13 Şubat 2010 Cumartesi

Bırak artık bu işleri

Şu blog açıldığından beri Mustafa Denizli'nin, bu ülkenin en kötü teknik direktörlerinin başında geldiğini yazıp durdum. Her yazımda da bana çemkirmeyen kalmadı. Neymiş; üç büyük kulübün üçünü de şampiyon yapmış, geçen sezon iki kupa birden kazanmış, Kupa 1'de yarı final, Euro 2000'de çeyrek final görmüş vs. Ben zaten şampiyon olamayacağını hiçbir zaman söylemedim. Bir tek bu sezon başında söyledim, onun da doğru çıkıp çıkmayacağını sezon sonu görürüz.

Benim için, o hükmü verirken en önemli kıstas ise takımına oynattığı futbol oldu her zaman. Mustafa Denizli'yi 20 seneden beri takip ediyorum, ne yaptığını bildiğini tek bir gün bile düşünmedim, görmedim. Onun hal ve hareketlerine baksanız her cümlesinden bir züppelik, bir bilmişlik, bir "diğerlerini hakir görme" okursunuz. Hani şu Aceto isimli kendini bilmez gibi (özellikle eleştirilere karşı tavırları çok benziyor). Ama altını kazıdığınızda inanılmaz bir boşluk ve sığlık çıkıyor (bu özellikleri de çok benziyor). Denizli'ye, zamanında (benim çocukluğumda) yaptığı çılgınca oyuncu değişiklikleri yüzünden Hıncal Uluç isimli süne zararlısı "hücumcu" unvanını vermiş, öyle de gelmiş bugüne kadar. Ama pratikte takımlarına oynattığı futbola bakıyorsunuz, Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en korkak hocasının o olduğu ortaya çıkıyor. Euro 2000'de sadece savunma yaptığımız İsveç maçı turnuvanın (açık ara) en zevksiz ve yavan maçı seçiliyor. Hollanda ile Bursa'da oynuyoruz; Seedorf 86'da penaltı kaçırıyor, yarım pozisyon ile (İlker'in hayatının ortasıyla) mucizevi bir gol buluyoruz, rakip 10 tane net kaçırıyor. G.Saray ile Monaco çeyrek final oynuyor, 180 dakika orta sahayı bile geçmeyen G.Saray 40'tan atılmış bir frikik ile turu atlıyor. Örnekleri sayfalarca uzatabiliriz. Bu yıl Beşiktaş'a Şampiyonlar Ligi'nde oynattığı futbol ise tam bir yüz karası, utanç vesilesi. Ama ona sorsanız, Fener ile "0" çektiğinde hiç sıkılmadan dediği gibi "gruptaki birçok maçı biz de kazanabilirdik" der. Hey ya rabbi...

Bu gece Beşiktaş'ta sezon başından beri sol açıkta, sağ açıkta, sağ bekte, atak orta sahada kaçıncı oyuncu oynadı bilen var mı? Sol açığa bakalım mesela: Nihat, Bobo, Ekrem, İsmail, Yusuf, Tello (!!!) Bir sezon içinde bir takımda orta sahanın solunda 6 farklı oyuncu oynar mı be birader? Savunmanın ortası hariç, Beşiktaş'ta her mevkide en az 3 oyuncu görev almış bu yıl.

Neyse uzatmayayım, her konuda olduğu gibi bu konuda da geçen yıldan beri yazdığımız her şey gerçekleşti. Mustafa Denizli artık bu işleri bıraksın, çünkü mesela Yılmaz Vural'ın, Hikmet Karaman'ın, Ersun Yanal'ın vs. onda biri kadar bile bilmiyor. Vural da bir profesör sayılmaz mesela ama hiç değilse züppe, kendini beğenmiş ve overrated değil. Denizli ise hayatı boyunca "hiç olmadığı biri ve bir şey" gibi görünüp bunun ekmeğini yedi bu ülkede. Yazık.

Gaziantep 2 - Beşiktaş 0
(11' Julio Cesar, 52' Deumi)

Russo demişken...

Rene Russo'nun 56 yaşında daha yeni çektirdiği resimleri görmüşken, onun bu en ünlü fotoğrafını hatırlamamak olmaz. Aşağıda belirttiğim gibi kendisi dünyadaki en uzun bacaklı kadınlardan biridir ve bu resimle bu özelliğini herkesin dimağına kazımıştır. Sevgiyle anıp konuyu kapatıyorum akşam akşam..

56 yaşında bir taş




1989 yılında (35 yaşında) oyunculuğa başlayan eski model Rene Russo, hepimizin hafızasına "Lethal Weapon 3" filminde Mel Gibson ile birbirine vücutlarındaki yaraları gösterdiği sahne ile kazındı. Dünyanın en güzel ve en uzun bacaklarından ikisine sahip olan Russo, aynı serinin 4. filminin yanı sıra "One Good Cup", "In the Line of Fire", "Get Shorty", "Ransom", "Tin Cup", "The Thomas Crown Affair" gibi gişe filmlerinde Michael Keaton, Clint Estwood, John Travolta, Kevin Costner ve Pierce Brosnan ile birlikte oynadı. Hollywood'da görmeye çok alışık olduğumuz üzere yaşlanınca kendisine rol bulmakta zorlanan (ve yaklaşık 5 yıldır da hiçbir filmde oynamayan) unutulmaz güzelliği, 56 yaşında çektirdiği bu fotoğraflarla anmak boynumuzun borcu.

Alex'in 11'i

Alex de Souza'dan, ligde ilk yarının en iyi 11'ini seçmesi istendiğinde aşağıdaki kadroyu oluşturmuş. Futbol sohbetlerinde sürekli tekrarlanan "ideal 11 yapsan rakibinden kimleri alırdın?" sorusu da, onun açısından cevaplanmış oluyor böylece.

Volkan

G.Gönül - Lugano - Bilica - H.Balta

Keita - Cristian - Emre - Arda

Özer

Makukula
(Semih)

12 Şubat 2010 Cuma

1981'in en iyi filmleri


1. Body Heat (10)
Lawrence Kasdan

2. Das Boot (10)
Wolfgang Petersen

3. Blow Out (8)
Brian De Palma

4. The French Lieutenant's Woman (8)
Karel Reisz

5. Gallipoli (8)
Peter Weir

Diğer: An American Werewolf in London (8), Chariots of Fire (8), Thief (8), Mad Max II: The Road Warrior (8), Raiders of the Lost Ark (8), Escape from New York (7), Reds (7), Scanners (7), Time Bandits (7), Excalibur (6), True Confessions (6), Victory (6), Neighbors (6), The Postman Always Rings Twice (6), Taps (6), The Evil Dead (6), Halloween II (5), Endless Love (5), Piranha Part Two: The Spawning (4), Friday the 13th Part 2 (4)

Görmediklerim: Stripes, My Dinner With Andre, Pixote, Diva, Arthur, Ragtime, Prince of the City, On Golden Pond, For Your Eyes Only, The Howling, The Entity, Quest for Fire, Absence of Malice, The Funhouse, Southern Comfort, The Incredible Shrinking Woman, Ms. 45, S.O.B., Polyester, Knightriders, Gregory's Girl, They All Laughed, Deadly Blessing, The Hand, Beau Pere, Clean Slate, Whose Life is it Anyway?, Buddy Buddy, Lola, Bolero...

11 Şubat 2010 Perşembe

"Ruh" geri döndü

Fenerbahçe için, şu blogu başlattığımdan beri yazdığım yazıların %70'inin olumsuz olduğunu, okuyanlar biliyor. Olumsuzluğun en önemli nedeni de ortaya konan ruhsuz mücadele ve isteksizlik üzerineydi. 25 seneden beri bu takımı izliyor ve destekliyorum ama Alex geldiğinden beri tüm oyuncularda gördüğümüz o sünepelik, uyuşukluk, vurdumduymazlık resmen iğrendiriyor beni. Öyle ki, bir taraftar olarak insanın kendisiyle alay edildiğini düşünmesi işten bile değil.

Bu sezonun ilk 8 haftasından itibaren yeniden geçen yıllardaki o iğrenç görüntüye bürünen takım, ligde tokat üstüne tokat yedikten sonra ikinci yarıya istekli ve şaha kalkmış bir görüntüyle başladı. Ve benden de alışılmadık bir şekilde birkaç övgü yazısı geldi bu dönemde. Ama bu gece Bursa deplasmanındaki kupa maçında ortaya konan futbol, yeniden bu oyuncuların hepsinden nefret etmemize yetip artacak seviyedeydi.

Aslında sorun Daum'un bu kupa maçında önemli oyuncularını dinlendirmesinde değil. Kim olsa aynı durumda aynı şeyi yapardı. Sorun, bu takım sezon başında kurulurken yapılan tercihlerde. İsteyen açar okur, sezon başında bu takımın dengesiz bir şekilde tesis edildiğini, bazı bölgelerde yığılma varken buna karşılık kilit oyuncuların alternatifsiz olduğunu yazmıştım. Kendini bilmez 1-2 arkadaş da bana çemkirmişti. Ama bugün gelinen noktada net bir şekilde görülüyor ki, Volkan, Emre ve Alex'in bölgelerinin yedek oyuncusu yok. Böyle bir skandal olabilir mi? Yanlış anlaşılmasın, "aynı kalitede" yedeklerden bahsetmiyorum, (Emre ve Alex için) "aynı tarz" oyuncular alınması gerektiğinden bahsediyorum. Yani bu takımda Cristian-Emre olmadığı zaman Selçuk-Deniz oynuyorsa bu takımı vücuda getiren zihinlerin pek sağlıklı çalışmadığı rahatça anlaşılabilir. Örneğin bu geceki ikili yerine Selçuk-Sezer Badur olsa, on kat daha sağlıklı bir yapı oluşurdu. Sezer, belki en fazla Selçuk ve Deniz seviyesinde ya da belki altında bile; ama önemli olan Emre'nin yedeği olarak aynı tarz bir rolü diğer ikisinden çok daha sağlıklı şekilde oynayabilecek olmasıdır.

Yine sezon başında yazdım; Gökhan gibi bir hücumcu bekin yedeği Bekir ya da Önder gibi stoper oyuncular olabilir mi? Ali Tandoğan bile olur ama bu ikisi olmaz. Yine Volkan için de her zaman belirttiğim gibi tecribeli hatta "yaşlı" bir yedek kaleci alınmalıydı. Bence büyük takımların yedek kalecisinin asla genç ve çaylak bir oyuncu olmaması icap eder. Kendini her daim hazır tutan, o yaşta o büyük takımda oynuyor olmanın kıymetini bilecek, rol aldığında da tecrübesiyle sırıtmayacak kalecilerin kadroda bulundurulması gerekir.

Denebilir ki, "Bursa maçı ile bunların ne alâkası var?" Bu geceki maçla ilgili yazılacaklar bence bunlardır. Maçta ne olduğunu, hatta baştan ne olacağını belirleyen, tayin eden gelişmeler sezon başında zaten yaşanmıştır. Kadrodaki bu başıbozukluğun yanı sıra bir de takımdaki uyuşukluk ve kişiliksizlik eklenince, Romero filmlerini andıran bir 1.5 saat yaşandı. Şans golüyle de 3-1 bitti ve Fener yoluna devam etti.

Bu takımın, kupa konusundaki cenabetliğini düşününce (Manisa'yı geçer ama) finalde Trabzon'a kaybetmesine hiç şaşırmayacağım.

Bursa (4-4-2): Ivankov (***) - Ali (**), Zapo (***), İbrahim (***), Keçeli (**) - Volkan (***), Hüseyin (**), Has (**), İpek (*) - Turgay (**), Iglesias (**) (65' Sercan (**) (90+2 Batalla)

Fenerbahçe (4-4-2): Volkan (**) - Bekir (*), Önder (**), Bilica (*) (46' Emre (**), Vederson (*) - Gökhan Gönül (**), Selçuk (**), Deniz (**), Andre Santos (*) - Gökhan Ünal (*) (65' Alex (**), Güiza (**) (90+3 Semih)

Goller (3-1): Iglesias 18', Ivankov (p) 33', Turgay 64' - Güiza 90+2

10 Şubat 2010 Çarşamba

G.Saray 3 - Antalya 2

İki kelime: Santrfor Servet... Anlayan anladı.

9 Şubat 2010 Salı

Çupi'yi anarken...

Dün ölümünün 9. yıldönümü nedeniyle andığımız büyük ustanın, lalettayin bir lig maçının tenkidini yaparken bile nasıl başdöndüren bir "sanatçılık ve ruh" ortaya koyduğunu kanıtlayan bir alıntıyı yayınlamak istedim. Bu vesileyle bir kez daha sonsuz bir saygıyla anıyorum kendisini.

Trabzon iyi yolda

Şenol Güneş'in göreve geldiği ilk günlerde de söylemiştim, Trabzon'un yakın ve uzak geleceği bu hoca ile emin ellerde. 96 yılında berabere bile kalsa neredeyse şampiyonluğu garantiye alacağı bir maçta (üstelik öne de geçen) takımına hâlâ hücum ettiren o saf teknik direktörden eser yok artık. Dünya Kupası üçüncülüğünün ardından millî takımda saçmaladığı günler de geride kalmış. Hem meslekî hem de insanî anlamda farklı bir Şenol Güneş görüyoruz Trabzon'a döndüğünden beri. Bu da insanları doğal olarak umutlandırıyor.

Bir kere Serkan Balcı gibi bu ülkede en beğendiğim oyunculardan birini orta sahada oynatması birinci bonus. Gökhan değil Umut'u tercih etmesi de ikinci. Ön libero ve onun yardımcısı olarak Selçuk ile Colman'ı görevlendirmesi olağanüstü bir hamle. Ve en önemlisi futboldan anlamayan dingin zihinlerin "topçu değil" dedikleri Alanzinho'yu en verimli şekilde (forvet arkası olarak) kullanması. Hugo Broos da kıymetli bir hoca ama bunları göremiyordu işte.

Skor avantajını ele geçirdiği anlarda Serkan'ı ortaya presçi ve bozucu olarak sokup Alanzinho'yu sol açığa, Gabric'i (ya da Engin'i) de soldan sağa alarak 4-3-3'e dönmesi en azından bir yaratıcılıktır. Genelde skor avantajını sağladığı için de bu hamle hep işe yaradı bugüne kadar. Ama özellikle içeride kapanan takımlara karşı maç taktiğini çok iyi belirlemek gerekiyor. Çünkü kadroda yaratıcı olarak çok fazla oyuncu yok. Bu tip oyunlarda en önemli stratejinin "rakip savunma yerleşmeden" pozisyona girmeye çalışmak olması lâzım. Umut, Serkan, Selçuk gibi presçi oyuncularla mutlaka ama mutlaka rakip sahada baskı uygulayıp top kapmaları gerekiyor. Eğer bu olursa Avni Aker'de zor puan kaybederler.

Kadronun da hiç fena olmadığını düşünürsek Trabzon takımı (bugün hocanın da dediği gibi) "ikinci yarını lideri" olabilir. Maçlarını seyretmek de sıkıntıdan çok zevk veriyor.

7 Şubat 2010 Pazar

Nur içinde yat

Türk spor basınının gelmiş geçmiş en büyük yazarının 9. ölüm yıldönümü bugün. Öbür dünya diye bir yer varsa ona orada huzur diliyorum.