30 Mayıs 2009 Cumartesi

Kutlu olsun

Beşiktaş son 14 yıldaki ikinci, toplamdaki 13. şampiyonluğuna 2008/2009 sezonu sonunda ulaşmayı başardı. Ne kadar hakem hatası olsa da, ne kadar rezil bir başkanı olsa da, ne kadar ballı bir hocası olsa da, sezon bittiğinde şöyle bir bakıyoruz ve anasının ak sütü gibi helal bir şampiyonluk görüyoruz. Mustafa Denizli bütün herkesten önce bu şampiyonluğun en büyük mimarıdır. Ali kardeşimin her yorumunda yazdığı gibi huzur ve sükûneti, Demirören başkanlığında adeta bir çiftliğe dönmüş olan bu kulübe getirmeyi başardı. Ayrıca şans da olsa pek çok hatasından döndü, çok çalıştı, iki iyi ara transfer yaptı vs. ve bu zaferi hak etti. Ha, kendini fazla beğenmiş, hiçbir şekilde şanslı olduğunu kabul etmeyen bir züppeliğe sahip, halbuki çok ballı, sık sık tükürdüğünü yalıyor vs. ama bunlar önemli değil. Sonuçta kazanan ve son gülen o oldu.

Bütün Beşiktaşlı arkadaşlara bu şampiyonluk kutlu olsun. Çoğu, hayatında topu topu ikinci şampiyonluğu görüyor. Hepsini tebrik ederim.

Crespo Genoa'da

Türk takımlarının yıllardır gündeminde olduğu söylenen ama basının bir türlü ülkemize getirmeyi başaramadığı Arjantinli büyük golcü Hernan Crespo, yeni sezonda Genoa formasını giyecek. 34 yaşındaki oyuncu yeni takımıyla 2 yıllık anlaşma yapmış. Fenerbahçe'nin kıt beyinli yöneticileri 29 yaşındaki Guiza'yı (aldıklarına yakın bir bedelle) satıp gelecek sezon için Crespo-Semih forvetini kursa ve sezon boyunca bu ikiliyi (Alex'siz olarak ve örneğin 4-4-2 sistemi ile) oynatsa en az 40 gol atarlar. Üstelik artık Crespo'nun maaşı da 1-1.5 milyon avro civarında seyrediyor (yani Guiza'nın yarısından bile az) ve bonservis bedeli de yok. Ama Fener'in yöneticilerinde de bunu düşünecek akıl yok. Sezon başında yazdığım gibi 2.5 milyon bonservisle Sevilla'ya giden 29 yaşındaki Duscher dururken 34 yaşındaki Josico'ya 1 milyon avro veren de onlar sonuçta. Bakalım transfer döneminde ne inciler yumurtlayacaklar bu yıl...

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Sıklet farkı #2

Bu başlığı daha önce Real Madrid maçında da atmıştım. Bu geceki maç için öncelikle Sir Ferguson'a bir özür borcum var. 10 kişi defans oynayacağını düşünmüştüm ama o "ne olacaksa olsun, korkunun ecele faydası yok" deyip inanılmaz bir yüreklilikle sürmüş takımını sahaya. Gerçi bakınca Chelsea gibi full defans yapacak bir kadrosu da yok elinde, ayrıca Chelsea'den çok daha kaliteli hücumculara sahip ama neticede nasıl bir kadronuz olursa olsun önemli olan zihniyet ve oyun anlayışıdır. Ferguson da bu gece muazzam derecede şahsiyetli mentalitesi ile benim fazlasıyla saygımı kazandı (her ne kadar onun böyle bir kaygısı olmadığını düşünsem de :)

Diğer taraftan, çocukluğumdan beri en nefret ettiğim 3 kulüpten biri olsa da çaresiz bir şekilde 10-15 senedir (3 sene önceki ve bu seneki Barcelona hariç) dünyanın en iyi futbol oynayan takımı olarak gördüğüm United'da, Ferguson'ı ilk kez bu kadar büyük bir taktik yanlış içinde gördüm. Yürekli oyun, 10 kişi defans yapmamak vs. başka bir şey, Barça gibi asla geniş alan verilmemesi gereken bir takıma bunca geniş alan bırakarak oynamak başka bir şey. Üstelik devre arasında Giggs'i ikinci ön libero yaparak neredeyse 4-1-5'e döndü ve maçı orada kaybetti. Fatih Terim 6-0'lık efsane maçta 4-3-3 oynayarak Fener'i ezerken önce Ayhan'ı, sonra Batista'yı çıkarıp Ümit ve Arif'i oyuna alınca Fener 10 kişiyle farka gitmişti, hatırlayınız. Bu akşam ona benzer bir skor çıkabilirdi ama United yine de United'dır ve inanılmaz defans oyuncularına sahip sonuçta. Özellikle Vidic başta olmak üzere çok sayıda kritik müdahale ile pek çok tehlikeyi bertaraf etmeyi becerdiler.

Ayrıca Barcelona serisinde Chelsea'nin kancık futbolu için yazdıklarıma "futbol oyun değil, sonuçta kazanmak için oynanıyor" gibisinden yorum yazan arkadaşlar da haklı çıkmış oldu. Chelsea neticede ne kadar şöhretli ve pahalı oyuncuları olursa olsun, Barça'nın daha iyi bir takım olduğunu kabul edip kendince bir taktikle oynadı. Pek çok kişi başarılı da buldu ama neticeye baktığımız zaman onların akıbeti de United'dan farklı olmadı sonuçta. Ve benim 20 senedir nefret ettiğim United kulübünün takımı, şu anda bana çok daha sempatik geliyor o iğrenç futbolu oynayan Chelsea'ye göre.

Barça'da Xavi adeta resital sundu bu gece. Hem sahanın en çok koşan oyuncusu, hem en fazla isabetli pas yapan oyuncusu, hem de ikinci golün hazırlayıcısı oldu. Iniesta ile birlikte bu maçtaki farkı ortaya çıkaran onlardı. İki takımın kalecilerini, defans bloklarını ve forvet hattını birbiriyle değiştirin, bence o kadar büyük bir fark yaratmaz. Ama orta sahaları değiştirin, 100 maç oynansa Barça hiçbirini kazanamaz. Bu iki oyuncu işte o kadar büyük ve önemli.

Bunlar dışında Pique, iananılmaz derecede önemli kademe ve müdahaleleri ile sahanın yıldızlarından biriydi. Messi'yi zaten söylemeye gerek yok. Ronaldo'dan daha iyi olduğunu ısrarla kabul etmeyenler, Ş. Ligi alması gerektiğini ileri sürenler herhalde şimdi susarlar. Neticede Ronaldo da muhteşem, hatta neredeyse kusursuz bir oyuncu, ayrı konu. Ama Messi resmen bu dünyanın dışından gelmiş bir sanatçı gibi. Bambaşka bir adam. Son olarak kaleci Valdes'in de hiç güven vermeyen bir isim olmasına rağmen iyi bir oyun çıkardığını eklemek gerek.

Sonuç olarak tamamıyla United sayesinde çok güzel bir maç oldu. Seramoni öncesi, sırası ve sonrasında yaşananlar ise tüyleri diken diken edecek kadar güzel çok sayıda an ihtiva ediyordu. Ne mutlu ki şu oyunun zehirini almışız, senelerdir seyrediyoruz.

Barcelona (4-1-2-3): Valdes 8 - Puyol 8, Toure 7, Pique 9, Sylvinho 7 - Busquets 7 - Xavi 10, Iniesta 8 (90+2' Rodriguez) - Eto'o 8, Messi 9, Henry 7 (71' Keita 6)

Man Utd (4-2-3-1): Van Der Sar 6 - O'Shea 6, Ferdinand 7, Vidic 8, Evra 6 - Carrick 7, Anderson 5 (46' Tevez 6) - Park 6 (66' Berbatov 6), Giggs 6 (73' Scholes 5), Rooney 6 - Ronaldo 7

Goller (2-0): 10' Eto'o, 70' Messi

Sezonun en güzel maçı

Sezon başından beri bütün futbolseverlerin beklediği maç nihayet bu gece oynanacak. Dünyanın hâl-i hazırda en iyi iki futbol takımı olan Barça ve United, Roma'da nefes kesen bir resital sunacaklar. En azından benim beklentim bu yönde. Gerçi her iki takım da en ideal 11'i ile oynasa çok iyi olurdu ama böylesi de fena değil. Gerçi United'da sadece Fletcher yok ve bu çok da büyük bir eksik sayılmaz. Neticede Anderson gibi, onun yaptığı işi en az onun kadar yapabilecek bir oyuncu mevcut. Ama Barça'da durum farklı. Barça hücumlarının olmazsa olmaz dinamosu Alves bu akşam yok ve onun yerine tam bir kazma olan Puyol oynayacak. Sol bekte ise daha vahim bir manzara var: Aslında bir orta saha olan Keita, Park'ın karşısında ve defansın solunda görev yapacak.

Ferguson Ronaldo'yu en ileride oynatıp rakip savunmanın dengesini bozmayı düşünüyor. Bu taktiğin nasıl da işe yaradığını Arsenal deplasmanında görmüştük. Ayrıca Keita ile Park, Puyol ile de Rooney %100 adam markajı oynayacaktır. Onların her çıkışında Park ve Rooney'yi bek olarak izleyeceğiz. Yani geride 6'lı defans (bekler Rooney ve Park), önlerinde de 4 orta saha oynayacak. İş kazanmaya geldi mi İskoç'un hiç utanması sıkılması yok. Yine aynı derecede utanması olmayan, "galibiyet olsun da çamurdan olsun" diyen kendini bilmez taraftarları da düşününce o zaten işine bakacaktır.

Barça ise eksikler yüzünden Toure'yi defansta oynatıyor ve bence Guardiola'nın en büyük hatası bu olacak. Ha, Toure o kadar muhteşem bir oyuncu ki defansta da aynı başarı ile görev yapacaktır, o ayrı. Ayrıca Busquets de fena bir oyuncu değil. Ama sorun, dünyanın en iyi orta sahasının (Toure, Xavi, Iniesta) bu hamle ile bozulması. Ha, kimi oynatsın? Onu ben bilmem. Puyol'u defansın ortasına alıp sağ beke birini koyabilir mi; ya da Caceres'i ortada oynatıp Toure'yi asıl yerine çeker mi, bunları Guardiola düşünsün. Ama naçiz kanaatim, Barça finali kaybederse bu yüzden kaybeder. Ama umarım kaybetmez.

24 Mayıs 2009 Pazar

Kalp dayanmaz

Bugün ligin düğümü çözülebilir ya da her şey son haftaya kalabilir. Gerçekten de pek tadı tuzu olmayan bir sezonun son haftaları inanılmaz derecede heyecanlı geçiyor. Hani kader maçı denen maçlar vardır ya, onlardan o kadar çok oynanıyor ki bugünlerde, son birkaç haftadır gündemde olan ortak TV yayınlarında hangi kanala bakacağını şaşırıyor insan.

Örneğin hem liderlik hem de ikincilik için hâlâ ciddi şansı olan Trabzon'un Eskişehir deplasmanında oynayacağı maç inanılmaz derecede önemli ve kritik bir müsabaka. Eskişehir geçen hafta Konya'yı deplasmanda yenerek rahat bir nefes aldı ama hâlâ bir şeyleri garantilediğini görmüyoruz. Gelecek hafta ligde hiçbir iddiası olmayan G.Antep ile deplasmanda oynayacağı maça kalırsa işler, orada ne olacağı belli olmaz. Trabzon ise bu zor maçı mutlaka kazanmak zorunda. Eğer kazanır da Beşiktaş puan kaybederse, gelecek hafta şampiyonluk iddiası ile ezelî rakibi Fener'in karşısında çıkacaklar. Eğer Fener bugün Konya'yı yen(e)mezse Denizli haftaya Beşiktaş'tan puan almak zorunda olduğu bir maça çıkacak. Ve yine eğer bu olur da Denizli o maçta puan alırsa Trabzon şampiyon bile olabilir. Zira Sivas da bu hafta kazansa bile haftaya bu sezon gergin maçlar oynadığı G.Saray ile deplasmanda oynayacak. Oradaki bir beraberlik bile Trabzon'u hedefe ulaştırır.

İşte bu kadar karışık işler. Burada kritik takımlar Fener ve G.Saray. Eğer Fener bugün Konya'yı yener ve G.Saray da Beşiktaş'a çelme takamazsa, Beşiktaş haftaya ligde kalması kesinleşen Denizli'yi de rahat geçip şampiyon olur. Elbette Beşiktaş için her şey kendi elinde ama özellikle İnönü'de baskı altında olduğu maçlarda çok zorlanıyorlar. Kadrosu eksik olmasına rağmen yine de eli-yüzü düzgün bir 11 çıkardığını gördüğümüz G.Saray'ın bu akşam İnönü'de kaybetmeyeceğini düşünüyorum. Tabii ki bu tahminim G.Saraylı futbolcuların ahlâklı ve formalarının hakkını veren bir oyun oynamaları durumunda geçerli. Eğer motivasyonsuz ve forse etmeyen gevşek bir tavırları olursa, tabii ki Beşiktaş galip gelir.

Fener ise bence kesinlikle Konya'yı yenemeyecek bu akşam. Hem Konya'nın iyi bir kadrosu var. Hem puan almaları şart. Hem de Fener'in ruhsuz futbolcuları bu maçta hiçbir istek ve azim göstermeyecektir. Eskişehir-Trabzon maçında ise her şey olabilir.

Tüm bunlara bakınca gerçekten de muhteşem bir akşam bekliyor bizi. Bir Fenerli olarak iğrenç bir sezonun üstüne, rezil bir futbol ortamının ışığında, yüz karası bir başkanın yeniden seçildiği bir günde (yine de Kalkavan'dan ve Ali Şen'den bin kat daha iyidir) hâlâ şu heyecanı duyuyorsak, futbol denen bu oyunun esiri olmuşuz demektir. Çok şikayetçi de sayılmam.