isim. Ama bana sorsanız ben Güiza'nın satılıp Fred, Kuranyi, Zigic, Carew gibi isimlerden birinin alınmasını tercih ederdim. O zaman yine o genç yedek alınsın derdim. Semih de gönderilsin diye eklerdim bu arada. Artık onun triplerinden midem fazlasıyla bulanmaya başladı çünkü.

Sonuçta Fenerbahçe ikinci yarıda ligde zaten favorilerden biri ama Avrupa Ligi'nde ilerleyebilmesi için Lugano-Bilica, Emre, Gökhan'dan birine bir şey olduğunda ne yapacağını iyi düşünmeli. Bu oyunculara (onlarla aynı tarzda) yedek oyuncular mutlaka transfer edilmeli. Özet bu.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Ali Turan G.Saray'a?

G.Saray'ın, sözleşmesi sezon sonunda bitecek olan Kayserisporlu Ali Turan ile gelecek sezon için anlaştığı iddia ediliyor. Yılbaşından sonra bu transferin aslı-astarı ortaya çıkar. Ama şayet gerçekleşirse ne olur? Ona kafa yoralım.

Ali, Fenerbahçe altyapısından yetişmiş bir oyuncu. 2004 yılında geldiği Kayseri takımında önceleri stoper oynuyordu. Şimdi ise son 2 sezondur sağ bekte de görev yapmaya başladı. Arkadaşlarının ona "Dani Alves" demesi ise gerçekten de çok komik. Zira Ali, bu ülkenin Recep Çetin'den beri gördüğü belki de en kazma sağ bek. Zaten dediğim gibi, aslında bek değil ama gücüyle, çalışkanlığıyla, kademe bilgisiyle vs. orada da oynayabiliyor. Stoper oynadığında ise savunmadan top çıkarma konusunda tam bir felaket. G.Saray bu yıl Servet ve Gökhan'dan bu hususta bu kadar çekerken bir de Ali'nin alınması bence çok yanlış bir transfer olur. Zira Ali, kelimenin gerçek anlamıyla "kazma" bir oyuncu. Dolayısıyla büyük takımların günümüz futbolunda tercih etmeyecekleri türden bir savunmacı. Ha, 27 yaşındaki bu oyuncunun G.Saray'a geldikten sonra kendini geliştireceği düşünülüyorsa ona bir şey demem.

Ben ille de birine benzeteceksem mesela Puyol'a benzetirim Ali'yi. Puyol da bundan 3-4 sene öncesine kadar dünyanın (büyük takımlardaki) en balta stoperiydi. Yıllarca da Barça'ya yakıştırmadım bu yüzden, bir taraftar olarak. Ama yanına müthiş teknik olan Marquez ve Pique gibi oyuncular monte edildiği için, zaten bu özelliği de fazla göze batmıyordu. Şimdi ise bir şekilde kendini geliştirmiş, eskisine göre çok daha akıllı ve biraz daha teknik bir adam hâline geldi Puyol. Ama yaş da 32 oldu bu arada, ayrı konu.

Öte yandan, takımda zaten Sabri ve Uğur'un olduğu düşünülürse, Ali'nin daha çok stoper olarak alındığı gerçeği ortaya çıkıyor ki, Ali Turan-Servet tandemini düşünmek bile G.Saraylı taraftarlarının tüylerini diken diken edebilir. Bu durumda Fener'in gözden çıkardığı Önder, çok daha uygun bir oyuncu G.Saray için. Ama onu alabilirler mi, bilemem.

25 Aralık 2009 Cuma

Saffet Sancaklı

Futbolculuğunda da çok sevdiğim ve konuştuğunda keyifle dinlediğim Saffet Sancaklı'nın Daniel Güiza hakkındaki yorumu:

"Güiza çok önemli bir oyuncu, Türkiye'ye gelmesi de büyük bir olay. Bir gün kendi gözümle gördüm, bir maçta 13 bin metre koşmuştu. Abi bir santrfor var ya, 5-6 bin metreyi geçmez ya... Bizim zamanımızda bu 1500 metreydi..."

24 Aralık 2009 Perşembe

Ligde ilk yarı değerlendirmesi

İlk yarının takımı: Kasımpaşa
İlk yarının teknik direktörü: Yılmaz Vural
İlk yarının oyuncusu: Ariza Makukula
İlk yarının hakemi: Yok

İlk yarının altın 11'i:

Souleymanou Hamidou

Sabri Sarıoğlu - Aydın Tosçalı - Matteo Ferrari - İbrahim Üzülmez

Gustavo Colman - Fabian Ernst - Ivan Ergic

Andre Moritz

Ariza Makukula - Harry Kewell

İlk yarının gümüş 11'i:

Ömer Çatkıç

Ali Turan - Tomas Zapotocny - Koray Avcı - Olcan Adın

Mile Jedinak

Kader Keita - Alex De Souza - Volkan Şen

Mustafa Pektemek - Julio Cesar

Altın 11'in değerlendirmesi:

Suleymanou Hamidou: Ligin en az gol yiyen kalecisi, yan toplardaki becerisi ile parmak ısırtan bir isim. Fener maçında Cristian'dan yediği gol tam anlamıyla komediydi ama onun dışında ligin en istikrarlı ve en tecrübeli kalecilerinden biri olarak, Kayseri'nin ilk yarıdaki başarısında büyük pay sahibi olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Sabri Sarıoğlu: Adeta motor takmış gibi bir ileri, bir geri hiç usanmadan gidip gelen ve sanki art arda iki maç çıkartacakmış gibi kuvvetli görünen Sabri, nihayet bu yıl G.Saray taraftarının gözüne girebildi. Buradan bana atıp tutan sürüyle taraftar, vakti zamanında (tahminimce) bu adamdan yaka silkmişken ben (her ne kadar karakterinden iğrensem de) biraz Avrupa terbiyesi görse Juventus'ta bile oynayabileceğini savunup komik durumlara düştüm yıllarca. Türkiye'nin de (herkesin düşündüğünün aksine) en iyi orta yapan oyuncusu olduğu kanaatindeyim. Fener maçıyla başlayan suskun, daha az antipatik ve hakeme itirazını makul seviyeye çekmiş bir Sabri, izlenmesi zevk veren bir futbolcu.

Aydın Tosçalı: Millî takım için ciddi olarak düşünülmesi gereken Aydın, ayağı çok düzgün olmasa da sert, gerektiği kadar çabuk, güçlü ve savaşçı bir oyuncu. Geçen yıl yanında gencecik Eren oynuyordu, bu yıl Serdar geldi ve Aydın bu ikisinin takıma adaptasyonunu hızlandıran bir isim oldu. Bana göre şu anda Servet'ten de, Zan'dan da, Toraman'dan da daha iyi bir stoper. Hatta ülkenin en iyisi diyeceğim. Eren döndüğünde ligin en kaliteli tandemi olacaklar.

Matteo Ferrari: Zamanında Radikal Futbol'da Xavi için "Katalan olmak dışında hiçbir özelliği olmayan oyuncu" deyip Kemal ve Selçuk'tan daha iyi olmadığını iddia eden Mehmet Demirkol'un "Zan'dan daha iyi olmadığını" öne sürüp fena halde (bir kez daha) rezil olduğu bu oyuncu, Türkiye'ye Uche, Högh, Zago gibi isimlerden beri gelmiş en iyi savunmacı. Sezon başında ne kadar önemli bir isim olduğunu zaten yazmıştım, Beşiktaş defansında özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında gösterdiği olağanüstü performansla beni haklı çıkardı. Ligin ikinci yarısında da bu performansını sürdürürse yılın kare asındaki yeri garanti gibi.

İbrahim Üzülmez: Türk futbol tarihinin en özel futbolcularından biri olmayı artık garantilemiş olan bu oyuncu, ahlâk olarak zayıflıkları olsa da bir profesyonellik abidesi adeta. Yaşı 35 olmasına rağmen kendine (muhtemelen) o kadar iyi bakıyor ki, hemen her maçta sahada en çok koşan isimlerin başında geliyor. 10 yıldan beri hangi teknik direktör gelse (zamanın Müjdat Yetkiner'i gibi) ondan vazgeçemiyor çünkü geçilecek gibi değil. Şirazeden çıkmış görünen genç Türk futbolcuları için de mükemmel bir örnek aynı zamanda.

Gustavo Colman: Trabzon'un ilk yarıdaki en iyi oyuncusu olan Colman, pek fazla pres yapmasa ve fiziği yeterli olmasa da takımın oyun kurucusu, beyni, en golcü ismi ve en iyi asistçisiydi. Selçuk ile beraber orta sahada oynadığında ligin en teknik ve ayağı en düzgün orta sahalarından birini oluşturuyor. İstanbul'un üç büyüklerinde de oynayabilir bence ama özellikle temposunu biraz daha arttırması lâzım.

Fabian Ernst: İlk yarının en çok koşan oyuncularının başında gelen bu müthiş profesyonel, Ferrari ile birlikte takımın omurgasıydı. "İki yönlü orta saha" tabirinin sahadaki tam karşılığı olan, mücadele ruhuyla takım arkadaşlarına da ilham veren, hangi koşulda olursa olsun belli bir performansın altına düşmeyen Ernst, yine son yıllarda ülkemize gelmiş en iyi yabancılardan biri. Ha, kazma ve oyun zekâsı düşük, tamam; ama onlar da olsa bu ülkede ne işi var ki?

Ivan Ergic: Kariyerinde 6 aylık Juventus macerası da bulunan bu merkez orta saha oyuncusu, 7.5 yıl oynadığı Basel'den Bursa'ya geldiğinde şaşırmıştık. Nitekim ilk haftalarda adaptasyon sorunu nedeniyle sıradan bir görüntü veren Ergic, ilk yarının ortalarından itibaren müthiş bir form düzeyi yakalayarak takımın yaptığı çıkıştaki en önemli isimlerden biri oldu. İnönü'de Beşiktaş'a attığı müthiş gol de, son haftada bu performansını taçlandırdı.

Andre Moritz: İlk yarıda Fener'den başka diğer üç büyük takıma gol atmayı başaran, takımın oyun kuruculuğunu yapan ama aynı zamanda hiç beklenmeyen şekilde maç başına en az 10 km koşan yetenekli bir oyuncu Moritz. Daha 23 yaşında olmasına rağmen takımın en olgun, en akıllı ve en güvenilen elemanı gibi görünüyor sahada. Yaptığı 7 gol, 3 asist ile skora direkt etki eden Moritz, Alex'in çok kötü oynadığı ve sahada hiç görünmediği birkaç maç nedeniyle onu geride bırakıyor bence.

Ariza Makukula: Yıllardan beri gezmediği ülke kalmayan, sayısız takımda forma giyip hepsinden şutlanan bu ilginç futbolcu, Kayseri'de adeta küllerinden doğdu diyebiliriz. Attığı 13 gol bile buraya girmesine yeter ama onun dışında takım üzerindeki etkisi, mücadelesi ve istikrarı ile ligde ilk yarının en iyi oyuncusuydu. Gol krallığını neredeyse ilk devreden garantileyen bu oyuncunun, Dünya Kupası kadrosunda yer alabilmek için gösterdiği mücadeleyi izlemek, ikinci yarıda da futbolseverere zevk verecektir.

Harry Kewell: İlk yarının en başarılı oyuncularından biri de, takımın formu düşerken kendisininkini yükselten ve özellikle son 5-6 haftada zirveye taşıyan Kewell idi. Savunma yapmaması nedeniyle takım için dezavantaj da teşkil ediyor ama hücumdaki etkinliği, kanatta oynamasına rağmen attığı golleri ve lider özellikleri ile seyreden herkesin takdirini kazandı. Çoğu maçta 90 dakika sahada kalması ise hem şaşırtıcı, hem hayranlık uyandırıcıydı.

Birsa: Alnından öpülecek sporcu

Fransa Liginde bu gece oynanan maçlarda oldukça sürpriz skorlar alındı. Tıpkı Lyon gibi kendi sahasında şok bir sonuçla Auxerre'e 2-0 mağlup olan Marsilya da formsuz görüntüsünü sürdürüyor. Ama benim dikkat çekmek istediğim konu, bu maçta yaşanan ve gerçek futbolseverlerin tüylerini diken diken edecek bir olay...

Maçın 34. dakikası oynanırken Auxerre takımının Sloven oyuncusu Valter Birsa (23), orta saha civarında yan yana koştuğu Bakary Kone'nin faulüyle bir anda yüzünü tutarak kendini yerde buluyor. Maçın hakemi Philippe Kalt olay yerine giderken cebinden kırmızı kartını çıkarıyor ve direkt olarak Kone'ye gösteriyor. İtiraz eden Fildişili yıldıza ise "dirseğiyle rakibinin yüzüne vurduğunu" ima eden bir takım işaretler yapıyor. Tartışmalar sürerken Kone bir şekilde sahayı terk etmiyor ve yerden kalkan Birsa, rakibinin kırmızı kart gördüğünü fark ediyor. Bunun üzerine hakemle konuşan genç oyuncu rakibinin kasıtlı herhangi bir müdahelesinin olmadığını ayrıntılı bir şekilde hakeme anlatıyor ve Kone'nin kırmızı kartının Philippe Kalt tarafından geri alınmasını (!) sağlıyor. Evet, yanlış okumadınız. Velodrome gibi bir deplasmanda bir oyuncu böyle bir davranışı sergileyebiliyor işte. Yazarken bile tüylerimin diken diken olduğu bu jest yüzünden Birsa kardeşimi alnından öpüyor ve davranışının, dünyanın dört bir yanında hakemi aldatmaya çalışan tüm meslektaşlarına örnek olmasını diliyorum.

Not: Her zaman söylediğim gibi futbolun adaletine (kısa olmasa bile uzun vadede) son derece inanan bir kişiyim. Bu örnekte de Auxerre'in maçı (kaleyi bulan 2 şutla) deplasmanda 2-0 kazanmasından dolayı nasıl mutlu olduğumu anlatamam.

Sergen Yalçın #2

"Çocuklara (altyapıda çalıştırdığı gençlerden söz ediyor) hep onu söylüyorum: Süper yetenek olmanıza gerek yok. Dünyada süper yetenek birkaç tane zaten; Messi var, Ronaldo var, bir yerlerden çıkıyor bunlar. Onun dışındaki oyuncular hep aynı seviyede. Chelsea'deki Ballack mesela, çok süper oyuncu mu? Hayır. Fiziği iyi, kafaya çıkıyor, falan-filan yani..."

23 Aralık 2009 Çarşamba

Hayat Özer ile ne güzel

Fenerbahçe'nin kadrosundaki (Emre ve Gökhan ile birlikte) en büyük potansiyele sahip yıldız olan 1986 doğumlu Özer Hurmacı, bu akşam 3-0 kazanılan Altay maçının en dikkat çeken oyuncusuydu. Maça Semih'in arkasında ikinci forvet ve büyük oranda oyun kurucu olarak başlayan Özer, ikinci yarının ortalarından itibaren defansın önündeki iki oyuncudan biri olarak oynadı. Ve her iki devrede de birer gol atmayı başardı. Top alış-verişleri, oyun zekâsı, iki ayağını kullanması ve daha birçok özelliği ile, daha önce de yazdığım gibi Özer, Arda ile birlikte bu ülkenin en önemli genç oyuncusu olduğunu, her geçen gün daha kalın çizgilerle gösteriyor bize. Bir takımın taraftarı olarak 24 yaşındaki Gökhan, 23 yaşındaki Özer, (karakterini geçersek) 29 yaşındaki Emre gibi üç oyuncuya sahip olmak inanılmaz güzel bir duygu. Bunlara 26 yaşındaki Semih ve 23 yaşındaki Kâzım'ı da ekleyebilirdik ama onlar bu sezonu rezil bir görüntüyle geçiriyor.

Bu akşamki Altay maçının bir diğer çok önemli oyuncusu ön libero Deniz Barış idi. Şampiyonlar Ligi'inde çeyrek final oynayan kadronun demirbaşlarından olan bu profesyonellik abidesi, son 3 maçtır oyunun defansif yönünde hâlâ bu ülkenin en iyi ön liberosu olduğunu gösteren performanslar sergiliyor. Ligin ikinci yarısında üzerinde itinayla durmak gerekir diye düşünüyorum. Şu hâliyle en az Cristian kadar iyi, Selçuk'tan ise fazlasıyla önde Deniz.

İlk 11'de oynamak istediğini söyleyerek devamlı ağlayan Semih ve Uğur, 5 üzerinden 2 yıldızlık performanslarıyla vasatı geçemedi. Mehmet Topuz ise transferinden beri benim seyrettiğim en iyi oyununu oynadı. Sol taraftan Uğur'un ortaladığı iki topta içeri girip kafa vuruşları yaparak ideal bir kanat oyuncusu profili çizdi Topuz. Bunlardan birinde akıllıca indirdiği topta takım ilk golü bulurken, ikincisinde oyuncunun net ve iyi vuruşunu rakip kaleci kornere çeldi. Ayrıca içe kat ederek yaptığı koşuda pisburunla gol atmayı da başardı. Topuz'un sahip olduğu kapasiteyi düşündüğümüzde, bu maçtaki formunu sezonun ikinci yarısında koruması ve arttırması gerekiyor.

Netice olarak Fenerbahçe ligin son haftasının ardından kupada da formda bir görüntü çizdi. Gruptaki Eskişehir ve Antalya deplasmanlarında kaybetmeden, Tokatspor'u evinde yenerek lider olarak bir üst tura çıkabilir sarı-lacivertliler..

Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan Babacan (**) - Bekir (**), Lugano (***), Bilica (***), Andre Santos (**) - Mehmet (***) (72' Ali Bilgin (*), Deniz (***) (61' Devid (*), Cristian (**), Uğur (**) - Özer (****) (82' Abdülkadir (*) - Semih (**)

Goller (3-0): Özer 35', 78', Mehmet 57'

1983'ün en iyi filmleri


1. Monty Python's The Meaning of Life (10)
Terry Gilliam

2. The Big Chill (10)
Lawrence Kasdan

3. Sans Soleil (9)
Chris Marker

4. Paris, Texas (9)
Wim Wenders

5. Local Hero (8)
Bill Forsyth

Diğer: The Outsiders (8), Rumble Fish (8), Scarface (7), Star Wars: Episode VI - The Return of the Jedi (7), Nostalghia (7), Flashdance (6)

Görmediklerim: La Traviata, A Christmas Story, The Right Stuff, Hadashi no Gen, El Norte, Tender Mercies, WarGames, Valley Girl, Trading Places, Testament, Le Bal

22 Aralık 2009 Salı

3. Dünya Savaşına doğru

"ABD ve diğer zorba güçler kitle imha silahlarından arındırılana dek diğer milletlerle birlikte mücadelemize devam edeceğiz. Dünyanın hâli şu anda içler acısı. Ve insanlığın tüm sorunlarının temelinde gasp ve zulüm yapanların hakimiyeti yatıyor."

"Enerji, medeniyet ve kültürün merkezi Orta Doğu’ya hakim olmak amacıyla işgal edilen Afganistan ve Irak’ta 1 milyona yakın insan hayatını kaybetti ve milyonlarca insan mülteci konumuna düşürüldü. Savaş ve çatışma şimdi üçüncü bir ülkeye, Pakistan’a da yayıldı. Batılıların demokrasi, insan hakları ve özgürlük sloganıyla yaptığı katliamlar, tarihteki bütün canilerin ve katillerin yüzünü ak çıkardı."

"İnsanlığın başına bela olan zorba güçler artık her konuda çıkmaza girdi ve sorunları daha da karmaşık hâle getirdi. İran halkı aleyhinde son 30 yılda örgütlü şekilde komplolar ve planlar yapılıyor ama bugün insanlık düşmanları günden güne zayıflıyor ve zelil oluyor. Her konuda çıkmaza girdiler ve siyasi alanda da çıkmazdalar. Dünyadaki hiçbir sorunu çözmeye kadir değiller. 60, 100 yıllık sorunlar hala yerinde duruyor. Sorunlar onların müdahalesiyle daha kötü ve karmaşık hale geldi. Dünyaya hakim olmak için Güvenlik Konseyini kurdular ve veto hakkı elde ettiler ancak bu kurum bugün itibarsız ve işe yaramaz hâle geldi."

"Amerikalılar tarih bilmediği için Afganistan’ı işgal etti zira bu ülke son 100 yılda zaten İngilizler ve Ruslar tarafından işgal edilmişti. Ama onlar Afganistan’ı rezil bir halde terk etmek zorunda kaldılar. Bugün Afganistan’da katliam yapanlar, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nden daha rezil bir şekilde bu ülkeyi terk edecek."

"İran halkı, ebediyete kadar ne ABD’ye, ne onun hizmetçilerine ne de onların yedi sülalesine iç işlerimize karışma hakkı verecek. Bundan sonra biz hak talep edeceğiz. ABD’nin 8 bin nükleer başlıklı bombası var, bunlar mutlaka imha edilmeli. Siyonist rejimin (İsrail) 400’e yakın nükleer başlıklı bombası var, bunlar da mutlaka imha edilmeli. Onlar bilsinler ki, İran halkı ve bütün milletler ABD ve diğer zorba güçler kitle imha silahlarından tamamen arındırılana kadar direniyor ve direnecek."

"Onlar kim oluyor da bize yıl sonuna kadar süre veriyor? Biz onlara fırsat veriyoruz ki, ahlâk, edebiyat ve davranışlarını ıslah etsinler; aksi halde tüm haklarımızı onlardan alacağız."

"İran halkı ve devletinin zayıf olduğunu hayal ediyorlar, şeytanlar da daha fazla baskı yapılması için onlara bu konuda rapor veriyor. Çatışmadan yana değiliz ama bilsinler ki bugün İran halkı ve devleti geçen yıla göre on kat daha güçlüdür. Hangi konuda ne yapacaksak açıkça ve korkmadan söyleriz. Atom bombası yapmak isteseydik, sizlerden korkmadan, onu ilan edecek mertliğe ve cesarete sahibiz."

"Açıkça ilan ediyoruz ve dünya da bilsin ki, İran halkı, ABD’nin Orta Doğu’ya hakim olmak istemesine karşıdır. Kavganın asıl sebebi şudur: ABD, Orta Doğu’ya hakim olmak istiyor, İran halkı buna engel oluyor. Onlar, nükleer enerjiyi, insan haklarını ve diğer şeyleri bahane ediyor. Dünya bilsin ki, İran ve bölge halkı, ABD’nin Orta Doğu’ya musallat olmasına izin vermeyecek."

"Birinci ve İkinci dünya savaşında 100 milyona yakın insan öldü. Bugün de daha büyük katliamlar peşindeler. Çünkü onlar peygamberlerin öğretilerini, adaletin ve insaniyetin yolunu bir kenara bıraktılar; nefislerine, dünyaperestliğe ve güce tâbi oldular. Özgürlük, insan hakları, medeniyet, demokrasi iddiasında olanlar, milletlerin açıkça kanını emiyor. Zorba güçlerin dünyadaki 100 yıllık hakimiyetleri sona ermek üzere. Bugün, onlar yolun sonuna geldi."

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın Şiraz'da halka hitaben yaptığı (ve bendenizin "bu içerik özelinde" tamamen desteklediği) konuşmadan derlendi.

20 Aralık 2009 Pazar

İlk yarı puan durumu

Şampiyonluk yarışı 5 takım arasında geçecekmiş gibi görünüyor ama Kayseri'nin kısa sürede oradan kopacağını düşünüyorum. Bursa ise ligin sonuna kadar ilk 4'te kalır bence. Ligden düşen (Ankara'dan sonra) ikinci takımın Denizli olması neredeyse garanti. Üçüncü olmamak için yapılan mücadele ise nefesleri kesecek muhtemelen...

Trabzon 0 - Fenerbahçe 1

Fenerbahçe, sezon başındaki muhteşem performansını takiben düştüğü cehennem çukurundan, Trabzon deplasmanındaki altın galibiyetle çıkmayı başardı. Lig başladığından beri aklı başında bütün Fenerlilerin hayalindeki orta saha, Topuz-Cristian-Emre-Özer dörtlüsünün sahada olması maç başındaki en güzel ayrıntıydı. Ama sakatlıktan yeni çıkan Emre'nin güçsüzlüğü, Özer'in (nedenini bilmediğimiz) vasatın bile altındaki oyunu, Cristian ve Topuz'un da vasat performansı yüzünden hiçbir şey hayal ettiğimiz gibi olmadı. Güiza boş kaleye kaçırdığı golle ve Küçük Emrah görüntüsüyle yine taraftara saç-baş yoldururken, galibiyet golünü atan da (ne ironiktir ki) o oldu. Alex ise orta saha ve hücum hattındaki en iyi oyuncuydu diyebilirim.

Fenerbahçe'nin kadrosu ligin en iyilerinden biri, hatta birincisi. Hep söylediğimiz gibi takım isteyerek, ciddiye alarak ve motive olarak oynadığı zaman, en az rakibi kadar koştuğu zaman kalite farkı ortaya çıkabiliyor. Vurdumduymaz oynadığında ve koşmadığında ise istediği kadar kalitesi olsun, bunu sahaya yansıtamıyor. Bu maçın ve hatta genel olarak ilk yarının özeti bu.

Trabzon'un maç boyunca 10-12 tane şut atıp hiçbirinde kaleyi tutturamaması gerçekten de trajik. Kadro yapısı ve takımın havası aslında iyiydi ama Umut gibi bal yapmayan arı diyebileceğimiz bir oyuncunun yerine, devre arasında mutlaka maharetli bir oyuncu alınması gerekir. Serkan onlar adına sahanın en iyi oyuncusuydu.

Hakem kadrosu genel olarak sırıtmadı ama maçın başında maraton tribün önündeki yardımcı hakemin hemen önündeki pozisyonda 3 metre geriden çıkan Alanzinho için bayrak kaldırması tam bir skandal. Ayrıca (her ne kadar daha oynanacak 80-85 dakika olsa da) neticeye etki edebilecek bir hata. Böyle bir hakemin bir daha bu seviyede kolay kolay maç alamaması gerekir.

Trabzon (4-4-1-1): Onur (*) - Ömer (*) (64' Gökhan (*), Song (*), Egemen (*), Cale (**) - Serkan (***), Selçuk (*), Colman (*) (58' Ceyhun (**), Gabric (*) (81' Barış (*) - Alanzinho (**) - Umut (*)

Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan (**) - Gökhan (**), Lugano (**), Bilica (**), Andre Santos (**) - Mehmet (**), Cristian (***), Emre (**) (71' Deniz (**), Özer (*) (80' Vederson (**) - Alex (***) - Güiza (***) (71' Semih (**)

Goller (0-1): Güiza 56'

Rezil futbol, kör hoca, ikiyüzlü taraftar

G.Saray dün gece 4-1 kaybedebileceği bir lig maçını zar-zor 1-0 kazanmayı başardı. Normalde bir büyük takımın "iyi futbol oynamasak da kazanmak önemli" deyip bu işe sevinmesi lâzım ama kendini bilmez bir camia olarak G.Saray'ın buna hakkı yok. Neden böyle diyorum? Çünkü onlar sezon başında "3 yesek de 4 atarız" diyen bir hoca ve taraftar güruhuyken, şimdi kazanmanın kölesi olmuş, kaleyi bulan tek şutlarının (o da boş kaleye) gol olduğu bir iç saha maçına utanmadan sevinebilen acayip bir kitle hâline geldiler. "Bu yıl şampiyon olmasak da olur, önemli olan 5 yıl sonrasının Avrupa şampiyonu olmak" diye işkembeden sallayan zavallılar, şimdi 17 maçın en az 14 tanesinde acınacak bir futbol oynayan takımın ligde lider olmasına seviniyor; gerçekten de bu ikiyüzlülüğe şaşırmamak elde değil.

G.Saray'ın hocası, hayatında hiçbir başarısı yokken Barcelona'nın başına getirilmiş, orada muazzam başarılar elde etmiş saygın bir isim; burası tamam. Ona bakarsak, Güiza da Raul, van Nistelrooy, Messi, Ronaldinho ve Etoo'o'yu geçip penaltısız 27 golle La Liga gol kralı olmuş. Takan var mı? Önemli olan bugün ne olduğu değil midir? Çok sevdiğim bir söz var: "Geçmişte yaptıklarınızın çok büyük görünmesi, bugün pek bir şey yapmadığınızın göstergesidir." Rijkaard'ın CV'sinde ne yazıyor olursa olsun, G.Saray takımının ne oynadığı, daha da vahimi "ne yapmaya çalıştığı" 17 haftadır anlaşılamadı. Ulaşılmak istenen bir hedef olur, oraya varan yol sancılıdır, tökezleyerek de olsa ilerlersin ama en azından ilerlediğini bilirsin; 1 adım da olsa... Ama G.Saray her maçı kendi içinde yaşayan, günü kurtarma peşindeki acınacak bir takım hâline geldi 17 haftada. Dışarıdan bakan biri bunu rahatlıkla görebiliyor.

Daha önce de söylediğim gibi, biz geçen yıl yerin dibine soktuğumuz Aragones'in takımında bu ilerlemeyi görüyorduk. Arsenal'den 5 yediğinde bile takımın ne yapmak istediği az-çok anlaşılabiliyordu (yapamıyordu, ayrı konu). O futbol İnönü'de "Ali Bilgin, Gökhan, Yasin, Carlos" defasına rağmen Beşiktaş'ı maymuna çevirdikleri maçta doruğa ulaşmıştı. Ama sorun şuydu ki, Fener camiası böyle bir süreci bekleyecek sabrı haiz değil; hiçbir zaman da olmayacak. Ama biliriz ki, G.Saray camiasından bir takım kendini bilmezler bu tür erdemleri kendi camialarına atfetmiştir öteden beri. Bugünkü manzaraya bakıp bu gerçeği bilmek, gördüklerimizi, olduğundan daha komik hâle getiriyor.

Dünkü maça bakıyoruz, G.Birliği ilk yarıda hiçbir şey oynamasa da koskoca G.Saray'ı ikinci yarıda resmen maymun etti. Dalga geçer gibi 3 tane %100 gol pozisyonu kaçırdılar ve sonra futbolun altın kuralınca golü yiyip mağlup oldular. G.Saray'ın futbolunda sezon başından bir gıdım bile ileri olan tek bir unsur bile var mıydı peki? Elbette hayır. Kenardan maçı 80 dakika endişeli gözlerle seyreden kör bir teknik direktör, rakip oyunculara bile saldıracak kadar şuurunu yitirmiş yaşlı bir yardımcı, sahada kendi hâline bırakılmış 11 kişilik bir topluluk... Gelgelelim maçtan sonra bakın o yüceler yücesi hoca ne diyor: "Şu an için lider olmamızın bir önemi yok. Şampiyon olmamız için bu performansımızı devam ettirmemiz gerekir. Bazı bölümler hariç oyunun genelinden memnun kaldım. İlk yarıda golü bulmamız gerekirdi. Rakibimiz savunmada iyiydi. Maçın 0-0 gitmesi de onlara yaradı. İkinci yarıya iyi başlayıp, pozisyonlar da buldular. Ancak, maçın geneline bakarsak iyi olan taraf bizdik." Bir insan bundan daha kör olabilir mi, bilmiyorum.

Gol pozisyonuna giremiyor, pas yapamıyor, takım savunması yapamıyor, oyuncuların yeteneklerine bel bağlamış gidiyor G.Saray. Sezon başında Türk basını dâhil bu ülkede Rijkaard'a ilk dil uzatan kişi herhalde bendim. O adamı bana savunmaya kalkan zibidiler daha biberondan süt içerken biz o adamın ŞKK finalindeki golünü seyrediyorduk, onlar emeklerken Barcelona maçı izliyorduk, bunları geçiyorum. Ama Rijkaard gibi bir adama dil uzatıp futbol konusunda eleştiri yapıyorsak, bir bildiğimiz var dedik hep, işte bu tablo onun ne olduğunu gösteriyor şimdi.

Sezon başından beri yazdıklarıma karşılık ortalığı yangın yerine çeviren bir sürü kişi, bugün apaçık bir şekilde hayal kırıklığı yaşıyor olmalı. Birazcık utanması-sıkılması varsa "ulan Rijkaard zannettiğimiz gibi tanrı falan değilmiş, takım 17 haftadır hiçbir b.k oynamıyor, oynayacağa da benzemiyor" deyip kendini sorgulamalı ama 2000 yılı yüzünden takım tutan birilerinden böyle bir erdemi hiçbirimiz beklemeyelim. Sadece hakikat olan şeyin, bizim yazdıklarımızın gerçek, onlarınkinin hayal ve işkembe olduğunun tespitini yapalım. Sezon sonunda bu bahse tekrar döneceğiz çünkü.

18 Aralık 2009 Cuma

Beşiktaş 2 - Bursa 3

"İlk yarıyı lider bitiririz."

3 hafta önceki Sivas galibiyetinden sonra Beşiktaş teknik direktörü Mustafa Denizli'nin sözleri...

(Vakti zamanında İngiltere'yi yeneceklerini iddia edip 8 gol yediği zaman, ertesi günkü Milliyet'te Mesut Yavuz'un çizdiği karikatürü hatırlamanın tam sırası...)

Avrupa Ligi eşleşmeleri

Fenerbahçe ve G.Saray, beklendiği gibi zorlu rakiplerle eşleşti Top 32'de. Fener'i (şayet geçerse) bundan sonraki turda, tam bir cehennem olan Liverpool eşleşmesi bekliyor. G.Saray ise şayet At. Madrid'i elerse bu durumda Everton-Sporting galibi ile oynayacak. Ne olursa olsun Avrupa Ligi'nin, önceki yıllardan çok daha heyecanlı ve zevkli olacağı kesin gibi.

Mourinho vs. Ancelotti

"Ancelotti'nin İngiltere'de yaptıkları her gün İtalyan gazetelerinde övgüye boğuluyor" diyerek meslektaşına karşı duyduğu haseti ortaya koyan Mourinho, şimdi ona karşı basında kaybettiği bu mücadeleyi sahada kazanma fırsatı yakaladı. Elbette her ikisi de Avrupa şampiyonluğu için ciddi aday sayılan bu takımların daha Top 16'da eşleşmesi gerçekten de büyük şanssızlık. Zira bu 16 takım arasında kadro kalitesi olarak ilk 5'e girebilecek ekipler bunlar. Her durumda elenene yazık olacak diyebiliriz.

Çeyrek final öncesi Şampiyonlar Ligi'ndeki diğer eşleşmeler şöyle:

17 Aralık 2009 Perşembe

Becoming More Like Alfie

90'ların en saygın pop gruplarından biri olan "The Divine Comedy"nin 1996 tarihli üçüncü albümünün bu en güzel şarkısı, Michael Caine'in başrolünde oynadığı ve iflah olmaz bir çapkını canlandırdığı efsanevi film "Alfie"deki karakterden bahsediyor. Gerçekten de dahiyane denecek kadar güzel şarkı sözleri yazmış Neil Hannon. Şarkının melodisi, düzenlemeleri, vokali zaten 10 numara. Klibi ise (filmi de bilenler için) son derece eğlenceli. Yine müziksever (ve değerini bilecek) azınlığa ulaştırmayı bir borç biliyorum.



"Are you all settled in? Right, then we can begin. My name is..."
"ALFIE!"

Once there was a time
When my mind lay on higher things
And once there was a time
I could find pretty words to sing
But now, well now I find
It saves time to say what you mean
I know it seems so unrefined
but it's time to let off some steam

Oh come on!
Everybody knows that No means Yes
Just like glasses come free on the N.H.S.
But the more I look through them the more I see
I'm becoming more like Alfie

Once there was a time
When a kind word could be enough
And once there was a time
I could blindfold myself with love
But not now—now I'm resigned
To the kind of life I had reserved
For other guys less smart than I
Y'know—the kind who will always end up with the girls

And besides
Everybody knows that No means Yes
Just like glasses come free on the N.H.S.
But the more I look through them the more I see
I'm becoming more like Alfie

Oh come on!

Rijkaard'ın niyeti

Dün gece deplasmanda oynanan Sturm maçında Rijkaard, takımdan gönderilmesine kesin gözüyle bakılan birkaç futbolcusuna görev verdi. Sturm, Ali Sami Yen'de bile sarı-kırmızılıları zorlamış bir ekipken söz konusu takımla deplasmanda oynanan maçta gençlere ya da gönderilmesi düşünülen oyunculara "son bir şans" verilir mi? Bunun adı resmen gaddarlıktır. Hadi onu geçtim, hayatında sağ çizgi tarafına hiç geçmemiş Alparslan'ı bu maçta sağ bek oynatmak da ne oluyor? Ya da Aydın'ı uç forvet? Rijkaard'ın yaptığı "hadi gösterin kendinizi"den ziyade, "şu maçta saçmalayın da, ben de ipinizi rahatça çekebileyim" tarzı bir yaklaşımdır. Ve hiç de adil değildir.

Eğer genç bir oyuncunun takıma katkısı ölçülecekse, takımın en iyi ve ideal hâlinin sahada olduğu bir maçta söz konusu oyuncunun mevkiindeki ismin yerine bu oyuncu konulur; "hazır makine" içinde ne katkı yapacağına bakılır. Zamanında Emre Belözoğlu 17 yaşında A takıma alınırken, Hagi, Şükür, Suat, Okan gibileri ile değil de çoluk-çocukla ve üstelik sağ açıkta falan oynasa futbolcu olabilir miydi? Bunun gibi bir şey.

Onun dışında G.Saray'ın futbolu için ne söylenmeli, bilmiyorum. Böylesi bir kadroyla Avusturya deplasmanında 1-0 yenilgiyle dönmek bile iyidir. Daha as kadronun oynadığı (oynamaya çalıştığı) futbolun bile ne olduğu anlaşılamamış ve oturmamışken, böyle abuk-sabuk yap-bozlar, süreyi daha da uzatacak hamleler gibi görünüyor bana. Ligin ilk yarısı bitsin, zaten G.Saray camiası da kendi içinde takımla ilgili bir değerlendirme yapacaktır.

15 Aralık 2009 Salı

Quaresma dururken...

İtalya'da her sene en kötü performans sergileyen oyuncuya verilen "Altın Bidon" ödülünü, bu yıl Fiorentina'dan 25 milyon avro karşılığında Juventus'a geçen Felipe Melo'ya gitti. Geçen yıl söz konusu onura erişen (!) Quaresma'yı az bir farkla geçen Melo, aslında bana göre sezon başından beri fena bir grafik çizmedi. İnsanlar ondan uçmasını, kaçmasını, gol atmasını, asist yapmasını vs. bekleyince, hâliyle ortaya çıkan performans ile tatmin olmaları da imkânsızlaşıyor. Halbuki Melo Emerson tipinde, ikili mücadelelerde üstün ama işin hücum yönünde sürüyle eksiği olan bir oyuncu. Dolayısıyla ondan beklenen şeylerin de bu minvalde seyretmesi gerekir. Ayrıca hem geçen yıl hem de bu yıl Serie A'da Quaresma'dan daha skandal bir oyuncu herhalde yoktur diye düşünüyorum. Varsa bile bu kesinlikle Melo değildir. Misal listede bu sene üçüncü olan Tiago, Melo'dan fazla ne yapmış? (Not: Quaresma bu yıl sezon başından beri 7, Tiago 15, Melo ise tam 32 resmi maçta görev yapmış.) Oyuncunun kendisinin de söylediği gibi, bu seneki ödülü belirleyen şey, onun Juve'ye gitmesine kızan Fiorentina taraftarlarının oyları olmuştur. Geçmiş olsun demekten başka çare yok...

14 Aralık 2009 Pazartesi

Ligde 16. hafta sonunda görünüm

Süper (!) Ligimizde ilk devrenin son haftasına geldik. Şöyle bir baktığımızda, ilk 6 haftanın sonunda herkes (hepimiz) 2 takımlı bir şampiyonluk yarışı izleyeceğimizi düşünüyordu ama sağ olsunlar, Fener ve G.Saray tıpkı geçen yıl olduğu gibi diğer takımları bu yarışa ortak etme konusunda oldukça ısrarcı davrandı. 1993 yılında evinde Trabzon, (İzmir'de) Bursa ve yine evinde G.Saray'a (hem de 4-1) yenilerek üst üste 3 mağlubiyet alan Fenerbahçe, 16 yıl sonra bir kez daha bu rekorunu egale etmiş oldu. G.Saray ise, Hollandalı teknik direktörünün kafasındaki oyunu oturtmaya çalışırken yaşanması gayet normal olan (bizim de sezon başından beri geleceğini bağırdığımız) o sıkıntılı dönemi yaşıyor. Bu arada Beşiktaş, yanardöner ve rüzgâr nereden eserse oraya doğru bükülen teknik direktörü ile nerelerden gelip bu yarışa ortak oldu. Camianın da teknik direktörden bir farkı yok; birkaç maç kazanılınca yine her şeyi unuttu onlar da... Takımlara tek tek bakarsak şunları söyleyebiliriz:

Fenerbahçe'de, Alex geldiğinden beri takımın üzerine çöken o iğrenç hava, 5.5 senedir bir türlü kaybolmuyor. Bana göre Alex gitmeden de bu havadan, bu vurdumduymazlıktan kurtulmak mümkün değil. Gerçi denebilir ki, zamanında kazma ama inanılmaz savaşçı olan Nobre ve Tuncay ile Türk futbol tarihinin gördüğü en iyi orta saha ikilisi Appiah ve Aurelio varken de Alex takımdaydı ve o takım köpek gibi koşuyordu. Ama ben de diyorum ki, o oyuncular artık yok. Eğer yine öyle bir takım kurulacaksa Alex kalabilir; ama onun dışında takımdaki sünepelik bence ondan yayılıyor herkese.

Devre arasında Carlos gidiyor. Deivid ve Güiza ise mutlaka gönderilmeli. Hatta para ediyorken Andre Santos da gönderilmeli. Ayrıca inanılmaz derecede disiplinsiz olan Bilica ve Kâzım da... Hiç işe yaramayan Bekir ve Ali Bilgin de... Mızmızlanmasından bıktığım, oynamadığında sorun çıkaran, oynadığında ise hiçbir halta yaramayan Semih de... Bu oyuncular bedava gönderilmeyeceği için belli bir bütçe buradan gelecektir. Takıma yabancı ve Avrupalı bir stoper; yine Avrupalı bir sol bek; sağ açığa Hamit, sol açığa Tuncay ve forvete de dağıtıcı bir 9 numara alınmalı. Devre arasında 5 transfer yapılır mı? Eğer sezonu yine 4. bitirme olasılığı bu kadar yüksekse, takımdaki hava bu kadar bozuksa, disiplin diye bir şey kalmamışsa vs. yapılır. Hatta 5 değil, 10 transfer yapılmalı zira takımın yedek kulübesi de bu kadar adam gittikten sonra zayıflayacak. Türkiye'de alınabilecek sürüyle genç ve yetenekli oyuncu var ama alınırken önce yeteneğine ya da fiziğine değil karakterine bakılmalı. Mesela Mehmet Batdal da imzayı attıktan 1 hafta sonra soluğu gece kulüplerinde alacaksa hiç transfer edilmesin daha iyi. Özetle Fener için mevcut oyuncularla devam edildiği sürece taraftarın içi her daim buruk olacak.

G.Saray'da Rijkaard'ın ne yaptığını artık anlamaya çalışmıyor, sadece seyrediyorum. Neeskens gibi bir adam bile "Fener maçından önce de 4-3-3 oynuyorduk, şimdi de öyle oynuyoruz" diyorsa zaten adamların şirazesi kaymış demektir. Dörtlü defansın önünde Topal-Sarp, onların önünde Keita-Arda-Kewell, ileride Baros'un olduğu bir düzene eğer 4-3-3 diyorsa, Neeskens'in bunadığını düşünürüm ben. Onun bu söylediğine koşulsuz inananlara da acırım sadece. Resmen 4-2-3-1 olan bu sistemle Barış-Topal-Sarp'ın bir arada olduğu bir takım aynı olur mu? Neyse, artık at gözlüğü olan zavallılara laf anlatmaktan bıktım.

Rijkaard'ın bu sistem karmaşasını geçersek, takıma oturtmaya çalıştığı bir oyun modelini de ben göremiyorum. Mesela geçen yıl bütün Fenerliler olarak nefret ettiğimiz Argones'in takımı bile mevcut G.Saray'dan çok daha fazla pas yapan, ne yapmaya çalıştığı daha belli olan bir takımdı. Rijkaard mutlaka bir şeyler istiyor ve bir şablon oturtmaya çalışıyordur ama 16. haftada bunun hâlâ emaresini bile görememek, günü yaşayan bir takım görmek hüzün verici. İkinci yarıda neler olacağını hep birlikte yaşayacağız. Ama şunu söylememiz lâzım: G.Saraylılar sezon başında "şampiyon bile olmasak olur, yeter ki geleceğin futbolunun temelleri atılsın" diyordu ama şu anda o futbolun f'si bile ortada yok, ve fakat şampiyon olma ihtimalleri (hücumcularının kalitesi bu kadar fazlayken) gayet yüksek. Hakikaten traji-komik bir durum bu.

Beşiktaş hakkındaki görüşlerimi sürekli yazıyorum zaten. Türkiye'nin en kötü teknik direktörlerinden biri tarafından yönetiliyor bu takım. Bir futbol ekolünün, sürekliliği olan bir oyun anlayışının milyonlarca ışık yılı uzağında, günü yaşayan, bir gün dediğini ertesi gün kendisi inkâr eden ama pişkin bir şekilde kulağının üzerine yatan snob bir hoca bu. Ama Fener ve G.Saray'ın aptallık kelimesiyle dahi açıklanamayacak hataları yüzünden geçen yıl rüyasında bile göremeyeceği iki kupayı aldı. Bu yıl da 12 puan geriden gelerek ve rezil ötesi bir futbol oynayarak yeniden potaya girdi. Herkes (camia) bir anda havalandı ama teknik direktörün kalitesizliği ile takımın hücum organizasyonları konusundaki kabızlığı yüzünden iki maçtır yine kazanamıyorlar. Fener ve G.Saray "iyi " olsun demiyorum, "normal" performans göstersin, Beşiktaş'ın ikinciliği bile imkânsız bu ligde.

Şenol Güneş'in Trabzon'u ise gayet umut veren bir başlangıç yaptı. Güneş, futboldan anlamayan zavallıların "futbolcu değil" dediği Alanzinho isimli müthiş oyuncusunu nasıl kullanacağını çok iyi biliyor; birinci artısı bu. Gökhan gibi tek forvet oynayamayacak rezil bir forvetin yerine (sezon başında da yazdığım gibi) yeteneksiz olsa da çalışkan olan Umut'u kullanması ikinci artısı. Türkiye'nin Gattuso'su diyebileceğim Serkan Balcı'yı orta sahanın sağında kullanması ise en büyük ve üçüncü artısı. Bunun yanında öne geçtiğinde soldaki Gabric'i sağa, sağdaki Serkan'ı ortaya, Alanzinho'yu da sola alıp 4-5-1'e dönerek baskılı dönemleri atlatması da, dersine ne kadar iyi çalıştığını gösteriyor. İki haftadır öne geçer geçmez bu hamleyi yaparak oyunu tutmaya çalıştı ve başarılı oldu Şenol hoca. Serkan'ın dinamizmi ve pres gücüyle rakibi bozmayı düşünüyor bu anlarda ve bu hamlenin tuttuğunu görüyoruz. Yalnız bu haftaki Denizli maçında Gabric'in yerine Ceyhun'u alarak ikinci yarının hemen başında 4-5-1'e dönmesi normal ama, daha sonra Umut ve Alanzinho sahadayken Gökhan'ı oyuna almasını yadırgadım. Yine de Güneş Seul'de bir takım değişimler yaşamış, bunu açık bir şekilde görebiliyoruz. Türkiye'nin en iyi hocası olabilecek bir karakter, olgunluk, centilmenlik ve işbilirlik görüyorum kendisinde. Sadece 2 hafta için söylüyorum bunu, maçları kazanması da önemli değil. İlk zorlu sınav olan (ve geçmişten yaralı olduğu) Fener karşısında bakalım neler olacak..

Kayseri'de Tolunay Kafkas gibi pek beğenmediğim bir hocanın damgasını vurduğu bir yükseliş var. Damgasını vurduğu diyorum çünkü takımın savunma organizasyonu, oyun disiplini ve fizik gücü iyi. Yalnız en baştan beri Tolunay'ın en büyük eksiği hücum organizasyonlarındaki fukaralık. Bu konuda bir ilerleme de görmüyorum. Makukula ve Cangele'nin (ayrıca Mehmet Eren'in) kişisel becerileriyle gidiyor şimdilik takım. Bu konu öyle "şak" diye çözülemeyeceğine göre onlardan ikinci yarıda bir düşüş bekliyorum. Hatta bu hafta Antalya maçını da zor geçerler.

13 Aralık 2009 Pazar

Özdilek ve Pellegrini'nin öğrettikleri

1 gün arayla iki maç seyrettik; Antalya-G.Saray ve Valencia-Real Madrid. Her ikisi de konuk takımların 3-2 galibiyetiyle sonuçlanırken, bu maçlar esnasında teknik direktörlerin oyuna nasıl etkide bulunduğuna dair 1-2 tespit yapmak istiyorum.

Göreve geldiğinden bu yana takımını motive etme konusunda bir sıkıntı yaşamayan, hocalık kariyeri için (küçük de olsa) umut kıvılcımları saçan "Şifo" Mehmet Özdilek, bu sezon başından beri takımına (Mourinho tarzı bir) 4-3-3 formatını uygulatıyor. Burada ileri uçta oynayabilecek Dijehoua ve Veysel gibi iki forvete sahip olması bir şans. Ayrıca her iki kanatta da oynayabilen Zitouni de önemli bir oyuncu. Solda ise Özdilek, Fatih Ceylan'ı düşündü uzun süre. Ne zaman kadar? Necati transfer edilene kadar. Necati takıma girdikten sonra birkaç maç sağ açıkta falan oynadığını da gördük ama bir süre sonra oyun formatı kendiliğinden şekillendi ve bu oyuncu en verimli olacağı forvet arakasında serbest oyuncu rolüne büründü. Bu haftaki G.Saray maçında o kadar ilginç bir şablon vardı ki, 4'lü defansın önünde bir üçlü, onların önünde Necati, "tek bir kanatta" Zitouni ve ileride de Dijehoua... Ztouni ilk yarıda sol açık oynadığı için karşısındaki Uğur'u takip ediyordu ancak G.Saray'ın sol beki Caner boş oyuncu konumundaydı. Ortada oynayan üçlünün sağındaki Sedat oraya "yanaşarak" yardım yapıyordu ancak bu asimetrik ve riskli dizilişe rağmen G.Saray'ın bunu kullanamadığını net bir şekilde gördük.

Gelen sürpriz ve ilginç gollerle Özdilek'in eli iyice güçlendi, ikinci yarıda skor 2-1'e gelmesine rağmen net pozisyon vermeden, en az 1 puan alacakmış gibi bir görüntüyle maçı götürüyorlardı. Taa ki Özdilek havaya girip o saçma sapan değişikliği yapana ve intihar edene kadar... Orta sahanın ortasında Sedat gibi bir savaşçı ve Jedinak ile Ertuğrul gibi hem koşan hem de ayağı iyi olan iki oyuncusuyla 58. dakikaya kadar iyi pres yapan Antalya'da, kenarda değişiklik için (bir sol açık olan) Gürhan'ı gördüğümde Necati ya da Dijehoua'nın çıkıp, Zitouni'nin sağa, Gürhan'ın da sola geçerek simetrik ve sağlıklı bir 4-3-3 oluşturacağını düşündüm. Ama inanılmaz bir şekilde oyundan çıkan kişi Ertuğrul oldu! Ertuğrul "x" bir nedenle oyundan alınmış olabilir, bunu bilmiyoruz ama eğer o çıkacaksa bile yine orta sahaya "merkez" bir presçinin girmesi gerekiyordu. Gürhan girince defansın önünde Sedat-Jedinak, sağda Zitouni ve solda Gürhan, önde (gücü iyice tükenmiş bir) Necati ve en uçta Dijehoua ile 4-4-1-1'e dönüldü. Ve durduk yerde ev sahibinde orta sahanın ortası 1 kişi eksilmiş oldu. Bu dakikadan sonra Antalya'nın 1-2 karambol pozisyon dışında hiç pozisyon üretemeyip, topun kontrolünü tamamen rakibe bıraktığını gördük. Ve maç bağıra bağıra gelen gollerle uçup gitti.

Özdilek başta olmak üzere tüm genç teknik direktörlerin bu tip hatalardan ders alması ve kendilerini buna göre geliştirmesi gerekiyor. G.Saray gibi bir takıma karşı (üstelik rakip ivme kazanmışken) asla (ve asla!) orta sahanın ortasından bir oyuncu eksiltemezsin. Bilakis buraya takviye yapman, kanatları da ikişer kişiyle savunman gerekir. Ama Özdilek tam tersine orta sahadan oyuncu eksiltip forveti durduk yerde ikileyince, neticeye de mahkûm oldu.


Buna benzer bir hamleyi dün gece Valencia deplasmanında Real teknik direktöründe de gördük. Maça (son haftalarda hep olduğu gibi) 4-3-1-2 başlayan konuk takımda orta saha klasik şekilde Lass-Alonso-Marcelo şeklindeydi. Önlerinde (tam da kendi mevkiinde oynayan) van der Vaart, ileride de Higuain ve Benzema vardı. İlk yarısı golsüz biten maçın ikinci yarısının başında sürpriz bir şekilde öne geçen, beraberlik golünden sonra üstünlüğü tekrar ele geçiren Real'de teknik direktör Pellegrini 75. dakikada ilginç bir değişiklik yaptı. Yedeklerde Gago, Diarra ve Granero gibi üç müthiş orta saha oyuncusu dururken kenarda hazırlık yapan Raul'u gördük. Maçın yıldızı Higuain oyundan çıkamazdı, Benzema ise fiziği ve deparlarıyla rakibi oldukça zorluyordu. O zaman? İnanılmaz bir şekilde oyundan alınan oyuncu van der Vaart oldu. Ve Real, Mestalla gibi bir cehennemde o dakikaya kadar 3.5 orta saha oyuncusu ve 2.5 forvetle oynuyorken; 3 orta saha ve 3 forvete döndü, inanabiliyor musunuz? Valencia'nın hocası ise o dakikada Navarro yerine Joaquin'i alarak maçı tamamen riske etti. Bu kumarı kaçınılmaz bir şekilde tutunca da maç 2-2 oldu. Bir teknik direktörün bundan daha kötü bir takım idaresi gösterdiğine şahit olmak gerçekten de çok zor. O dakikada göbekteki Lass-Alonso-Marcelo üçlüsüne (örneğin Benzema'nın yerine) presçi Diarra'yı alıp Marcelo'yu sol açığa koysa, van der Vaart'ı da çıkararak Granero'yu orta sahanın sağına yerleştirse (iddia ediyorum) Real kalan 15 dakikada asla gol yemezdi. Hoş, futbol tabii ki bir matematik değil bu yüzden "asla gol yemezdi" demek de pek doğru olmaz. Ama yedikleri gole bakın, tıpkı Elano'nun Antalya'ya attığı gibi ortadan gelişen ve huninin içinde yeterli presin olmamasından kaynaklanan bir gol olduğu görülüyor.

Ama dedik ya, futbol matematik değil. Real o değişiklikten sonra hiçbir olumlu icraat ortaya koyamasa ve maç sabaha kadar oynanasa gol atamayacak bir görüntüde olsa da, duran toptan gelen saçma sapan bir karambol golüyle yine de 3 puanı almayı başardı. Futbol da zaten bu yüzden güzel. Her şeyi doğru yapsanız da duran toplar, hakem, hatta bir deniz topu (!) bile bazen neticeyi tayin edebiliyor. Ama siz işini iyi yapmaya çalışan bir teknik direktör olarak duran toplarla vs. değil "oyun icabı" bir şekilde kazanacak bir takımı (her durumda) tesis etmek zorundasınız. Pellegrini dün gece bunun tam tersini yapıp adeta maçı kaybetmeye çalıştı ama şans yanındaydı.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Fenerbahçe 3 - A.Gücü 2

Seyircisiz oynanan, bu yüzden onca temposuna ve atılan 5 gole rağmen keçi boynuzu tadı veren lig müsabakasında Fenerbahçe "çakma A.Gücü'nü" 3-2 yenmeyi başardı. Ama takımla ilgili olarak "güzel" diyebileceğimiz (Özer dışında) ne var derseniz, mumla arasak bulamayız herhalde. İnsanları akıl hastası edebilecek kadar kabiliyetsiz ve karizma yoksunu Güiza; devre arasında takımdan ayrılacağı şimdiden belli olan, Trabzon deplasmanına gitmek istemediğini söyleyen ve Daum'dan ret yanıtı aldığı için bugün kasıtlı şekilde sarı kart görüp cezalı duruma düşecek kadar alçalan bir Carlos; artık iyiden iyiye bir "açık" gibi oynamaya başlayıp savunmada kulvarını yol geçen hanına çeviren bir Gökhan; iki gol yiyen bir savunma vs. vs.

Ama Özer diye bir oyuncu var ki, sezon başından beri dört gözle beklemekte ne kadar haklı olduğumuzu gösteren inanılmaz güzellikte bir futbol oynadı. Defalarca yazdığım gibi kendisini bir "8 numara" olarak tanımlayan bu oyuncu, gerçekten de kanatta verimsiz bir ilk yarı oynadıktan sonra gerçek mevkiine geçip ikinci yarıda adeta şov yaptı. Hele attırdığı bir ikinci gol var ki, bu memleket topraklarında görebileceğimiz (Arda ile birlikte) en klas iki oyuncudan biri olduğunu bağırdı adeta. Bu durumda Emre döndüğünde Özer nerede oynayacak sorusu da ciddi bir problem olarak önümüze çıkıyor. Özer-Emre hiç olmayacağına göre, Cristian-Emre göbekte, Özer (mecburen) yine kanatta oynayacaktır. Ama geçen yıllardaki Deivid gibi içeri gelerek ve bekine alan açarak ama savunmada o bekine mütemadiyen yardım ederek faydalı olabilir, göreceğiz.

Bu arada sezon başında büyük tantanalarla A.Gücü'ne transfer edilen Vassell de eski günlerinden bir demet sunarak muhteşem bir futbol oynadı, onu da söylemeden geçmek istemem. Hem güçlü, hem disiplinli, hem özverili, hem de efektif bir performans gösteren bu oyuncu, bu hâliyle Trabzon başta olmak üzere bütün büyük takımlarımızda oynayabilir. Gökhan Ünal, Umut, Nobre, Bobo, Nihat, Güiza ve Nonda'dan daha iyi bir oyuncu olduğunu açık bir şekilde söyleyebilirim. Ama köpek gibi koşup pres yapan, defansına da yardım eden, özverili ve iyi yaşadığını gösteren mevcut görüntüsü için söylüyorum bunları...

Fenerbahçe için defansta yapılan büyük hatalar dışında hücumda üretkenlik sorunu olmayan bir maçtı. Bu yüzden önümüzdeki günlerde takım savunmasına dikkat edip ona göre çalışılmalı. Tabii ilk olarak 2 yıldır yazıp söylediğimiz gibi takımdaki karaktersizlerin tek tek ayıklanıp devre arasında onlara yol verilmesi gerekiyor.

Not: Fener'in yediği ikinci gol bariz şekilde hakem hatası zira Metin'in Bilica'ya yaptığı açık bir faul var. Son dakikadaki pozisyonda ise topun çizgiyi geçtiğini düşünüyorum. Ama net bir şekilde görebilmek mümkün değil. Bu verilmeyen golü Aziz Yıldırım'ın açıklamalarına bağlayacak olan geri zekâlılar şunu bilmeli ki, o açıklamalardan etkilenen hakemler Fener'in yediği ikinci goldeki faulün üçte birine bile zırt diye çalardı düdüğü ve A.gücü atağını keserdi. Ya da Fener'e kıyak yapmak için 90+3'ü beklemezdi. Bunu söyleyenler hakikaten aptal olmalı.

Fenerbahçe (4-2-3-1): Volkan (**) - Gökhan (*), Lugano (**), Bilica (**), Roberto Carlos (**) - Cristian (**), Selçuk (**) (75' Semih (**) - Mehmet (**) (87' Uğur ), Alex (****), Özer (****) - Güiza (**) (90' Deniz)

A.Gücü (4-4-1-1): Senecky (**) - El Yasa (*), Brabec (**), Baki (**), Broggi (*) - Cihan (*) (90+3' Volkan), Hürriyet (**), Adem (*), Aydın (*) - Metin (**) (61' Meye (**) - Vassell (****) (77' Konate (**)

Goller (3-2): Alex 27', 60', Güiza 87' - Vassell 38', Aydın 49'

10 Aralık 2009 Perşembe

Fikir nesi?


Sergen Yalçın: Fenerbahçe'de bir şeylerin çözülmesi için Daum ile Aykut Kocaman'ın bir araya gelmesi lâzım.

Ercan Taner: Fikir teatisi yapmalılar diyorsunuz...

Sergen Yalçın: Ben pek zannetmiyorum fikir terapisi yaptıklarını...

Best selling albums ever

Tüm zamanların en çok satan albümlerinin hangisi olduğu ve kaçar tane sattığını hep merak etmişimdir. Bu listede hepimiz "Thriller"ın birinci olduğunu biliriz ama satılan kopya sayısı ile ilgili herkes farklı bir şey söyler. Kısa bir araştırma sonucu net rakamlarına ulaştığım bu ilgi çekici listeyi, okuyanlar arasındaki müziksever azınlıkla paylaşmak istiyorum. Tabii burada, MP3 denen formatın çıkmasından ve herkesin istediği müziği internetten indirmeye başlamasından sonra (yani kabaca 2000'li yıllarda) satılan albümlerin sayıları çok daha önemli. Bu albümler (mesela) 80'li yıllarda piyasaya sürülse kimbilir kaç tane satardı diye düşünmeden edemiyor insan...

Not: Sadece albüm kapak resimlerini eklemek bile 1 saat sürdü ama değdiğini düşünüyorum.

110 milyon:
Michael Jackson - Thriller (1982)


49 milyon:
AC/DC - Back in Black (1980)


45 milyon:
Pink Floyd - The Dark Side of the Moon (1973)


43 milyon:
Meat Loaf - Bat out of Hell (1977)


42 milyon:
Eagles - Their Greates Hits (1976)
Çeşitli sanatçılar - Dirty Dancing Soundtrack (1987)
Whitney Houston (ve diğer sanatçılar) - The Bodyguard Soundtrack (1992)


40 milyon:
Andrew Lloyd Webber - The Phantom of the Opera (1986)
Backstreet Boys - Millenium (1999)
Bee Gees (ve diğer sanatçılar) - Saturday Night Fever Soundtrack (1977)
Fleetwood Mac - Rumours (1977)


39 milyon:
Shania Twain - Come on Over (1997)


37 milyon:
Led Zeppelin - Led Zeppelin IV (1971)


33 milyon:
Alanis Morisette - Jagged Little Pill (1995)


32 milyon:
The Beatles - Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band (1967)
Céline Dion - Falling into You (1996)
Mariah Carey - Music Box (1993)
Michael Jackson - Dangerous (1992)


31 milyon:

The Beatles - 1 (2000)
Céline Dion - Let's Talk About Love (1997)


30 milyon:
Backstreet Boys - Backstreet Boys (1997)
The Beatles - Abbey Road (1969)
Bee Gees - Spirits Having Flown (1979)
Bruce Springsteen - Born in the U.S.A. (1984)
Dire Straits - Brothers in Arms (1985)
James Horner - Titanic Soundtrack (1997)
Madonna - The Immaculate Collection (1990)
Michael Jackson - Bad (1987)
Pink Floyd - The Wall (1979)


28 milyon:
ABBA - ABBA Gold: Greatest Hits (1992)
Bon Jovi - Slippery When Wet (1986)
Guns N' Roses - Appetite for Distruction (1987)
Çeşitli sanatçılar - Grease Soundtrack (1978)


27 milyon:
Santana - Supernatural (1999)


26 milyon:
Hootie & the Blowfish - Cracked Rear View (1994)
Nirvana - Nevermind (1991)


25 milyon:
Guns 'N Roses - Use Your Illusion II (1991)
Britney Spears - ...Baby One More time (1999)
Iron Butterfly - In-A-Gadda-Da-vida (1968)
Mariah Carey - Daydream (1995)
Queen - Greatest Hits (1981)
Simon & Garfunkel - Bridge over Troubled Water (1970)
U2 - The Joshua Tree (1987)
Whitney Houston - Whitney Houston (1985)


24 milyon:
Guns 'N Roses - Use Your Illusion I (1991)
Backstreet Boys - Black & Blue (2000)
Linkin Park - Hybrid Theory (2000)
Madonna - True Blue (1986)


23 milyon:
Ace of Base - Happy Nation/The Sign (1994)
Spice girls - Spice (1996)


22 milyon:
Carole King - Tapestry (1971)
Metallica - Metallica (1991)
Oasis - (What's the Story) Morning Glory? (1995)


21 milyon:
Dido - No Angel (1999)
Guns N' Roses - G N' R Lies (1988)
Madonna - Like a Virgin (1984)


20 milyon:
Billy Ray Cyrus - Some Gave All (1992)
Bob Marley & The Wailers - Legend: The Best of Bob Marley & The Wailers (1984)
Blondie - Parallel Lines (1978)
Britney Spears - Oops!... I Did it Again (2000)
Céline Dion - The Colour of My Love (1993)
Cher - Believe (1999)
Def Leppard - Hysteria (1987)
George Michael - Faith (1987)
Janet Jackson - janet. (1993)
Lionel Richie - Can't Slow Down (1983)
Madonna - Ray of Light (1998)
Michael Jackson - HIStory: Past, Present and Future, Book I (1995)
Michael Jackson - Off the Wall (1979)
Norah Jones - Come Away With Me (2002)
Prince & the Revolution - Purple Rain (1984)
Shakira - Laundry Service (2001)
Spice Girls - Spiceworld (1997)
Tina turner - Private Dancer (1984)
Usher - Confessions (2004)