17 Nisan 2009 Cuma

En iyi 5 erotik drama

1. Last Tango in Paris (1972)
Bernardo Bertolucci

2. Belle de Jour (1967)
Luis Bunuel

3. The Cook, the Thief, His Wife and Her Lover (1989)
Peter Greenaway

4. Der Blaue Engel (1935)
Josef von Sternberg

5. Naked Lunch (1991)
David Cronenberg

16 Nisan 2009 Perşembe

Carlos ve Lincoln

Derbideki rezillikler yaşanırken Roberto Carlos ve Lincoln'ün uzaktan birbirine sarılmış bir vaziyette olanları seyrettiği kare çok konuşuldu medyada. Herkesin kendine göre bir yorumu var bu fotoğrafla ilgili ve bendeniz "olay budur!" gibi hayranlık ifadeleriyle bu pısırıklığı, bu egoistliği, bu makyavelistliği kutsayan insanlara gerçekten de hayret ediyorum. Fener taraftarı sevmese de sıklıkla en aklı başında konuşan oyuncuların başında gelen Uğur ne güzel söyledi kavga edenler için, "Demek ki dostlukların hepsi yalanmış" diye... Ama bence Uğur o cümleyi asıl bu ikisi için kullanmalıydı. Birisi (vergilerle birlikte) 15, diğeri 10 milyon lirayı ülkeden alıp götüren; buraya daha çok tatile gelmiş izlenimi veren bu iki vatandaş, her şeyden önce "takım arkadaşı" olan insanlar orada birbirini yerken (hiç değilse ayırmak için bile olsa) olay yerine yaklaşmayarak inanılmaz bir bencillik ve vurdumduymazlık örneği sergiledi. Hadi Lincoln neyse, G.Saraylı arkadaşlar bile artık yaka silkiyor kendisinden. Ama ya Carlos? Denizli deplasmanında maç 0-0 iken ilk yarı sonunda tünele girmeden kendisini yakalayan ve imza isteyen ufaklığı polisler sert bir şekilde uzaklaştırmaya çalıştığında, bağırarak olaya müdahale eden ve çocuğa imza verip başını okşayarak oradan uzaklaştıran adam bu değil mi? Öyle bir adam nasıl oluyor da cehennemi andıran bir deplasmanda takım arkadaşları tartaklanırken ayırmak için bile olsa olaya karışmıyor? Dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi sol bekini böyle mi hatırlayalım? Neyse, en iyisi her unsuruyla bu rezil derbiyi unutmaya çalışmak galiba, eğer yapabilirsek...

Chelsea'den büyük başarı

Ş.Ligi'nde çeyrek final serileri sona erdi ve yarı finaldeki eşleşmeler Chelsea-Barça ve United-Arsenal şeklinde tecelli etti. Sezon başında Barça ve United'ın son 4 içinde yer alacağını herkes tahmin edebilirdi ama diğer iki kontenjan için en büyük adayların Londralılar olduğu pek söylenemez. Özellikle Liverpool'un burada olmaması (en azından benim için) ciddi bir sürpriz oldu. Ama öte yandan şurası bir gerçek ki, Chelsea, Kırmızıları elemeyi sonuna kadar hak etti.

Dün geceki maç, 91 yılından beri seyrettiğimiz bu eşi benzeri olmayan turnuvanın en güzel 5 maçından biriydi, bu rahatlıkla söylenebilir. Özellikle (ben dâhil) tüm Liverpool taraftarlarının ümitlerini tamamen tüketen o ilk maçın ardından Chelsea'nin skoru korumaya yönelik olarak gömülü savunma yapıp kontra arayacağı, Liverpool'un ise asla şuursuzca denemeyecek bir baskı kurma çabasıyla dengeli bir şekilde gol arayacağı kısır bir maç bekleniyordu. Ama önce (hiç tutmadığım) Aurelio'nun akıl dolu frikik golü, akabinde ise her hakemin çalamayacağı bir penaltı sayısının ardından maç inanılmaz bir hâle geldi. Ama ilk maçın ikinci yarısında deplasmanda rakibini adeta sürklase eden Chelsea'nin, Drogba'nın inanılmaz inadı ve gayreti ile bulduğu gol bir kez daha momentumu tersine çevirdi. İkinci yarıda yine bir Chelsea fırtınası ve 2-0'dan 3-2'ye dönen bir maç. Sonra yine "bir kez daha" oyunu bırakmayan Liverpool ve yeniden 4-3 öne fırlayış. Ve nihayet Lampard'ın muhteşem golü ile hakkaniyetli bir şekilde 4-4 biten bir final. Liverpool hiç kimsenin beklemediği Anfield'daki o anlaşılmaz tutuk futbol ve hezimetin faturasını bu şekilde ödemiş oldu ve favorilerden bir olarak gösterildiği bu müthiş turnuvaya erken bir şekilde veda etti. Chelsea ise neresinden bakılırsa bakılsın bu kupanın artık gediklisi hâline gelmiş olan ve kendi dengi takımlarla oynamasını çok iyi bilen rakibini eleyerek büyük bir iş başardı. Gel gelelim Barça karşısında hiç şanslarının olmadığını düşünüyorum.

14 Nisan 2009 Salı

Ligde 27. haftanın görünümü

Lider Sivasspor, üzerindeki baskı inanılmaz derecede artmasına rağmen evinde çok zor geçen bir maçı, son dakikalarda attığı golle kazanmasını bildi. O kadar büyüleyici bir destan yazıyor ki bu takım, şu âna kadar sergilediği performansla bile (gerçekten) gönüllerin şampiyonu olmayı hak etti. Kadrosu bu kadar ekonomik ve dar olan bir takım, üzerinde üç büyüklerin forması olsa bile buralara kadar gelebilir miydi, emin değilim. Şimdi önünde 7 maç var Sivas'ın; evinde Trabzon ile oynayacağı maç bunlar arasında en zor olanı. Son hafta Ali Sami Yen deplasmanı formaliteye dönebilir gidişata göre, bu yüzden böyle söylüyorum. Dikkatli olursa Sivas, Beşiktaş'ın ciddi puan kayıpları olacağını düşündüğüm için (dış faktörler de lehine veya aleyhine devreye girmezse) mutlu sona ulaşabilir.

Beşiktaş ise 1-0 geride götürdüğü Kocaeli maçını, eğer hakem imdada yetişip penaltıyı uydurmasaydı bence kesinlikle kaybederdi. Beşiktaşlı arkadaşlar Sivas'ın da sezon boyunca pek çok maçta kollandığını söylüyor ama bir büyük takım taraftarının Sivas'ı rakip kabul edip hakemlerin onların yolunu açtığını söylemesi (en hafif ifadeyle) üzücü bir şey. Yahu hakemler her maçta kollasa ne olur 10 M Euro'luk bir takımı? Sen Fener, Beşiktaş ve G.Saray'san öyle bir Sivas'ı da geçmen gerekir. Kaldı ki o hatalar en son hangi maçta yapıldı? Ve Beşiktaş'ın son 5 maçında (İBB, Kayseri ve Kocaeli) yaşananlar ne olacak? Ayrıca bence çok erken konuşmasın hiç kimse, sezon sonunu bekleyelim.

Fener-G.Saray maçına hiçbir şey demiyorum. Geçiyorum.

Trabzon ise üzerindeki şampiyonluk baskısı biraz hafifleyince bir anda rahat bir futbol oynamaya başladı. Deplasmanda Hacettepe maçı beklenenden de rahat geçti. Fener ve G.Saray'ın alacağı cezalardan sonra üçüncülüğü neredeyse garantilendi. Ama Trabzon ne yapıp edip ilk 2'ye girmeye çalışmalı. Tarihinde bir dönüm noktası olabilir Ş. Ligi'ne girmek çünkü...

12 Nisan 2009 Pazar

Rezil gece

Maçtan önce ne güzel şeyler düşünüyor, ne güzel planlar yapıyor taraftarlar; maçı adeta 1 hafta boyunca kafasında defalarca oynuyor ama bugün Türkiye liglerinin en büyük maçında yaşanan rezilliklere bakınca insan harcadığı onca zamana ve maçı seyretmek için sarf ettiği 2 saatine nasıl yanmasın? Futbol desen yok. Estetik bir takım hareketler, vuruşlar, çalımlar vs. desen yok. Gerek hocalar, gerekse de futbolcular açısından bireysel anlamda önemli bir performans desen yok (sadece iyi oynayan birkaç oyuncu var). Ama rezillikdersen diz boyu.

Türk millî takımının da birer ferdi olan "arkadaş"lar bu kadar kendini kaybedip ağızlarından salyalar akıtarak sağa sola ve birbirlerine saldırıyorsa bunu neye yoracağız? En uygunu, kendilerinin sezon boyu ortaya koyduğu zavallı performanstan kaynaklanan eziklik ve kompleks bence. Zaten maçın berabere bitmesi her iki taraftar için de yeterince can sıkıcıyken, üstüne bir de maç sonu yaşananlar bu sıkıntıya tuz-biber ekti. Böyle bir maçın nesini yorumlamak lâzım, bilmiyorum. Yarın daha sağlıklı kafayla tekrar izleyip belki o zaman yorumlarız hepimiz.

G.Saray (4-4-2): De Sanctis 7 - Sabri 7, Emre Aşık 8, Mehmet Topal 9, Hakan 7 - Kewell 7 (90' Nonda), Barış 7, Ayhan 7, Arda 6 - Ümit 2 (58' Lincoln 4), Baros 5

Fenerbahçe (4-4-2): Volkan 7 - Gökhan Gönül 6 (22' Yasin 8), Önder 8, Lugano 9, Carlos 6 - Deivid 2 (67' Kâzım 7), Selçuk 7 (45' Deniz 8), Emre 8, Uğur 5 - Guiza 1, Semih 1

Böyle başlasın, böyle bitsin