22 Ağustos 2009 Cumartesi

G.Birliği 0 - Beşiktaş 0

Beşiktaş, bu blogda yazmaya başladığım ilk günlerden beri söylediğim gibi ülkenin en kötü teknik direktörlerinden biri tarafından yönetiliyor. Bu akşam mesela, G.Birliği takımından öylesine korkmuş ki Denizli, 3 tane ön libero ve önlerinde Tello ile başladı maça. Michael Fink'in asla ve asla büyük takım oyuncusu olmadığını söyleyip duruyoruz ve Denizli de her maç onu oyundan çıkarmaya başladı. Bu kadar tek yönlü, bu kadar defans ağırlıklı, hücuma hiç katkı yapmayan, oyun zekâsı düşük, tekniği zayıf bir orta saha oyuncusu olur mu? Fenerlilerin senelerdir yuhladığı Selçuk ve Deniz bile 1 gömlek daha iyi oyuncular Fink'ten. Neyse, yabancı hakkı böyle bir adama kullanılmaz neticede.

Öte yandan Ernst de yanında tekniği ve zekâsı biraz iyi bir ön libero olmayınca ne kadar düz bir adam olduğunu adeta haykırıyor. Sezon başındaki yorumda Beşiktaş'ın bir atak orta saha oyuncusuna değil, "orta sahada iki yönlü oynayan" teknik ve akıllı bir oyuncuya ihtiyacı olduğunu yazmıştım. Böyle bir futbolcu alınmadığı sürece bu kabız futbol, bu yaratıcılık sıkıntısı her maç devam edecek. Bu işi biraz olsun yapmaya çalışan adam ve Ferrari ile birlikte takımın en iyi oyuncusu Tello ama o da Denizli geldiğinden beri sağ açık, sol açık, forvet, ön libero, forvet arkası oynamaktan adeta sapıttı. Tek başına her şeyi yapmaya çalışınca da hâliyle erken yoruluyor.

Sonuç olarak Beşiktaş'ın en büyük sorunu orta sahasındaki, oyunun iki yönünü düşündüğümüzde "dengesi bozuk" diyebileceğimiz oyuncu grubu. Buraya transfer yapılmadıkça Beşiktaş sadece duran toplar ve rakibin bireysel hatalarına bel bağlayan bir takım olmaya devam edecek.

Defansta Ferrari'nin ilk haftalardaki sıradan görüntüsü için "beklemek lâzım" demiştim ve gün geçtikçe ne kadar kaliteli bir adam olduğunu daha fazla ortaya koyuyor. Soğukkanlı, pozisyon almayı bilen, sezgileri kuvvetli ve en önemlisi "kritik müdahale" konusunda takımın en iyisi. Sivok ile gayet iyi bir ikili diyebiliriz. Sol bek ve sağ bek ise sorunlu; bence solda İsmail'in tercih edilmesi ve ısrarla ona şans verilmesi gerekir. Sağ bekte ise Rıdvan kumaşını belli etse de, daha zamanı var. Toraman dönünce orası da hallolur.

Forvette Nihat zaten bitik bir futbolcu; Holosko-Bobo ideal ikili bu takımda. Bobo olmazsa Nobre, Holosko olmazsa Nihat olur. Ama Holosko-Nihat asla olmaz. Defalarca dediğim gibi Denizli bu gidişle insanlarla inatlaşarak takımın Ş.Ligi'nden elenmesine, ligden de erken bir şekilde kopmasına neden olacak. G.Birliği'ne karşı bile tek bir organize atak, tek bir hazırlanmış gol pozisyonu yok ve bu takımın başında 1 yıldır aynı hoca var. Yanılırsak yanıldık deriz ama yanılan, havaya girip de Denizli gibi bir adamı buradan bana savunmaya kalkan arkadaşlar olacak. Bunu göreceğiz.

Napıyonuz lan?

21 Ağustos 2009 Cuma

Kaş iyi transfer

Sezon başı yorumunda Beşiktaş'ın defans konusunda alternatif sıkıntısı çektiğini vurgulamıştım. Aklıma hiç İbrahim Kaş gelmemişti ama neyse ki onların gelmiş ve eski oyuncularını 1 yıllığına kiralayarak çok akıllıca bir transfere imza attılar. Toraman'ın sağ bek oynayacağını düşününce, Kaş hem orası hem de stoper için çok iyi bir yedek. Geçen yıl Ankara'da 41 maç oynayan Erhan Güven de, Toraman'ın döndüğü günden itibaren formayı zor görür artık.

Reklamın hası



Cem Yılmaz'ın nasıl bir deha olduğunu kanıtlayan, yıllar öncesinin MyCep reklamı. Bence kendisinin yaptığı en iyi işlerden de bir tanesi. Gülmekten kırabilir insanı, o derece komik.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Sion 0 - Fenerbahçe 2

Avrupa Ligi play-off ilk maçında Fenerbahçe, İsviçre deplasmanında Sion gibi zayıf bir rakibi güle oynaya mağlup etmeyi başardı. Lugano ve Deniz'den oluşan savunması ve Alex dışında bu sezon başından beri gördüğümüz dizilişle sahaya çıkan takım, maçın gerektirdiği kadar efor sarf ederek ve ayağa paslarla rakip oyuncuların adeta başını döndürerek göze hoş gelen bir oyun oynadı. Zaten bu turu geçmesi neredeyse kesindi ama Trabzon ve Sivas'ın ülke futbolunu rezil ettiği bir ortamda Fener ve G.Saray'ın her iki maçı da kazanarak ilerlemesi çok ama çok önemli. Umarız da böyle olur.

Kaleci Volkan'a fazla iş düşmese de Emre ve Deivid'in çıkarken kaptırdığı 2 top sonucu gelen şutlarda her zamanki gibi hazırdı. Önder-Lugano ikilisinin arkasına atılan bir topta rakibin bir şutu da direkten döndü. Maçın en kritik pozisyonu buydu. Lugano, sanki bu takımdan hiç ayrılmamış gibi inanılmaz başarılı ve hazır gözüktü. Orta sahada Andre Santos ve Cristian giderek daha iyi oynuyor. Kâzım da attığı beleş gol dışında rakibin sol kanadını adeta felç etti. Oyun displinine de hiç olmadığı kadar sadıktı. Neticede tüm takımda vasatın altında tek bir oyuncu bile yoktu desek, yeridir.

Fenerbahçe'nin, henüz oyununu oturtmaya çalıştığı şu dönemlerde böyle zayıf rakiplerle oynaması da bir şans. Takımın oyunu giderek daha da oturacak ve bu takım her kulvarda yarışı sonuna kadar kovalayacaktır. Şimdiden bu mesajı net bir şekilde veriyor.

Marco Cim Bom'a...

Tahkim Kurulu, UÇK'nin Marco Aurelio konusundaki kararını bozarak Fenerbahçe'nin tazminat talebini reddetti. Böylece Marco'nun G.Saray'a transfer olmasının önü de açılmış oldu. Zaten iki tarafın kesin olarak anlaştığı ve Tahkim'in kararından sonra resmi olarak sözleşmenin imzalanacağı söyleniyordu. Bayram Tutumlu'nun nasıl bir adam olduğunu da düşünürsek, bu transfer hayırlı olsun diyebiliriz.

Kelimeler yetersiz..

Usain Bolt, Dünya Atletizm Şampiyonasında yürüye yürüye 20.10 ile bitirdiği 200 metre yarı finalinin ardından finalde kendini biraz kasınca 19.19 koşarak tüm zamanların en inanılmaz başarılarından birine imza atmayı başardı. Daha geçen gün 100 metre finalinin ardından, '96 olimpiyatlarında Michael Johnson'ın gerçekleştirdiği 19.32'lik dereceyi geçmesinin ne büyük bir olay olduğundan bahsetmiştim ki, bu kez o rekoru daha da geliştirerek kendisni izleyenleri bir kez daha büyüledi. Söylenecek söz, düzülecek övgü, güzelleme, her şey kifayetsiz bu adam için. Tüm zamanların en büyük sporcusudur kendisi. Şapkalar fora...

Rast gele!

Avrupa Ligindeki 4 takımımız bu gece play-off turundaki ilk maçlarına çıkıyor. D-Smart denen pislik abidesi ucube dijital platformun, inanılmaz bir ahlâksızlık ve fırsat düşkünlüğü ile şifreli olarak yayınlayacağı maçları nasıl seyrederiz, bilmiyorum. Ama Fener ve G.Saray'dan galibiyet, Sivas ve Trabzon'dan da en az birer beraberlik bekliyorum. İnşallah yanılmam.

1994'ün en iyi 5 filmi


1. Pulp Fiction (10)
Quentin Tarantino

2. Chungking Express (9)
Wong Kar-Wai

3. Ed Wood (9)
Tim Burton

4. The Shawshank Redemption (8)
Frank Darabont

5. Heavenly Creatures (8)
Peter Jackson

Diğer: Quiz Show (8), Clerks (7), Before the Rain (7), Trois Couleurs: Rouge (7), Forrest Gump (7), For Weddings and a Funeral (7), Exotica (7), Trzy kolory: Bialy (7), The Crow (7), Bullits Over Broadway (6), Il Postino (6), Leon (6), Natural Born Killers (6), The Lion King (6), The Mask (5)

Görmediklerim: Hoop Dreams, Crumb, Nobody's Fool, Zire Darakhatan Zeyton

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Ligde 2. hafta (09/10)

Lider Fenerbahçe, şu anda ligin gol yemeyen tek takımı ve 2 maçını da kazanmış vaziyette. İlk hafta Denizli'de oynanan futbol yavan olabilir belki ama bunun en önemli nedeninin karşıdaki takımın "takım" dışında her şeye benzemesi olduğunu teslim etmek gerekir. Sivas ne durumda olursa olsun kadro kalitesi anlamında Denizli'nin fersah fersah önünde ve Fener bu takımı fizik gücü ve temposuyla adeta şaşkına çevirdi. Tıpkı Beşiktaş gibi üretkenlik anlamında kat edilmesi gereken çok yol olabilir daha; ama bu kadar kısa zamanda zaten kat edilmiş olan yolun etkileyiciliğini de vurgulamak isterim. Bu blogda yazmaya başladığımdan beri aynı şeyi söylüyorum: Maçı istesinler, gayret göstersinler, terlerinin son damlasına kadar akıtsınlar, canımızı yesinler.

G.Saray ise Fener ile birlikte ligin en kaliteli ekibi. Daha (en önemli ikinci oyuncuları olmasını beklediğim) Elano'yu da görmedik. Ama Arda'nın maestro rolünde olduğu, Mustafa Sarp'ın beklentileri aşan bir performans gösterdiği, orta saha ve forvetinde problem görünmeyen bir takım G.Saray. Ve fakat defans bloğunun s.o.s. verdiğini herkes görüyor. Servet'in yanında oynayacak kaliteli, çabuk ve tecrübeli bir stoper lâzım. Eldekiler arasında en uygun seçeneğin Emre Güngör olduğunu düşünmeye devam ediyorum.

Beşiktaş, bir alttaki postta uzun uzun yorumladığımız maçta, mücadele anlamında gayet olumlu bir görüntü sergiledi. Ama bir büyük takım olarak bu yetmez. Denizli geçen yıl ilk geldiğinde takımın mücadelesi ve arzusu yüzünden övülebilirdi ama takımın başında neredeyse 1. yılını doldururken oyuncularının hâlâ bu kadar verimsiz ve yaratıcılıktan uzak bir futbol oynaması bence hiçbir şekilde izah edilemez. Öyle ya, kadro pek fazla değişmemesine rağmen takımın olumlu ve olumsuz yönleri 1 senedir aynı şekilde yerindeyse iki seçenek vardır: Ya hoca bu olumsuz yönleri göremiyordur. Ya da görse de elinden bir şey gelmiyordur. Bence her iki durum da onun açısından vahim.

Trabzon, geçen hafta Sivas'ta sergilediği şahane futbolla hepimizi fazlasıyla etkilemişti. Ama geçen haftanın yorumunda "özellikle kendi sahalarında oyunlarını rakibe kabul ettirebilecekler mi, merakla bekliyorum" demiştim ve toplama takım D.Bakır karşısında bunu hâlâ yapamadıklarını gördük. Eğer bu böyle olacaktıysa, hiçbir şey değişmediyse Ersun Yanal niye gitti? Bilen varsa beri gelsin.

Liverpool'dan bomba (!) transfer

Liverpool, geçen sezon sonunda yol verdiği emektar oyuncusu Hyypia'nın boşluğunu, Yunan millî takım oyuncusu ve zaman zaman Türk takımları ile de adı anılan Sotirios Kyrgiakos ile doldurdu. 30 yaşında ve 1.93 boyunda olan hırçın oyuncuyu, hem millî takımımıza karşı oynadığı maçlardan, hem de Fenerbahçe'nin 3 sene önceki Eintracht Frankfurt eşleşmesinden (hem penaltı! hem gol!) gayet iyi tanıyoruz. Son olarak AEK takımının formasını giyiyordu Kyrgiakos ve söylenenlerte göre 3 milyon avro bonservisle Ada'nın yolunu tuttu. Carragher, Skrtel ikilisinden herhangi biri olmadığında Agger oynar; dolayısıyla rotasyonda dördüncü tercih olacak ama kendisinin bunu pek umursadığını sanmıyorum.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Beşiktaş 2 - Antalyaspor 0

Beşiktaş, seyircisini (zaman zaman oyuncularının "bizi baskı altına alıyorlar" diye şikayet ettiği seyircisini) çok aradığı maçta Antalyaspor karşısında gerçekten de çok zorlandı. İlk yarıda bu kez Bobo'yu sol açık, Nihat'ı sağ açık oynatmak gibi saçmalıklara imza atan bir Mustafa Denizli gördük. Holosko yedek, Yusuf ise sakattı. Antalya takımı ileride Balili ve Veysel, sağda Zitouni, solda Fatih, ortada da Sedat ve Ertuğrul ile alanı iyi parselleyen bir takım görüntüsündeydi. Defansın göbeğinde Yalçın ve Orhan gibi G.Saray eskisi iki tecrübeli oyuncu da uyumlu görüntüleriyle hiç fena oynamadılar. Öyle ki, ilk yarıda bulunan yegane pozisyon bir karambol sonucu Nobre'nin kafa vuruşuyla geldi ve o pozisyonda da kaleci Ömer şanslıydı.

İkinci yarıya her iki takım da değişiklik yapmadan başladı ve ilk yarının kaldığı yerden devam etti maç. Beşiktaşlı oyuncuların daha istekli ve daha kararlı olduğunu gördük ama geçen seneden beri devam eden bir sorun bu: İstek, arzu, iştah ve kararlılık bir türlü "üretkenliğe" dönüşemiyor. Çünkü takımda "yaratıcı" diyebileceğimiz tek oyuncu Yusuf ve o da artık yaşını-başını aldığı için 90 dakikayı çıkaramıyor. Yedekten girdiği her maçı çevirmesini beklemek de, ona yapılacak bir haksızlık olur. Zaten bu gece o olmadığı için maçın bu kadar sıkıştığını söylemek mümkün. Yıldıray Baştürk'ün alınma çabası da bu açıdan bakıldığında anlamlı ama onu kanatlarda oynatacaksa Denizli, hiç almasınlar daha iyi. Yusuf'u bile kanatta oynattığına göre bunu da yapar. Yok, eğer orta üçlüde onatırsa bu kez orta sahanın direnci %30 azalır. Daha önce de yazdığım gibi dizilişi değiştirmekten başka çare yok ama inadı yüzünden bir şeyleri kaybetme korkusunu hissedene kadar bunu yapmayacaktır Denizli. Daha önce Fener'de böyle olmuştu.

Tekrar maça dönersek, 60. dakika geçilirken Beşiktaş'ın kaleyi bulan şutu 2, Antalya'nın 1 idi. Bu istatistiğe yansımayan bir pozisyonda ise Veysel'in kafasına gelen ve %99 gol olacak bir pozisyonu Ferrari son anda önlemişti. Maçın en kritik müdehalesi diyebilirim buna. Son yarım saate girerken Beşiktaş'ın gol umudu uzaktan atılacak şutlara veya duran toplara kalmış gözüküyordu. Nitekim Tello ve Nihat'ın iki uzak menzilli şutunda Ömer çok başarılıydı. 65. dakikada Denizli hamlesini yaparak Holosko ve Uğur'u oyuna aldı. Bundan yaklaşık 5 dakika sonra ise rakibin çıkarken kaptırdığı bir topu hızlı hücuma çevirip, Nihat'ın çok akıllı iki pas girişimi sonucu Holosko ile, kendileri için çok önemli olan ilk golü bulmayı başardılar.

Bu dakikadan sonra ileride basmayı bırakıp geride alan daraltan ve topa sahip olmaya çalışan bir Beşiktaş vardı sahada. Bir ara (hem de rakip sahada) yaklaşık 30 pas yaptıklarını gördük ve bunu takiben kazanılan serbest vuruşta Tello'nun müthiş golüyle de maç zaten bitti.

Beşiktaş çok iyi oynamasa da geçen yılın ikinci yarısında kendisine şampiyonluğu getiren alışkanlığı, "kazanma alışkanlığı" sayesinde yoluna devam etti. Takımın oyununda kalite eksik ama istek, takımdaşlık ve mücadele on numara.

Beşiktaş (4-3-3): Hakan 6 - Erhan 5, Sivok 5, Ferrari 5, Üzülmez 7 - Ernst 6, Fink 5 (65' Uğur 6), Tello 7 - Nihat 7 (79' Serdar 5), Bobo 5, Nobre 5 (65' Holosko 6)

Antalya (4-4-2): Ömer 7 - Kerim 6, Yalçın 6, Orhan 6, Şenol 6 - Zitouni 5, Sedat 6 (70' Hakan 5), Ertuğrul 6 (78' Korhan 5), Fatih 6 - Veysel 6, Balili 5 (78' Volkan 5)

Goller (2-0): Holosko 72', Tello78'

16 Ağustos 2009 Pazar

Bu adam insan mı?

1984 Los Angeles olimpiyatlarından beri atletizm aşığıyım. Kenan Onuk ve Barbaros Talu'nun sesinden 25 senedir dinlediğimiz (ve kesinlikle futboldan daha güzel olan) bu olağanüstü spor için abimle beraber sabahın köründe kalkıp yarışları seyrettiğimizi hatırlıyorum ve yaşım daha 7'ydi. O yıllardan beri atletizm konusunda beni en çok etkileyen şey 1996 Atlanta olimpiyatlarında Michael Johnson'ın 200 metrede gerçekleştirdiği 19.32'lik dereceydi. O yarış bittiğinde yine abimle yaklaşık 2 dakika boyunca konuşamadığımızı dün gibi hatırlıyorum. Konuştuğumuz ilk cümle ise "bir daha bu rekorun kırıldığını biz göremeyiz, belki çocuklarımız görür" gibi bir şeydi. Ama işte Usain Bolt diye bir adam çıktı ve o derece dâhil sprint yarışlarında kırmadık rekor bırakmadı. Bu geceye kadar da insanlık tarihinin en büyük sporcusu olmak için neredeyse yeterli başarıları elde etmişti. Ama bu gece Dünya Atletizm Şampiyonasında 100 metre yarışında 9.58 gibi akıllara durgunluk veren bir dereceye imza atarak bu titri elde etmeyi garantilemiş oldu bence (belki Michael Jordan rakip olabilir ona). Bu derece bir daha geçilir mi; son metreleri tabelaya bakarak koştuğunu ve çıkışını biraz geliştirirse neler olabileceğini düşünürsek, mümkün görünüyor. Nereye kadar gidebileceğini ise çok ama çok merak ediyorum. Şu anda "10 metre 44 santimetreyi 1 saniyede geçen" bir insandan bahsediyoruz. Hani "bir yaşıma daha girdim!" derler ya, öyle bir hadise bu. Hâlâ şoktayım.

Fenerbahçe 3 - Sivasspor 0

Fenerbahçe geçen yıldan çok farklı. Bir kere kadro kalitesi inanılmaz artmış durumda. Ama daha da önemlisi, aylardan beri yazdığım gibi Daum ve Koch faktörü. Bu gece belki hiç hazır olmayan bir Sivas vardı karşılarında ama yine de mentalite ve fizik güç anlamında takımın geçen birkaç sene ile fersah fersah farklı bir noktada olduğunu görmek gerekiyor.

Tek tek baktığımızda kaleci Volkan'ın, yaptığı 2 kurtarışla maça damgasını vurduğunu görüyoruz. Gökhan çok etkili olmadığı ama yine son raddede gayretli olduğu bir günündeydi. Carlos sakatlıktan dönmesine ve 36 yaşında olmasına rağmen profesyonelliği ve gayretiyle olumlu bir görüntü verdi. Ama savunmanın ortası gerçekten de ürkütücü bir görünüm arz ediyor. Lugano'nun girişiyle bir şeyler fark eder ama yanında bu kadar sorumsuz ve savruk bir Bilica mı, yoksa Önder mi oynayacak, bu sorunun cevabı belli değil bence.

Ortanın sağında Kâzım kesinlikle Gökhan ile uyumlu değil. Çoğu zaman onun koridorunu kapatıyor ve sürekli olarak ayağına top istiyor. Ama şans eseri ofsayttan bir gol atarak kredisini sürdürdü. Cristian önceki maçlara göre daha iyiydi, Emre ise örnek bir futbolcu görünümünde. Takımı ateşleyen, gayretiyle örnek olan, hırslı, antipatik görüntüsü (bitmemiş ama :) azalmış bir Emre görüyoruz. Eğer sakatlanmazsa sezonun en önemli artılarından biri olacak gibi görünüyor. Andre Santos ise attığı muazzam gol dışında arayışları, driblingleri ve slalomlarıyla rakipler için sıkıntı yaratan bir oyuncu. 92. dakikada da pres yapıyor ve köpek gibi koşuyordu. Bunlar güzel görüntüler.

İleride oynayan Alex ilk dakikalarda sakatlanarak oyundan çıktı ve onsuz Fenerbahçe bir süre bocaladı. Deivid Alex rolünde değil, önceki yıllardaki Deivid rolünde oynadığı için Alex ile oynamaya alışmış takım bir süre adaptasyon sıkıntısı yaşadı. Ama ikinci yarının ikinci bölümünde rakibini fizik gücüyle boğan bir Fenerbahçe gördük. Guiza ise çalışkanlığı ve iyi niyetine rağmen etkisiz bir günündeydi.

Neticede Fenerbahçe Zico ve Aragones döneminde sık gördüğümüz "maç ayıran" görüntüsünden uzaklaşıyor gibi, taraftar için en önemli şeylerden biri bu. Fizik gücü yüksek, istekli ve iştahlı bir takım olma yolunda, ikincisi bu. Üçüncüsü ise "küçük takımlara" karşı rölanti oynamayan, oyununu rakibine kabul ettiren ve müthiş bir tempoyla oynamaya çalışan bir Fenerbahçe görüyoruz.

Sivas ise haftalar ilerledikçe daha iyi olacak gibi görünüyor. Yine de daha önce söylediğim gibi ilk 3'e girmeleri imkânsız, 7'nin altına düşeceklerini de sanmıyorum.

Fenerbahçe (4-2-3-1): Volkan 8 - Gökhan 7, Önder 7, Bilica 6, Carlos 7 (71' Vederson 6) - Cristian 7, Emre 8 - Kâzım 7 (84' Selçuk), Alex (7' Deivid 7), Andre Santos 8 - Guiza 7

Sivas (4-3-1-2): Petkovic 6 - Murat 5, Yasin 6, Sedat 5, Hayrettin 5 - Onur 6, Kadir 5, İbrahim 6 (60' Musa 5) - Cihan 7 - Ersen Martin 7, Kamanan 6 (65' Erman 6)

Goller (3-0): Kâzım 70', Emre 81', Andre Santos 90+1'

Liverpool da bildiğiniz gibi

1990 yılından beri bu takımı tutuyorum; son birkaç sezondur kurulan kadrolar ve zaman zaman oynanan iyi futbol sonucu Liverpool yandaşı olmayan arkadaşlarım bile şampiyon olabileceklerine inanmaya başladı. Ben de inanmak için kendimi zorluyorum yıllardan beri ama hiçbir zaman gerçekten inanmadım ve bu sene de diğerlerinden farklı değil. Kadro United ve Chelsea ile bire bir baş edebilecek kadar kaliteli belki, takım (özellikle kendi sahasında) çok iyi de oynuyor ama bu kulübün üzerinde sanki bir lanet var. Ne olursa olsun, "winner" bir takım olamadı son 19 yıldır ve şimdi de değiller. Bugün de Tottenham karşısında, geçen yıl küme düşmemeye oynayan Tottenham karşısında adeta ezilen bir Liverpool gördük. Şans eseri bulduğu bir penaltı ile ikinci yarının başlarında beraberliği yakalamasına rağmen 3-5 dakika sonra yediği bir yan top golü ile yeniden yenik duruma düştü ve maçı da sonunda 2-1 kaybetti. Sadece ilk yarıda Reina'nın 5, Gomes'in 0 kurtarışı olduğunu söylesek, maçın nasıl seyrettiği sanırım anlaşılabilir.

Genel anlamda takıma baktığımızda kaleci ve tandem kusursuz, gördüğümüz kadarıyla Glen Johnson da inanılmaz bir futbol oynayacak bu takımda. Yaptırdığı penaltıdaki slalomu gerçekten de büyüleyiciydi. Ama sol bekte problem var. Aurelio zaten skandal bir savunmacı ve aslında bir bek değil; Insua ise deneyimsiz ve acemi. Dossena'yı saymıyorum bile, EPL'nin herhangi bir takımında oynayacak kalitede olmadığını düşünüyorum, en başından beri.

Orta saha ve ileriye baktığımızda Mascherano, Gerrard, Kuyt ve Torres muhteşem oyuncular. Lucas veya Aquilani'nin ise yeterli olduğunu düşünmüyorum. Xabi'yi bu sene çok arar Kırmızılar. Sol kanat ise tıpkı defansta olduğu gibi sorunlu. Benayoun oranın oyuncusu değil. Riera sınırlı yeteneklere ship ve Babel de aslında bir forvet. Dolayısıyla takıma iyi bir oyun kurucu ön libero, iyi bir sol bek ve iyi bir sol açık lâzımdı. Bunları geçen sene de yazmıştım.

Neticede rezil bir başlangıç oldu bu, bakalım önümüzdeki haftalar ne gösterecek.

Eredivisie bildiğiniz gibi

Bugün Hollanda liginde (derbi değil belki ama) en büyük maç, PSV-Ajax karşılaşması vardı. 13:30'da başlaması ve tam bir gündüz maçı olması nedeniyle ayrı bir güzelliği olan müsabaka tam bir gol düellosu şeklinde cereyan etti. Daha maçın başında Suarez'in golüyle yenik duruma düşen ev sahibi PSV, muhteşem oyuncusu Dzsudzsak'ın golüyle beraberliği sağlasa da, ilk yarıyı yine Suarez'in sayısıyla yenik kapadı. İkinci yarıya fırtına gibi başlayan ev sahibi takım önce Bakkal ile beraberliği sağlayıp sonra da yine Dzsudzsak'ın şahane golüyle öne geçmeyi başardı. Emanuelson yine beraberliği sağlasa da son sözü yine Bakkal ile PSV söyledi. Maçın öne çıkan oyuncuları PSV'yi bir maestro gibi yöneten ve niye hâlâ büyük takımlardan birine gitmediğini çözemediğim oyun kurucu Affelay ve Macar sol açık, çok yakında mevkiinde dünyanın sayılı oyuncuları arasına gireceğini düşündüğüm ve şu hâliyle bile Riera'dan daha iyi olan Dzudzsak idi. Sürat, adam geçme, iki ayağıyla orta yapma, kolektivite, serbest vuruş vs. ne arasanız var onda. Özet görüntülerde bile yakalansa herkese bu oyuncuyu her fırsatta seyretmeyi tavsiye ediyorum.

Bu arada maç ne kadar zevkli olursa olsun her iki takımın savunmasının rezilliğini de vurgulamadan geçmeyeyim. Bu takımlar 10-15 sene önce bizim büyüklerin fersah fersah önündeydi ama bugün itibarıyla asla bir Fener ya da G.Saray değiller. Ne bütçe, ne hava, ne kadro kalitesi, hiçbir konuda hem de. Onlar mı geri gidiyor, biz mi ileri; galiba ikisi birden.

Lugano sıktı artık

Fener taraftarının geçen yılki sevgilisi, bu yaz başından beri sergilediği tavırlarla kendisinden iyice soğuttu insanları. Avrupa'da kapı kapı dolaşıp aylardır kulüp arayan oyuncu, hiçkimseden umduğu paraları alamayınca yeniden Fener ile anlaşma noktasına geldi. Daha 2 gün önce sabaha kadar süren görüşmeler sonucu anlaşma sağlandığı söylendi ama kendisi hâlâ ortalarda yok. Fener'de kalsa bile bundan sonra bir daha yukarıdaki gibi pankartları görebileceğini sanmıyorum. Gerçekten de sıktı artık çünkü.

Edit: Sabah bu postu yazdım, öğlen yeni sözleşmenin imzalandığı duyruldu. Paşanın yeniden anlaşmasındaki en büyük etken "ailesinin burada mutlu olması ve taraftarlar" imiş. "Yeni mi aklına geldi ve sen o taraftarları keriz mi sanıyorsun" diye sorarlar adama. Bu futbol alemi çok bozuldu çok.

"Organize bir takıma karşı oynadık."

Trabzon hocası Broos'un, oyuncuları birlikte 3 idman bile yapmamış Diyarbakır'a yenildikleri maçın ardından verdiği röportajdan...