21 Kasım 2009 Cumartesi

Henry'nin eli ve sonrası

Fransa'da bile gazeteler ve kamuoyu, Dünya Kupası'na hilekârlıkla gittiklerini kabul edip yazıyor birkaç gündür. Oradan gelen haberler doğrultusunda iki şeye dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, Henry'ye ne için kızmamız gerektiğinin yanlış değerlendirilmesi. Hayatında futbol oynamış herkes, onun yaşadığına benzer pozisyonlar yaşamıştır. Hatta ben de Göztepe'de B Genç'te oynarken bir maçta sağdan gelen bir ortaya uçarak kafa vurmaya çalıştım (takımın da kaptanıyım) ama uzanamayacağımı anlayınca sol elimle direk dibinden ağlara gönderdim topu. Sonra hoca geldi, sarı kart gösterdi ve işimize baktık. Yaptığım şey kesinlikle bilinçli değildi, yaşım da 15 olduğundan tamamen Maradona etkilenimli bir pozisyondu o. Fowler'ı daha bilmiyordum o yüzden hakem gol verse ne yapardım, hiç bilmiyorum. Ama mesela ilerleyen bir yılda (şimdi Henry'ye hakeme gidip itiraf etmesini salık veren zihniyetin kafama artık oturduğu bir dönemde) aynı şeyi halı sahadaki (hakemli) bir maçta da yapmıştım. Hakem yine gördü (beceremiyorum bu işleri :) ama o da tamamen refleksti ve eğer hakem görmese bu kez ben gidip kesinlikle söyleyecektim. Fowler'ın yaptığı şeyi bu blogda 1 senede en az 3 kere yazdım. Bütün gollerden, galibiyetlerden vs. çok daha erdemli ve yüce bir duygu o bana göre. Keşke bu ikincisinde hakem fark etmeyip golü verseydi de ben iptal ettirseydim :)

Neyse, sonuçta bu olay refleksle yapılıyor, Henry burada haklı. Ama ben dün de dikkat çektim; Henry o topu elle kontrol ettiği için karaktersiz değil benim gözümde. Onun istemsiz ve plansız olduğuna, futbol oynamış biri olarak inanırım. Önemli olan ise hakem pozisyonu görmeyip golü verdikten sonra sergilenen tavırdır. İşte Henry orada bütün nefretimi kazandı benim. İnsanda hiç mi vicdan olmaz? Yaptığı hırsızlıktan hiç mi utanmaz? Öyle koca ağzını ardına kadar açıp sırıtarak ve bağırarak o gole sevinilir mi? Hiç kimse buna dikkat çekmiyor ama benim görüşüm bu: "Futbolcunun karakteri, hakem onun illegal davranışını görmediğinde sergilediği tavırdan anlaşılır." Fowler da belki refleksle kendini biraz abartılı bırakmıştır yere ama "sonradan" gidip hakeme söylemesidir önemli olan. Geçenlerde N'Gog'nun yapmadığı gibi...

İkinci husus ise satır arasında geçen bir şey; Fransa'daki Beden Eğitimi Öğretmenleri Sendikası'nın yaptığı bir açıklama çok önemli kanımca. Bir kere bu açıklama vasıtasıyla böyle bir sendikanın "var" olduğunu görüyoruz ki, bu bile bizim dünyamızda hiç yeri olmayan bir şey. Önce buna hayran olalım. Akabinde ise yaptıkları açıklamaya odaklanalım: "Maçta yaşananlar, öğrencilerimize her gün öğrettiğimiz dayanışma ruhu, kurallara ve rakibe saygı gibi temel ilkelere ters bir durum." İkinci dumuru da burada yaşıyoruz. Eğer hayatında "beden" hocasından böyle bir ilke öğrenmiş bir insan evladı varsa lütfen parmak kaldırsın. Şahsen benim ortaokul ve lisede bütün "beden" derslerinde duyduğum yegane şey "alın şu topları istediğiniz gibi oynayın ama kavga/gürültü yok yakarım!" idi. En temel meselelerde bile Avrupa'nın neresinde olduğumuza küçük ama güzel bir örnek. Ahh ah...

20 Kasım 2009 Cuma

Sen ne karaktersiz adammışsın!

Thierry Henry'nin nasıl bir adam olduğunu, eliyle 2 kez düzelttikten sonra attırdığı golü takiben yaşadığı gol sevincine bakarak anlayabiliriz. Ellerini iki yana açıp avazı çıktığı kadar bağırarak ve gülerek o gol sevincini yaşayan karaktersiz, şimdi çıkmış "o an saniyeler içinde bir karar vermeniz gerekiyor ve düşünecek fazla vaktiniz olmuyor" diyerek, gerekirse maçın tekrar edilebileceğini söylemiş. Ulan sen bu söylediğinde samimi olsan, yüzde 1 bile samimi olsan, hadi gidip hakeme söylemedin ama hiç değilse o şekilde yüzsüzce sevinmezdin. Başını öne eğer santraya doğru yürürdün. Maçtan sonra da "futbol artık ölüm kalım meselesi oldu, kazanmak zorunda olan robotlara dönüştük, ben de hakeme gidip konuşamadım" falan derdin. Belki o zaman insanlar sana biraz sempati duyardı. Şimdi Fifa maçın tekrarının imkânsız olduğunu açıklamış, paşam "isterse maç tekrar edilsin, benim için fark etmez" diyor. Hadi ordan...

19 Kasım 2009 Perşembe

Bunlar nasıl günler böyle...

Son 1-2 haftaya bakıyorum, Türk sporunda akıl almaz şeyler art arda gerçekleşiyor. Süreyya Ayhan, basketboldaki derby rezaleti, Cemal Nalga fiyaskosu derken her gün daha beteri ile karşılaşıyoruz. Mesela dünkü postta Nalga olayını "Türk spor tarihinde bir dönüm noktası" başlığıyla yazdım ama bugün duyduğumuz bir olay, kesinlikle o ibareyi daha fazla hak ediyor. Eğer doğruysa ve sonuçlarını (olması gerektiği gibi) yaşarsak, bir daha hiçbir şey eskisi olmaz bu ülkede.

Almanya'da yayın yapan Berliner Morgenpost gazetesinin internet sitesinde bugün bir haber yer aldı. Buna göre uluslarası olarak faaliyet gösteren ve elebaşı Berlin'de yaşayan yeni bir bahis çetesi ortaya çıkarılmış. Söylenenlere göre Avrupa'daki birçok ligde görev yapan antrenör, oyuncu ve hakeme yüksek miktarda para verip maçların sonucunu kendi çıkarına göre maniple ediyor bu çete. Olayın bizi ilgilendiren kısmıysa Almanya'dan yüksek miktarda bahis oynanan Türkiye liginin de işin içinde olması. Türk millî takımının da formasını giyen bazı ünlü oyuncuların olayla bağlantısı olduğu söyleniyor.

100 kişi hakkında yürütülen soruşturmalar doğrultusunda yarın 5 kişi hakkında tutuklama kararı çıkması bekleniyor.

Şimdi düşünelim: Burada Fener, G.Saray, Beşiktaş diye birbirimizi yiyoruz. Sokakta taraftarlar, televizyonda yorumcular, bloglarda (sözüm ona) eğitimli yazarlar birbirine saldırıyor. Ve yarın bir bakıyoruz, tuttuğumuz, gönül verdiğimiz takımın yıldızları; Arda Turan, Emre Belözoğlu, Nihat Kahveci, Servet Çetin, Volkan Demirel, İbrahim Üzülmez vs. meğersem para alıp maç satıyormuş (haşa, isimler uydurmadır ve sadece benzetme amaçlıdır)! O zaman utanmayacak mıyız? Lanet olsun demeyecek miyiz? Tekrar ediyorum, eğer iddialar doğruysa bence Türk futbol tarihinin en önemli günleri bunlar. Yarın Bochum emniyet müdürlüğünde UEFA yetkililerinin de katılacağı bir basın toplantısı düzenlenecekmiş. Gözümüz, kulağımız, her şeyimiz orada olsun. S.ktir edin derby'yi falan...

G.Saray camiası olayın farkında

G.Saray camiası ve en başta da yönetim kurulu, yaşanan Cemal Nalga olayının ne kadar elim ve vahim bir olay olduğunun farkında olduklarını, dünden beri her hareketiyle gösteriyor. Önce basketbol şubesinin teknik ve idarî sorumlularına ivedilikle yol verildi. Bugün de herkesin beklediği hadise gerçekleşti ve basketbol şubesinden sorumlu yönetici Yiğit Şardan istifa etti. Sadece bu gelişmeler değil, bunlar gerçekleş(tiril)irken kullanılan sözler ve seçilen cümleler de, olayın farkında oldukarını net bir şekilde ortaya koyuyor. Şardan'ın açıklaması şöyle:

''Basketbol erkek takımının şube sorumlusu olarak, Almanya'daki özel bir turnuvada vuku bulan bu müessir olayın benden saklanmış olması ve düne kadar bu ihlalden hiçbir bilgi sahibi olmamam, üzerimdeki sorumluluğu ortadan kaldırmaz diye düşündüğüm için bu kararı aldım. Tüm Galatasaray camiasının bilmesini isterim ki, 20 aydır sürdürdüğüm muhtelif görev ve sorumluluklarımı, tüm bilgim, aklım, tecrübem ve donanımımla ve her şeyden önemlisi Galatasaray etiğine, gelenek ve göreneklerine bağlı kalarak yerine getirme çabası içinde oldum, ancak yaşanan bu son olayı önleyememiş olmaktan ötürü büyük üzüntü duymaktayım. Tüm Galatasaray camiasından ve Türk spor kamuoyundan içtenlikle özür dilerim.''

Bugün 1987'de Ergun Gürsoy'un gönderdiği Şahin marka otomobiller, Zalad'ın aldığı para, Vahap Beyaz'ın 99. dakikada görmeden çaldığı penaltılar vs. konuşuluyor ama hiçbirisinin somut kanıtı yok. Oysa bu olay son derece somut ve G.Saray'ın maaş verdiği insanlar tarafından gerçekleştirilmiş, tam bir yüz karası hadise. Dolayısıyla G.Saray kulübünün ve camiasının üzerine, ebediyen yapışma riski de çok fazla. Bunun bilincine vardıkları içindir ki, yönetim çok hızlı hareket edip sorumlu davranmaya gayret ediyor.

Gelecek hafta da Divan Kurulu toplanacakmış. Orada ortaya çıkan fikirler ve tavsiyelerden sonra şube kapatılırsa hiçkimse şaşırmasın. Ki bu olay üzerine yapılması gereken de, kanımca budur. G.Saray hiç değilse "içeriden münferit birkaç kişi böyle bir b.k yedi ama kulüp bunun utancı ve mahcubiyetiyle koskoca şubeyi kapattı" diye anılsın. Bu kepazeliği ancak böyle bir tavır temizler.

Allah belasını versin

Fransa, ecel terleri döktüğü maçta İrlanda'ya uzatmalarda öyle bir gol attı ki, Dünya futbol tarihinin en büyük skandallarından biri. Maçın hakemi pozisyona uzak ama yardımcı hakem nasıl göremez Henry'nin topu elle düzelttiğini? Dahası, Malouda ortayı yaptığı anda çok açık bir ofsayt da var. Yani hem ofsayt hem de elle (2 kez!) düzeltilen bir top söz konusu. İlginç olan bir başka nokta da, orta hakemin kendisine itiraz eden İrlandalı oyunculara kendi göğsünü/karnını gösterip pozisyonu gördüğünü ve ihlal olmadığını işaret etmesiydi. Bu hakeme yıllarca uluslararası maç verilmemeli bir daha.

Aşağıdaki postta G.Afrika'da en sıkıcı takımın kim olacağının belli olduğunu yazdım (Yunanistan). Şimdi ise elenmesi için dua edeceğimiz takım belli oldu diyorum. Thierry Henry de o gol sevincinden sonra gözümden ebediyen düştü. Lanet olsun böyle sporcuya...

Not: Çizgideki 5 ve 6. hakemlerin ne kadar gerekli olduğunu gösteren bir örnek daha yaşadık. Eğer Avrupa Ligi'ndeki o çizgi hakemi bugün görev yapsa, olay onun tam önünde cereyan edecek ve böyle bir hırsızlık yaşanmayacaktı. Biz bu örneği yaşayıp bu dersi alırken, olan İrlanda takımına ve halkına oldu. Yazık.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Slovenya G.Afrika'ya, Hiddink Türkiye'ye

Slovenya, hiçkimsenin beklemediğini başarıp, deplasmanda 2-1 yenildiği Rusya'yı rövanşta 1-0 mağlup ederek Dünya Kupası'na katılmayı başardı. Rusya gibi, Avrupa Şampiyonası'nda yarı final oynamış bir takım da böylece kupa dışında kalmış oldu. Bu sonuçtan sonra Hiddink'in Türk millî takımının başına geçmesini bekleyebiliriz artık. Büyük bir umutla ona yaptıkları teklifin gerçekleşmesi için Rusya'nın elenmesini bekleyen (beceriksizlik âbidesi, yüz karası) federasyonumuz da rahat bir nefes almıştır böylece. Hiddink tercihi yine de çok olumlu olur kanımca. Ama ona bir ekol yaratması için, gerekirse önümüzdeki Avrupa Şampiyonası feda edilerek 5 yıllık bir sözleşme önerilmeli. Gelecekte millî takımın başına geçebilecek en az 2 aday da yardımcılığına getirilmeli. Zira Hiddink bir ekol yaratıp Türk futboluna inanılmaz katkılar yapsa da onu bozmakta üzerimize yok bizim.

Öte yandan gecenin bir diğer maçında Portekiz, kendi sahasında 1-0 yendiği Bosna'yı deplasmanda aynı skorla mağlup ederek bizleri üzdü. Her ne kadar Ronaldo başta olmak üzere o yıldızlar topluluğunu Dünya Kupası'nda seyredecek olmak güzelse de, Bosna gibi futbolun bir çok doğrusunu uygularken göze hoş gelmeyi de başarabilen bir takıma yazık oldu.

Yunanistan ise kendi sahasında golsüz berabere kaldığı Ukrayna'yı deplasmanda 1-0 yenerek vizeyi kaptı. 2 maçlık kısa serilerde ilk maçı kendi sahasında oynayan bir takımın avantajlı olduğunu, yeri geldikçe hep söylüyorum. Yine o durumlarda en önemli şeyin gol yememek olduğu ve 0-0'ın hiç de fena bir sonuç olmadığı yönündeki devamlı iddialarıma güzel bir katkı yaptı Yunanistan bu akşam. G.Afrika'nın en sıkıcı takımının kim olacağını en azından artık biliyoruz. Yunanistan kalecisi Tzorvas, kurtardığı en az 7-8 şutla maçın kesin yıldızıydı.

Ve benim için en önemli eşleşmeye geliyoruz. Dünyada en sevdiğim millî takım olan İrlanda, gecenin en büyük sürprizine imza atarak kendi sahasında 1-0 yenildiği Fransa'yı deplasmanda aynı skorla yenerek maçı uzatmaya götürmeyi başardı. 90 dakika boyunca neredeyse rakibine hiç net gol pozisyonu vermedi Yeşiller ve her zamanki gibi yılmaz mücadelesi ile herkesi kendisine hayran bırakacak bir efor sarf ediyorlar. Maç, an itibarıyla uzatmalara gitti; bu gidişle penaltıları da görürüz.

GS basket forumundan

GS Basket diye bir site var, daha yeni gördüm internette. O meşhur "Tufan görünümlü Cemal" olayının yaşandığı Deutcshe Bank Skyliners maçını bir Alman sitesinden sadece istatistiksel olarak takip etmiş bazıları. Ve gidişata göre de foruma saf saf yorumlarını yazmışlar. Orada çok ilginç şeyler var, sırf kendi taraftarını böyle kandırması bile traji-komik bu adamların. İşte o yorumlardan bazıları (noktasına dokunmadan):

-cemal nalga kadroda yok acaba o 5maçlık ceza bu hazırlık maçlarına da yansıyor mu ? yansıyorsa bu turnuvadan sonra 3hazırlık maçı daha yapsak ?

-ilk period 7 hücum ribandu verdik.Böyle devam ederse adamlar pota altında piknik yapacak.acil,uzun alarmı veriyor takım birde cemal ligde beş maç yok takım tam diyenlere mesaj olsun.

-tufanı yada muratı 4numara oynatıyoruz ? eren ne güne duruyor anlamadım ?

-ilk yarı 41-35 mağlup durumdayız maçta ilginç şeylerde oldu murat kaya 4numara filan oynadı ve alican 2dk da olsa süre aldı asist yaptı çıkarıldı daha sonra ilginç ya bu okan hoca..

-maçı 82-75kaybettik
d was 22sayı
tufan 9s
caner 5s
eren 2s
alican 0s
murat 11s
wilkinson 7s
rancik 10 s
can 3s
evren 6s
polat 0s

-Acilen Pivot almamız gerekiyor Cemal 5 maç yok.

-Takımın olmayan 5 numara gerçeğini kamufle etmek için öne sürdükleri isimlerden Cemal'inde 5 maç uzak kalacak olması, gerçeği görmek istemeyenlerin gözlerinin açılmasına ve takımın selameti için çok olumlu bir gelişme olabilir tabii gerçek bir Center almak şartıyla!

-Cemal'in oynamadığı Wilkinson'un 11 dakika (temenni ederim sakatlık falan yoktur) süre aldığı bir hazırlık maçında Polat 13 dakika Eren 6 dakika süre aldı.RAncik 27 dakika süre almış.Anlaşılan 23 dakika 4 kısa ile sahada yer almışız.İç dış dengesizliğine ve ribaund sıkıntısına neden olan faktörlerden biri de bu muhtemelen.

Türk spor tarihinde bir dönüm noktası

G.Saray basketbol takımının, 5 maç cezası bulunan Cemal Nalga'yı Tufan Ersöz formasıyla hazırlık maçlarında oynattığının tespit edilmesi, başlıkta belirttiğim gibi Türk spor tarihinin en unutulmaz ve büyük skandallarından biri kanımca. Elbette 104 yıllık bir kulüp, basketbol şubesinin sorumluluları böyle bir halt işledi diye lekelenmez. Sorumlu kişiler bulunup "camiadan temizlendiği ve ilişikleri ömür boyu kesildiği" sürece, G.Saray bu olaydan kulüp değerlerine bir halel gelmeden kurtulur. Sorumlu olan yönetim kuruluysa (yani olay bilgileri dahlindeyse), o zaman da hepsi istifa etmelidir. Çünkü bu olayın sorumluları en ağır şekilde cezalandırılmazsa, bundan 50 yıl sonra bile G.Saray'ın tarihine leke sürecek, her olayda anılacak ve asla unutulmayacak bir hadise olarak kalacaktır. Sonuçta G.Saray, Federasyon ve ULEB'in kendisine vereceği cezayı beklemeden, 104 yıllık kulübün değerlerini kurtarmak adına ciddi bir operasyon yapmalıdır. Merakla bekliyoruz.

Öte yandan, söylenenlere göre de Basketbol Federasyonu yaşanan olaylar nedeniyle G.Saray kulübü, basketbol teknik heyeti ve söz konusu oyuncuyu derhal sözlü savunmaya çağırmış. Ama herhangi bir savunma ile kurtulabileceklerini zannetmiyorum. Cemal Nalga'nın bilerek bu işe alet olması, muhtemelen "ömür boyu men" cezası almasına yol açacak. Bunun yanında olay apaçık bir şekilde "sahtecilik ve aldatma" olduğu için G.Saray'ın ligden ihraç edilip uzun yıllar Avrupa Kupalarından men edilmesi söz konusu. Özhan Canaydın, zamanında bu şubeyi kapatmak istemiş ama neredeyse ipe çekilmişti. Aklı başında bütün G.Saraylılar şu günü görecekelerine şubenin kapatılmasını tercih ederdi muhtemelen...

Geçmiş olsun Arda

G.Saray'ın kaptanı Arda Turan'ın, halsizlik, burun akıntısı gibi şikayetleri sonucu yaptırdığı testlerde H1N1 virüsüne rastlanmış. Gerçekten de şok bir haber bu. Tedavisi devam eden genç futbolcu, doğal olarak hafta sonu Manisa maçında forma giyemeyecek. Oynadığı zaman ligin en zevk veren futbolcusu olan Arda'ya geçmiş olsun diyorum. Duyacağı yok ama olsun, şu blogu hazırlayan birinin boynunun borcudur.

17 Kasım 2009 Salı

Basketbol arbedesinin ardından

Bir Beşiktaşlı arkadaşım, basketbol derby'sinde yaşanan hadiseyi şöyle özetledi geçen gün: "Fenerbahçe-G.Saray derby'leri artık Fenerlilerin rakiplerini hor görüp aşağılama, G.Saraylıların ise rakiplerine karşı duydukları sonsuz kompleksi kusma mecraları oldu." Elbette bunu bu cümlelerle ifade etmedi, çok daha anlaşılır bir şeydi onun söylediği :) ama özeti budur. Fenerbahçe-G.Saray rekabetine dışarıdan bakan herkes, G.Saray camiasının (başkanından sokakta simit satan taraftarına kadar) her ferdinde, damarlarına kadar işlemiş bir Fenerbehçe kompleksini açık bir şekilde görebilir. Bu yüzdendir ki, futbolda utanç verici bir şekilde rakibine 10 yıldır her sene yenilen (utanç verici çünkü sınav sorularına konu olacak bir "çaresizlik" söz konusu) bir takımın taraftarları, kişisel mastürbasyonları için diğer spor dallarındaki galibiyetlere ya da Fenerbehçe'nin rakiplerinin başarılarına bel bağlamak durumunda kalmaktadır. Ha, bir Fenerli de örneğin A.Gücü-G.Saray maçında A.Gücü'nü destekleyebilir, bu bilinen ve zaten gerçekleşen bir olay. Ama bunu fazla önemsemeden yapar; G.Saray yenilirse gülümser, yenerse gülüp geçer. Çünkü bizzat kendisi, bir başka takımdan medet ummasına gerek bırakmaksızın her yıl bıkıp usanmadan G.Saray'ı yenmektedir zaten. Bir G.Saraylı bunun ne olduğunu anlayamaz. Anlaması için 10 senedir makineye bağlamış gibi yendiği bir takımla kıyaslama yapması gerekir; örneğin Trabzon ya da Kayseri. Durum o kadar utanç vericidir ki, G.Saray'ın (geçtim ezelî rakibini) bu takımları bile 10 senedir her maçta yenmesi gibi bir durum yok. Hatta Fener'in kendisinin 10 yıldır her maçta yendiği bir başka rakibi de yok. Türk futbol tarihinin en büyük iki kulübünden biri diğerini bu kadar ezerse, orada doğacak kompleksten bu tip olayların fışkırması da gayet normaldir. Normal olmayan şey, "yürütme"nin başındaki insanların olaylara bu kadar seyirci kalması, cezalar söz konusu olduğunda eyyam yapıp korkak davranması ve yumruğunu masaya vuramamasıdır.

Dün bir arakadaş bir şey söyledi, bence olayların çözümü için mükemmel bir fikir. Diyelim ki Fener'in stadında oynanan G.Saray maçında olaylar çıktı, polis yaralandı, sahaya bir şeyler atıldı vs. O maçtan sonraki ilk Fener-G.Saray maçında, Kadıköy'e sadece ve sadece G.Saray taraftarı alınsın. Fener taraftarı kendi stadındaki bir G.Saray maçına giremesin. Veya tam tersi G.Saray ya da Beşiktaş için de geçerli. Bence derby maçlar için sorun, ancak ve ancak böylesi bir radikal tedbirle çözülebilir.

Onun ötesinde ilk paragrafta yazdığım şeylerde ısrarlıyım. G.Saray taraftarı aynaya bakmayı beceremediği için ne halde olduğunu göremiyor, hiçbir zaman da göremeyecek. Ama dışarıdan halleri çok acınacak bir durumda. Bir takım, kendisi Efes'e farklı şekilde yenilip adeta tecavüze uğrayarak elendikten sonra taraftarları Fener-Efes maçına G.Saray forması giyerek gidiyorsa, ortada hakikaten acınacak bir durum vardır. Şike söylentileriyle dolu bir rekabette en çok çekiştiği rakiplerinden biri (Beşiktaş yani, Zalad olayı vs.) Fener ile oynadığında "gönlüm Fener'in rakibinden yana" diyorsa, Fenerbahçe'nin hakem hatasıyla gol attığı bir maçtan sonra o ezelî rakibiyle aynı matbaadan afiş bastırıp ortak bir şekilde maçlara çıkıyorsa, ortada ezelî rekabet falan değil, bir "çırpınış" kalmış demektir. Herkes bu dediklerimi düşünsün, ondan sonra olaylar hakkında kafa yorsun. Bunu görmeden ve herkes itiraf etmeden, birileri ölene kadar bu olaylar bitmeyecek.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Ne oluyoruz?!

Enke'nin kaybının üzerinden daha 1 hafta geçti ama en az onun kadar üzücü bir haber daha geldi bugün Yunanistan'dan. Biraz önce okudum ve gözlerime inanamadım: Ülkemize son yıllarda gelmiş en nitelikli santrforlardan Meksikalı Antonio De Nigris, kalp krizi geçirerek ebediyete intikal etmiş. Hem oyuncu karakteri, hem oyun yapısı hem de profesyonelliği ile hatırlayacağımız nadide oyuncunun geride bıraktığı ailesine sabır, kendisine de huzur içinde bir istirahat diliyorum.

Not: De Nigris ülkemizde en çok Kadıköy'deki maskeli gol sevinci ile hatırlanacak kuşkusuz. O maske ve onu taktığı andaki görüntüsü ile çoktan antolojilere geçti ama ben kendisini, verdiği bir demeç vasıtasıyla ortaya koyduğu zekâsı ve mizah anlayışı ile hatırlayacağım. Humor duygusundan (pek çok "topçu"nun aksine) nasıl da nasiplendiğini gösteren muhteşem bir anektod. Buraya işleyerek ve gülümseyerek yad ediyorum:

"Kolombiya'da çok mutluydum; takım da fena gitmiyordu ama antrenör vurulunca kaçtım."

Toprağı bol olsun.

New Slang

O kadar övdüm, bari videosunu da ekleyeyim, tam olsun.



Gold teeth and a curse for this town were all in my mouth.
Only, i don't know how they got out, dear.
Turn me back into the pet that i was when we met.
I was happier then with no mind-set.

And if you'd 'a took to me like
A gull takes to the wind.
Well, i'd 'a jumped from my tree
And i'd a danced like the king of the eyesores
And the rest of our lives would 'a fared well.

New slang when you notice the stripes, the dirt in your fries.
Hope it's right when you die, old and bony.
Dawn breaks like a bull through the hall,
Never should have called
But my head's to the wall and i'm lonely.

And if you'd 'a took to me like
A gull takes to the wind.
Well, i'd 'a jumped from my tree
And i'd a danced like the kind of the eyesores
And the rest of our lives would 'a fared well.

God speed all the bakers at dawn may they all cut their thumbs,
And bleed into their buns 'till they melt away.

I'm looking in on the good life i might be doomed never to find.
Without a trust or flaming fields am i too dumb to refine?
And if you'd 'a took to me like
Well i'd a danced like the queen of the eyesores
And the rest of our lives would 'a fared well.

Müzik molası #10: The Shins

2000'li yıllarda müzik dünyasında pıtırak gibi türeyen binlerce indie grup arasında hem nitelikli, hem de kulağa/kafaya/yüreğe iyi gelen müzik yapan bir tanesini bulmak, gerçekten de heyecan verici bir hadise. Bunu şahsen daha önce defalarca yaşadım ve bu anlardan bir tanesi de The Shins'i keşfettiğim andı diyebilirim.

Albuquerque'den çıkan başka bir grup biliyor musunuz? Ben Beirut dışında bilmiyorum ve onun da The Shins ile kıyaslanması, bence The Shins adına haksızlık olurdu. 1997'de kurulmasına karşın ilk albümlerini 2001 yılında ("Oh, Inverted World" adıyla) çıkaran grup, albümün Donovan-esk zirvesi New Slang şarkısının, Zach Braff'li "Garden State" filminde adeta marş gibi kullanılmasıyla bir anda popüler oldu. Albümde bu muhteşem parçaya yaklaşabilen bir tane daha bulmak zor olmakla birlikte, boş bir şarkı da yok doğrusu. Lo-Fi ve Sub Pop olarak tanımlayabileceğimiz müziğin daha güzel şekilde icra edilmesinin mümkün olmadığını düşündüren, insanı en huzursuz anlarında bile yakalasa kendi içine çeken ve gerçeklerden uzaklaştıran son derece naif, huzur veren ve yumuşak bir albüm "Oh, Inverted World". The Shins'in müziğini tanımak için de muazzam bir başlangıç.

Bir yenilik içermemekle birlikte grubun hoş tarzını muhafaza eden, ilki kadar dinlemesem de yine çok beğendiğim ikinci albüm için, hem kendi intibam hem de basında yapılan eleştiriler doğrultusunda şunu söyleyebiliriz: İlkinin yakaladığı muazzam başarının altında ezilmeyen, grubun çizgisini devam ettiren, gelecek için fazlasıyla ümit veren bir ikinci albüm bu (ismi "Chutes too Narrow"). İlk işleriyle yüksek seviyede övgü alan grupların "ikinci albüm sendromu" denen o illet yüzünden daha sonra nasıl çuvalladıklarını, çuvallamayanların ise önyargılar yüzünden kimselere nasıl da yaranamadıklarını düşününce, "Chutes Too Narrow"un değeri daha da artıyor.

Bu albümün ardından yeni bir soluk ihtiyacı hissederek kadrosunda da değişikliklere giden grup, üçüncü albüm için bu sebeplerden dolayı tam 4 sene bekledi. Nihayet 2007 yılında "Wincing the Night Away" adıyla (şimdilik) son uzunçaları da yayınlamış oldular. Bu albümün daha enerjik ve canlı, ilk ikisinden biraz farklı bir tarzda olduğu söyleniyor ama henüz indirip dinlemedim. Sizle beraber kendime de tavsiye ediyorum anlayacağınız :)

Netice itibarıyla yaptığı işlerle, daha ilk günlerinden itibaren çok yüksek bir kalite tutturan ve şimdiye kadarki 12 senelik macerasında belli bir seviyenin altına hiç düşmeyen, Avrupa'da da çok sevilen ve mütemadiyen konserler veren bu naif grubu tüm müzikseverlere öneriyorum. Sadece New Slang şarkısını bile dinleyen her insan evladı, rahatlıkla aşık olabilir kendilerine...

15 Kasım 2009 Pazar

Eren Güngör sezonu kapattı

Eren Güngör, sahip olduğu yetenekler itibarıyla bence bu ülkenin en iyi stoperi. Geçen sezon başında Altay'dan transfer olduğu Kayseri takımında, 33 maçta 90 dakika forma giyen ve millî takıma da yükselmeyi başaran (hoş, Terim'in bu konudaki tercihlerine derin bir anlam yüklememek lâzım) genç oyuncu, bu sezon başında kopan çapraz bağlarından yeniden sakatlanması sonucu sezonu kapatmış bulunuyor. Geçen yıl G.Saray ile oynadıkları Süper Kupa maçından sonra "Arsene Wenger seyretse Arsenal'a hemen transfer ederdi" diyerek övdüğüm (o yazı burada); ilk yarının en iyi 11'ine seçtiğim ve Fenerbehçe'ye en çok istediğim yerli oyunculardan biri olan genç yıldıza geçmiş olsun diyor ve acil şifalar diliyoruz. Bence önümüzdeki 3-4 yıl içinde Türkiye'nin en iyi futbolcularından biri olacak ve Avrupa'ya transfer yapacak bu çocuk.

Alayına gider