27 Mart 2010 Cumartesi

Bursa strese erken girdi

Bursa takımı hemen hemen bütün medya tarafından şampiyon ilan edildi geçen hafta. Öyle ya, geçen hafta sonu oynanan maçlardan sonra 5 puana çıkan fark, şayet Bursa İBB maçını da kazanır ve derbi berabere biterse 7 olacaktı. Ama işte öyle olmadı, olamazdı.

Geçen haftadan beri yakın çevremdeki herkese Bursa'nın İBB maçını kazanamayacağını, bu yolda tek çekincemin Ertuğrul Sağlam'ın bağlı olduğu cemaatin Türk futbolu üzerinde son yıllardaki etkisi olabileceğini söyledim. Abdullah Avcı'nın da o taraklarda bezi olduğu söylenir çünkü ama böyle iğrenç bir bağlantı gündeme gelmeyince 8-10 tane eksiği olmasına rağmen İBB stres altındaki Bursa'yı yenmeyi başardı. Çünkü kaç oyuncusu eksik olursa olsun, kendisine karşı açık oynayan, baskı altında olan takımlara çok ama çok ters gelen bir oyun şablonları var. Hocaları çok iyi, tam anlamıyla bir "takım" olarak hareket ediyorlar ve oyuncu yapıları da oturtulan sitemle çok uyumlu.

Bursa'nın, örneğin geçen seneki Sivas'tan avantajı Ömer, Ali Tandoğan, Hüseyin, Mustafa gibi dört büyükler deneyimi yaşamış, o stresle baş etme durumuyla daha önce karşı karşıya gelmiş oyunculara sahip olması. Herkes de bunu söylüyor zaten ama unutulan şey, bu saydığımız oyuncuların hepsinin savunmada oynaması, buna mukabil maçı alacak olan hücumcuların ise Bursa takımında tamamen çaylaklardan oluşması. Volkan, Sercan, Ozan ve Turgay'ın yüzlerinden bile, dün gece karşı karşıya oldukları "şey"le baş etmekte ne denli zorlandıkları okunabiliyordu. Nitekim tüm ikinci yarıyı rakip sahada oynamalarına ve teknik direktörün risk alan hamlelerine rağmen pozisyon üretmekte başarısız olmaları da bunun kanıtı bana göre.

İyi takım olmak başka bir şeydir, kompakt takım olmak başka, hatta "takım" olmak başka ama "winner" olmak bambaşka bir şeydir. Neticede maç 0-0 başlıyor ve kazanmak için gol atılması lâzım. Bursa takımında gol atması beklenen isimlere baktığınızda hiçbirinin "winner" olmadığı rahatlıkla görülebilir. Belki ileride olacaklar ama şimdi olmadıkları kesin. Bu yüzden şampiyonluğa oynayan büyük bir takımın normalde geçmesini beklediğimiz herhangi bir engele takılmaları da gayet olası. Örneğin evinde bir Antalya maçı oynayacak gelecek hafta, o maçı bile kazanması çok zor Bursa takımının. Şampiyon olup dört büyükler hegemonyasını kırmaları elbette güzel bir rüya ama gerçekleştirilmesi de bir o kadar zor.

Bursa takımı ne zaman şampiyon olur biliyor musunuz? Bütün maçlarını sadece berabere bitirmesi kendine yetecek olsa, o mentaliteyle oynasa, rakipleri de ona göre strateji belirlese o zaman. Hatta o şekilde oynanan maçları alma ihtimalleri de, hızlı ve dinamik genç forvetleriyle çok yüksektir. Ama şimdiki durumda çıktığı her müsabakayı "kazanmak zorunda" olan bir Bursa takımı var ve Sercan, Turgay, Ozan, Batalla, Volkan gibi oyuncularla her maçı kazanamazsınız. Zaten bu oyuncular tam olarak "olmamış" ve sürüyle eksiği olan cevherler. Bu baskıyla baş etmeyi öğrenip sporcu karakterlerini geliştirir, mevcut yeteneklerini arttırmak için de sabırla çalışırlarsa o zaman büyük oyuncu olabilirler. Bursa takımı da o zaman kazanan bir takım hâline gelebilir.

İBB 2 - Bursa 1
(8' Marcin, 30' Hasan Ali - 79' Volkan)

25 Mart 2010 Perşembe

Trabzon umut veriyor

Şenol Güneş'in, geldiğinden beri yaptığı tüm hamlelerinde olgun ve işini çok iyi bilen bir teknik direktör izlenimi verdiğini ısrarla belirttim. Kore'de kendisini hem mental hem de meslekî anlamda ne kadar geliştirdiğini net bir şekilde görebiliyorum çünkü. Öncelikle oyuncularını çok iyi tanıyıp, özelliklerini kusursuz bir şekilde analiz edip onları en verimli olacakları yerlerde kullanması belki de en önemli artısı Güneş'in. Trabzon'u çok yakından takip eden kişilerin bile (Trabzonlu blogcu Tanju'nun mesela) Umut'tan daha iyi tek forvet oynadığını söylediği Gökhan Ünal'ı göndermesi ikinci önemli hamlesi. Geçen yıl bu blogda Umut'un tek forvet olarak çok faydalı olduğunu ve mutlaka onun oynatılması gerektiğini defalarca belirttim ama işte Trabzon böyle bir camia. Onu en yakından tanıyıp takip edenler bile saçmalayabiliyor bazen.

Üçüncü hamle ise bu ülkedeki bazı geri zekâlıların futbolculuğunu küçümsediği Alanzinho'yu ikinci forvet olarak serbest bir rolde oynatması. Alanzinho bu ülkeye gelmiş en yetenekli, maçın sonucuna en fazla etki eden ve doğru kullanılırsa en büyük silahlardan biri hâline gelen müthiş bir futbolcu. Önlem alınması da neredeyse imkânsız zira hem çabuk, hem süratli, hem adam eksilten, hem de şut atabilen bir isim. Bu kadar yetenekli olmasının yanı sıra kendini büyük görmemesi, takım için oynaması ve bencil olmaması diğer büyük artıları. Atak orta saha olarak bu ülkeye yolu uğrayan sürüyle oyuncudan (Ricardinho, Delgado, Lincoln, Tabata gibi) çok çok daha faydalı olduğunu görmemek için, dediğim gibi hem geri zekâlı olmak hem de futbolcudan hiç anlamamak gerekiyor.

Şenol Güneş'e tekrar dönersek, Serkan Balcı'yı sağ önde kullanması, kazanılması gereken maçlarda Selçuk İnan'ı ön liberoya koyması, skor avantajı ele geçtiğinde 4-5-1'e dönerek saha içinde oyuncularla dama taşı gibi oynaması vs. gibi başka başka doğrularını da gördük haftalardır kendisinin. Geçen hafta sonu oynanan G.Saray maçında sergilenen çok büyük mücadelenin ardından bu gece Antalya karşısında Türkiye Kupası yarı finalinde gösterilen performans, Trabzon'un geleceği için fazlasıyla umut verici, aksini iddia etmek de mümkün değil.

Maça 4 forvetle başlayan Antalya takımına karşı orta sahayı kalabalık tutmak adına Ceyhun'u ilk 11'de başlatan Güneş, geride gömülüp kontralarla gol arayan rakibine karşı son derece doğru bir hamleye imza atmıştı. Nitekim hiç fena bir takım olmayan rakibine ilk yarıda tek bir pozisyon bile vermemesi, takımın defansif anlamda ve mücadele olarak görevini kusursuz yaptığının kanıtıydı. Ama Trabzon da sonuçta bir eksik yaratıcı oyuncuyla oynadığı için pozisyon bulmakta zorlandı bu devrede. Ortaya koyulan mücadele tatminkâr olsa da, yaratıcılık anlamında belirgin bir sıkıntı yaşandı.

İkinci yarıda Güneş, zaman zaman imza attığı yanlışlarından birini sergileyerek orta sahadan Ceyhun'u çıkarıp formsuz, güçsüz ve etkisiz Teo'yu oyuna aldı ve takımın şablonunu 4-2-4'e çevirdi. Alanzinho'nun bu dizilişte sol çizgiye yakın oynaması ayrıca bir dezavantaj teşkil ediyordu. Nitekim bu dakikadan itibaren Antalya takımı yavaş yavaş rakibinin üstüne gelmeye başladı ve Tita'nın gollük bir vuruşuyla da skora çok yaklaştılar. Ama son haftaların formda ismi Onur müthiş bir kurtarışla gole izin vermedi. Yine de Antalya'nın çok iyi oynayan defans ve orta sahasının yanı sıra Dijehoua, Necati ve Zitouni (hatta oyuna giren Veysel) biraz formda olsa Trabzon'un bu denli risk aldığı bir ortamda istedikleri golü bulabilirlerdi.

Ama bu maçtaki Trabzon kadar isteyen, didinen, çabalayan ve ısıran bir takıma şans da yardım edebiliyor futbolda. Bir kontratak esnasında son olarak ceza sahasının sağ çaprazında Alanzinho'ya gelen top, bu oyuncunun son derece etkisiz vuruşuna rağmen kalecinin hatasıyla filelerle buluştu ve Trabzon kendisi için çok önemli olan skor avantajını elde etti. Bu golden sonra hemen Burak'ı çıkararak Engin'i oyuna alan Güneş, üzerine gelmesini beklediği rakibinin geride bıraktığı boş alanları değerlendirme amacındaydı ve bu amacına da zaman zaman ulaştı. Bir tanesinde Colman'ın tıpkı G.Saray maçındaki gibi rakip savunmadan kaptığı bir top sonucu gelişen atakta da ikinci golü bularak final kapısını aralamış oldu.

Neticede genel olarak baktığımızda hem Güneş'in hem de Trabzon takımının sayılabilecek sürüyle artısı mevcut. Bir kere takım ligin belki de en fazla mücadele eden, maçı isteyen ve kovalayan takımı. Maç içinde belli bir ezber üzerinden oynamayıp hem şablon hem de strateji değiştirebiliyorlar. Hepsinden önemlisi sahada bir "takım" gibi duruyor ve öyle hareket ediyorlar. Gelecek sezon bu yapının üzerine Teo gibi değil, daha kaliteli ve günümüz futboluna uygun 1-2 transfer yapılırsa Güneş'in önderliğinde ilk 2'ye oynayan bir takım ortaya çıkabilir. Bunun için taraftarın sabırlı olması ve istedikleri sonuçlar gelmese bile bu takıma ve hocaya uzun yıllar boyunca güvenip destek olması gerekiyor. Yoksa 25 senedir olduğu gibi patinaj çekmeye devam edecekler.

Trabzon 2 - Antalya 0
(66' Alanzinho, 87' Umut)

Milanlı yüzü

"Milanlı yüzü nasıl olur bilmiyorum. Ben çirkinim, bu mudur Milanlı yüzü?"

Adriano Galliani (Berlusconi'nin "Balotelli'de Milanlı yüzü var" demecine binaen...)

Bunların arkasında kimler var?

Mesut Bakkal'ı hepimiz, 2000'lerin başında oynadığı futbolla ligin tozunu atan Ersun Yanallı A.Gücü'nün yardımcı antrenörü olarak tanıdık. Bu ikilinin icraatları, Uefa Kupası'nda 4. turda şampiyon Valencia'ya elendikleri sezonu da içeren G.Birliği macerasında devam etti. Yanal'ın millî takımdan kovulmasından sonra ise yollar ayrıldı, Bakkal yoluna tek başına devam etti ve ilk işini de G.Birliği'nde buldu. Ziya Doğan'ın kovulmasını müteakip Eylül'ün başında takımı devralan Bakkal, sezonu 6. sırada tamamladı. 2 sezon G.Birliği'nde çalıştıktan sonra yönetimle anlaşamayıp 2007 yazında G.Antep'e giden Bakkal, burada geçen başarısız birkaç ayın ardından ilginç bir şekilde Ocak 2008'de G.Birliği'ne geri döndü. G.Birliği bu kadar memnunduysa niye onu sezon başında göndermişti? Yok, eğer kendi rızasıyla ayrıldıysa o zaman neden geri alıyordu, başka antrenör mü kalmamıştı?

Neyse, orada sezonu tamamlayan Bakkal, bu kez sonraki sezonun başlamasından 9 hafta sonra G.Birliği'nden de kovuldu. Ama merak etmeyin, o sezonu da işsiz tamamlamadı. 2009'un Şubat ayında bu kez Denizli'ye attı kapağı. Ama 4 ay çalıştıktan sonra oradan da ayrıldı. Sonra bu sezonun başında Manisa'ya gitti. İlk haftalarda (bütün çalıştığı yerlerde olduğu gibi) takımına oynattığı dinamik futbolla takdirleri toplasa da, yaşanan hızlı düşüşün ligin ikinci yarısında da sürmesi sonucu oradan da kovuldu Bakkal. Ama bu sezonu da işsiz tamamlamayacak zira Sivas takımının başına getirilmiş.

Bakkal'ın hocalığına baktığımız zaman bir ekibi ilk devraldığında (genelde sezon ortası oluyor bu) takımı bir coşturuyor, 5 maçta 10-12 puan falan topluyor ama ondan sonra süratli bir aşağı ivme görüyoruz. Uzun dönemli olarak hiçbir takıma hiçbir şey vermişliği yok. Oradan oraya dolaşıp yüz milyarları götürüyor ve Türk futboluna bir gıdım bile faydasını görmüş değiliz. Türk futbol camiasında (basın dâhil) herkesin ama herkesin "amca, dayı" vasıtasıyla iş bulduğunu düşününce buna fazla şaşırmamak gerekiyor aslında. Kimlere nasıl bir yalakalık yapıyorsa bu tipler (Kayıhan, Bulak vs. de bu gruptan) hiçbir zaman işsiz kalmıyor. "Neresi doğru ki?" diyebileceğimiz futbolumuzun eğrilerinden biri de bu arkası sağlam teknik direktörler özetle..

24 Mart 2010 Çarşamba

Operasyon başladı

Bochum Savcılığının başlattığı şike operasyonunun Türkiye ayağına da bu sabah itibarıyla start verilmiş bulunuyor. Konyasporlu Recep Öztürk, İBB yardımcı antrenörü Arif Erdem, Sivassporlu Erman Kılıç, Kayserisporlu Umut Koçin ve Durmuş Bayram şu âna kadar gözaltına alınan isimler. Ayrıca Kenan Hasagiç de aranıyormuş. Geçen yılki İBB - G.Birliği maçının ana neden olduğu belirtiliyor ama sonuçta Kayserisporlu isimler de var listede. Merakla bekliyoruz.

Ahmet Çakar yazıyor

Mahmut Özgener'in dün yaptığı utanmaz, pişkin, ahlâk yoksunu basın toplantısı hakkında ben bir şeyler yazardım ama artık bu ar damarı çatlamış adam(cık)a hitap ederken hukukun sınırlarında kalmak mümkün değil. Bir insanın bir insana söyleyebileceği en ağır, en galiz küfürleri yönlendirerek, Ahmet Çakar'ın konuyla ilgili yazısını buraya koyuyorum:

BAŞKANA SORUYORUM

Futbol Federasyonu Başkanımız Mahmut Özgener, dün bir basın toplantısı yaptı. Ana tema, futbol ailesinde yer alan tüm bireylerin futbolun marka değerinin yükselmesine katkıda bulunmaları ve futbol sahalarının suçtan, şiddetten arındırılmış yerler olması gereğiydi.
Gayet doğal, güzel temenniler. Aksini düşünen de yok. Diyelim ki; Başkan Mahmut Özgener'in oğlu futbolu çok seviyor ve maçlara gidiyor. Sayın Özgener ve eşi de her aile gibi çocuklarına çok düşkün. Bir gece TV'de oğullarının gittiği statta ve oturduğu tribünde bir seyircinin bir diğerini dövüp 6-7 metrelik çatıdan atlamak zorunda bırakmasına şahit oluyorlar. O anda Özgener ailesi ne düşünür?

Tribünden adam atılması görüntüleri Almanya, İtalya, İngiltere gibi ülkelerde TV'den yayınlandığında o ülkenin insanları neler düşünür? Bir İngiliz, İtalyan, Fransız ya da Alman olsanız, tribünden adam atılmasının münferit olay olarak karşılandığı bir ülkeye maç izlemeye gider misiniz? Türkiye'nin ev sahipliğindeki Euro-2016 için bu ülkeye giderken "Acaba beni de dövüp damdan atarlar mı?" diye korkmaz mısınız? Bir adamın dövülerek çatıdan atılması ve bunu stadın güvenliğinden sorumlu elemanların önleyememesini bir güvenlik zaafı olarak göremiyor musunuz? Bunun futbolun marka değerine nasıl bir zarar verdiğini analiz edemiyor musunuz? Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de birçok statta sahaya bozuk para, taş ya da su atılması sıklıkla görülür. Bunlar istenmez ve karşılığında cezası da vardır. Ama damdan adam atıldığı görüntüleri izlemek dünyadaki tüm sporseverleri yerinden hoplatır.

DOĞRULARI VE YANLIŞLARI

"Biz objektif davranıyoruz" diyorsunuz. "Şiddetle savaşacağız" diyorsunuz. Diğer taraftan da "Damdan adam atmak sadece para cezası gerektirir" diyebiliyorsunuz. Gönül isterdi ki; Mahmut Özgener dün basın toplantısında "Galatasaray'a verilen para cezasını yeterli bulmuyorum. Disiplin kurulumuz kanaatimce eksik ve yanlış bir karar almıştır. Bir insanın ölmesine neden olabilecek eylemin cezası en azından saha kapatma olmalıydı" diyebilseydi.

Sayın Başkan bunları söyleyemedi. Ne yaptı? "Futbola siyaseti sokmuyoruz" dedi. Sokmuyorsunuz; kabul! "Televizyon gelirlerini çok arttırdık" dedi. Doğrudur; futbolumuzun değeri hak etmediği şekilde arttı. Ama insanların canına kasteden eylemleri münferit olay olarak değerlendirip olayı idarecilerin üzerine yıkmayı biz kabullenemiyoruz. Elbette yöneticiler de hata yapıyor. Bunlar zaman zaman tehdit ve terör boyutuna da ulaşabiliyor. Mesela Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın devre arasında hakem Kuddusi Müftüoğlu'na bağırıp çağırmasına da Avrupa'da pek sık rastlanmaz. Aziz Yıldırım'ın da önemli bir ceza alması gerekir.

Ama "Adam atma münferit, Aziz Yıldırım'ın hakeme tepkisi ceza gerektirir" derseniz, ne olur? Bir gün sahaya taş, çakmak, su poşeti yerine federasyon başkanı, yönetim kurulu üyesi ya da bir basın mensubunu atıverirler. Üstelik bu eylem yine disiplin kurulunun anlayışına göre münferit bir eylem olur. Cezası da 185 bin liradır.

Unutmayın ki; futbolu sadece söylemler değil, eylemler ya da verilen kararlar da terörize edebilir.

Memleket elden gidiyor

Normalde siyaset denen illeti bu bloga bulaştırmama taraftarıyım ama bu ülkenin kurucusu, milletin kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk'ün mirasının yavaş yavaş eridiğini görüp sessiz kalmak mümkün değil. Erken seçim olmasa bile gelecek yıl yapılacak genel seçimleri merakla bekliyoruz. O zaman kadar iktidardaki bu takiyyeciler hakkında da birkaç post atacağım artık.

İlki başbakanın vaktiyle yaptığı bir konuşmanın, bugün söyledikleri ile nasıl çeliştiğini; ve aslında örtülü amaçlarının bugün ne olduğunu gösterir bir video. İbret vesikası gibi...



Şimdi bunun üzerine, anayasayı kendi keyiflerine göre değiştirme girişimleri hakkında devlet bakanı ve başbakan yardımcısı Cemil Çiçek'in sözleri:

"Anayasa değiştirme paketimizin amacı, sadece millet egemenliğini kuvvetlendirmektir."

Bunların allahı olsa, allaha havale edeceğim ama...

23 Mart 2010 Salı

Efsane olmaya doğru...

"Messi'yi durdurmak için bir av tüfeği alıp arkasından 'bam!' diye ateş etmek gerekir."

Mallorca teknik direktörü Gregorio Manzano

Ne anlatıyoruz?

G.Saray taraftarları arasında son 15 yıldan beri artık en yüksek oranı teşkil eden "ağzı salyalı, başarı tutsağı, renklere değil sadece kazanmaya aşık, nankör" bir çoluk-çocuktan dem vuruyorum bir süredir blogda. Elbette tepki de alıyorum ama kendini o grubun içinde görüyorsa bir insan, tepki göstermesi normaldir. Malum, dejenere olmuş bir kişiye bu hayatta yapılabilecek en fena şey ayna tutmaktır. Yazdıklarımız da bu işlevi görüyor demek ki; neyse..

Ne diyorum? Nankör ve başarının esiri... Mesela G.Saray 4 yıl üst üste şampiyon olurken hakemler, federasyon, futbol mafyası, Mehmet Ağar vs. herkes onlara yardım ediyor ve yol açıyordu ama sözünü ettiğim bu taraftar tipi bunu asla görmüyordu, göremezdi. Görse bile işler iyi gittiği sürece önemsemezdi. Türk futbol tarihinin en utanç verici sayfalarının yazıldığı o dönemde kişilik olarak gelmiş geçmiş en rezil futbol adamları olan Fatih Terim, Georghe Hagi, Bülent Korkmaz, Hakan Ünsal, Okan Buruk, Emre Belözoğlu, Arif Erdem, Hasan Şaş gibi isimler o taraftarlarca baştacı ediliyor, peygamber yerine konuluyordu. Sonra ne oldu? O dönemler bir şekilde bitti ve bu isimlerin hepsi birer birer bu camiada (koro halinde küfürlerle) harcandılar.

Önce futbolcular inanılmaz bir nankörlükle yuhlanarak gönderildi takımdan. Hoş, kariyerlerini nasıl inşa ettiklerine bakınca her tür muameleyi hak ediyor onlar ama neticede bunu göremeyen ve ağzında salyalarla kendilerine tapınan bir kesimden bahsediyorum. Tarihin en büyük başarılarına imza atmış futbolcuların hepsi zaman içinde tek tek harcandı.

Sonra allah gibi taptıkları Terim geldi (ikinci kez) teknik direktör olarak. Kazandığı başarılara bakınca heykelini dikmeleri gereken bu adamı da 1.5 yılın sonunda istedikleri sonuçlar gelmeyince, Fener'den de o dönemde 6 yiyince yuhlayarak ve küfürler ederek kulüpten gönderdiler.

Akıl almaz bir nankörlük ve ikiyüzlülükle, zamanında pisliğini bile yiyebilecekleri bütün isimler tek tek öcü olmuş, Hagi ise yeni peygamber ve kurtarıcı hâline gelmişti. Hâlâ da inanılmaz bir erdemsizlik ve ikiyüzlülükle, o zamanlar tapındıkları (Okan, Hakan, Emre gibi) diğer yerli futbolcuları şimdi küfürle anıyorlar. Belki o futbolcuların içinde en ahlâksız, en çirkef, en erdemsiz ve en çingene olanı Hagi ama bugün hepsi Hagi'ye tapınmaya devam ediyor. Oysa Hagi'nin (işler kötü gittiğinde) bu kendisine tapınan taraftarlarla, Ali Sami Yen'de neler yaşadığını ben bir Fenerli olarak hatırlıyorum ve aşağıdaki videolarla okuyanlara da hatırlatayım dedim. Bu postun amacı da budur; biraz hafıza tazelemek yani.

Olay şöyle: Kayseri deplasmanında maç sonu otobüse binen G.Saray kafilesinde Hagi stadyumdan çıkarken cep telefonunu kaybettiğini anlıyor. Bunun üzerine takım otobüsünden kafayı çıkarıp oradaki 40 kadar G.Saray taraftarına "hepiniz hırsızsınız" diye bağırıyor. Bağırmasından daha önemli olan şey ise yüzündeki ifade. Hagi'nin, geldiği yeri unutan, sıradan insanlara ve daha önemlisi Türk insanına nasıl da tiksinerek bakan rezil bir adam olduğunu yüz ifadesinden kolayca anlayabilirsiniz. Elinden gelse oradaki G.Saray taraftarının üzerine bile tükürür. Ama elinden sadece tiksinerek bağırmak geliyor.

Sonuçta biz G.Saraylı olmadığımız için Hagi'nin yüzündeki iğrenmeyi daha rahat tespit edebiliriz. Ama Hagi ile tarihin en büyük başarılarına imza atmış takımın, hemen hepsi o dönemde takım tutmaya başlamış ağzı salyalı zibidi taraftarı olayı nasıl görecek? Onlar aslında şöyle düşünmeli: "Sonuçta telefonunun çalındığını düşünüyor ve çalanların da o kişiler olduğuna inandığı için salt oradaki gruba doğru bağırıp çağırıyor. Tüm derdi oradaki 40 kişiyle.." Bunun gibi bir şey.

Ama G.Saray'ın taraftarları ne yapıyor? Takım iyi gitmiyor ya, sonuçta Hagi'yi de harcamaları lâzım. Bir sonraki hafta Ali Sami Yen'de Trabzon'a yenilen takımın teknik direktörüne "Hırsız Haagi, hırsız Haagi" diye tempo tutup "hepimiz hırsızız" diye tezahürat yapıyorlar. Bugün sor, hepsi o günleri unutmuştur. Çünkü bugün bu zibidilere sorduğunda Terim ve o dönemde forma giyen Türk futbolcular kaka; yılda 3.5 milyon avroyu cebe indirip aynı zamanda bu ülke insanına hakaret eden, tiksinerek bakan Hagi ise hâlâ peygamber! Yanlış anlaşılmasın; ben diğerlerini de sevsinler/saysınlar demiyorum; içlerinde en ahlâksızını, en dejenereyi sevecek kadar akıl yoksunu olmalarından bahsediyorum. Ve yine sadece oradaki 40 kişiye söylenmiş bir şeyi tüm taraftara söylenmiş algılayıp kendi hocalarına tüm stat olarak küfür etmelerinden...

G.Saraylılar içinde tüm ülkede inanılmaz erdemli, terbiyeli, aklı başında yüzbinlerce insan da var elbette. Yine Fenerbahçeliler arasında da, bunlardan bile daha rezil tipler çıkabilir. Ama hiç değilse onlar stadyumu ve bütün blogları, forumları ele geçirip tüm taraftarlar öyleymiş gibi bir intiba vermiyor. Hep yazdığım gibi Uefa başarısından sonra peyda olmuş, Uefa'yı Fener kazansa hepsi o dönemde Fenerli olacak olan, ağzı salyalı, gözü dönmüş ve başarılı olmazsa allah-peygamber saydığı adamlara bile küfredebilen, polisle kavga edebilen, tribünden adam atabilen iğrenç bir topluluk, şu anda G.Saray tribünlerine hakim olmuş durumda. Anlatmaya çalıştığımız şey bu. Bu hafta onları Sami Yen'de (işler kötü giderse) bir kez daha seyredelim.




Bu da CNNTürk'ün, bir sonraki hafta oynanan Trabzon maçı ile ilgili haberi:

G.Saray taraftarı yenilgiyi hazmedemedi

Galatasaray taraftarları 2-0'lık Trabzonspor yenilgisinin ardından, sarı-kırmızılı takımın otobüsünü taşladı.

Taraftarlar, Teknik Direktör Hagi'ye de tepki gösterdi. Rumen çalıştırıcıya ‘hırsız Hagi’ diye bağıran taraftarlar, Başkan Özhan Canaydın aleyhine de tezahüratta bulundu.

Galatasaray'ın bu sezon kendi sahasında ilk kez mağlup olduğu Trabzonspor maçının ardından, Sarı-Kırmızılı taraftarlar olay çıkardı.

Maçın son bölümünde tribünlerde başlayan ''yönetim istifa'' tezahüratları, maçın bitimiyle birlikte stat dışına da yansırken, biriken taraftar gruplarını polis güç kullanarak dağıttı.

Maç sonunda stadın çevresinden ayrılmak istemeyen taraftarlar sarı-kırmızılı oyuncuları beklemekte olan Galatasaray otobüsünün bulunduğu bölümü kısa bir süre taş yağmuruna tutarken, müdahale eden güvenlik güçleri, grubu kısa sürede dağıttı.

Taraftarlar, geçtiğimiz hafta Kayseri deplasmanında cep telefonunun çalındığını sanarak, kendilerine ‘hırsızlar’ diye bağıran Hagi'ye aynı şekilde tepki gösterdi. Trabzonspor maçı sonrası Galatasaraylı taraftarlar, stat önünde ''hırsız Hagi'' şeklinde tezahürat yaptı. Galatasaray taraftarları Başkan Özhan Canaydın ve yönetim aleyhine de tezahüratta bulundu. Taraftarlar, Galatasaray otobüsünü de taşladı.

Taraftarların takım ve yönetim kuruluna gösterdiği tepki, Florya'da da sürdürdü. Florya Metin Oktay Tesisleri'ne giden bir grup taraftar, Galatasaray Teknik Direktörü Gheorghe Hagi'yi hedef alan tezahüratların yanı sıra yönetim kurulunu istifaya çağırdı. Tesislerde önlem alan polis, takım otobüsü tesislere geldiğinde, öfkeli grubun etrafını sararak, tatsız bir olayın yaşanmasını engelledi.

Canaydın vefat etti

Belki de G.Saray'ın tarihini değiştirecek olan Seyrantepe stadı için, başkan olduğu dönemde Ankara'ya 70 civarı git-gel yaptığı rivayet edilen, görevde kaldığı süre boyunca kimi zaman taraftarın suyuna gitmek için (Lucescu'yu gönderip Terim'i getirmesi gibi) çizgisinden hafif sapsa da centilmenliği ve tutarlı duruşu ile hatırlanan, şahsen benim Seba'dan beri dört büyüklerin başında gördüğüm (kimi yanlışlarına rağmen) en düzgün adam olan Özhan Canaydın dün Bursa'da tedavi gördüğü hastanede vefat etti.

Bütün hayatını G.Saray sevgisine adamış olsa da o kadar şanssız bir adamdı ki, hep hayalini kurduğu başkanlık görevine geldiğinde kulüp çok kötü bir durumdaydı. Uefa Kupası ile yükselen beklentilerin yanı sıra, o dönemde peyda olan ağzı salyalı akıl yoksunu taraftar kesimi kulübün en belirgin taraftar profili haline gelmişti. Ödenmesi gereken borçlar, bu salyalıları tatmin etmek için ulaşılması gereken hedefler vs. derken 6-0'lık Fener yenilgisi de onun dönemine denk geldi. Ve yine o denli şanssız bir adamdı ki, o maçta küfür eden Fener taraftarlarını azarladığı için Aziz Yıldırım'ı alkışladığı sırada Fener ikinci golü attı ve kameralar o an onu görüntüleyerek tarihî bir yanlış algının doğmasına yol açtı. Halbuki adamcağız ikinci gole (Canaydın'a olan saygısından) sevinmeyip kendi taraftarına ayar veren Yıldırım'ı alkışlıyordu. Ama gel de bunu ağzı salyalı Terim dönemi cimbomlusu çoluk-çocuğa anlat.

G.Saray'ın bu rezil profilli taraftarları Özhan Canaydın'ın hastalanmasında ufak da olsa pay sahibidir bana göre. Hiçbir başkan hak etmediği halde kendi taraftarlarınca bu kadar yıpratılmamıştır. Huzur içinde uyusun.

22 Mart 2010 Pazartesi

1979'un en iyi filmleri

Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en inanılmaz yıllarından biri daha. Gerçi 1980 için "en iyisi" demiştik ama bu yıl gösterime giren filmlere baktığımızda yine baş döndüren bir liste ile karşılaşıyoruz. Tüm zamanların en iyi 50 filmi arasına rahatlıkla sokabileceğimiz "Alien" ile 100 filmi arasına girebilecek "Stalker", "Apocalypse Now" ve "Manhattan" mesela. Gördüğüm filmler arasından naçizane listem şu şekilde:

1. Alien (10)
Ridley Scott

2. Stalker (10)
Andrey Tarkovski

3. Apocalypse Now (10)
Francis Ford Coppola

4. Manhattan (10)
Woody Allen

5. Life of Brian (9)
Terry Jones

Diğer: Die Ehe der Maria Braun (8), Mad Max (8), All that Jazz (8), Hair (8), ...And Justice for All (7), Tess (7), The Champ (7), A Little Romance (7), Don Giovanni (7), Kramer vs. Kramer (6), Rocky II (6), 1941 (6), 10 (6), The Brood (6), The First Great Train Robbery (6), Yanks (6), A Perfect Couple (6), Quintet (5)

Görmediklerim: The Warriors, Die Blechtrommel, Being There, Escape from Alcatraz, Breaking Away, The China Syndrome, Nosferatu: Phantom der Nacht, The Wanderers, Norma Rae, La Luna, Hardcore, Rupan sansei: Kariosutoro no shiro, Woyzeck, The Driller Killer, Prophecy, Starting Over, Wise Blood, Fast Company, Last Embrace, L'amour en fuite, Amator, The Human Factor, Real Life, Buffet Froid, Les soeurs Brontë, The Black Stallion

Saldır Cimbom! Zira bunu bekleyenler var...

Geçen haftadan beri yazdığımız şeylere, zibidiler tarafından verilen çocukça ve akıl yoksunu tepkilere karşılık bugün Trabzon'da oynanan maçta öyle bir hakem katliamı yaşandı ki, birazcık utanması olan bir G.Saray taraftarının lig sonuna kadar bundan sonra ağzını açıp tek kelime söylememesi lâzım. Fırat Aydınus isimli iğrenç insan müsveddesi nasıl Belediye maçında Güiza'nın son adam olarak düşürülmesine kırmızı kart vermediyse, bu gece de Sabri'nin aynı şekilde Burak'ı düşürmesine Yunus Yıldırım kırmızı kart çıkarmadı. Bununla da kalmadı, elle kasıtlı olarak topu düzeltip gol atan Caner'e cezalı olmasına neden olacak sarı kartı çıkarmayarak, yakın tarihin en kişiliksiz hakem kararlarından birine imza attı. G.Saray'ın sağ bekinde Uğur, sol bekinde Balta'nın oynamasıyla, Sabri ve Caner'in oynamasının aynı şey olmadığını demek ki herkes gibi Özgener ve MHK de düşünüyor. Bu iki oyuncunun üzerine titreyerek Fener maçında sahada olmasını sağladılar. Normalde, dünyanın her ülkesinde Ali Sami Yen'de oynanamayacak bir maçı da, tribünden sahaya adam atıldığı halde o utanç stadında oynatıyorlar.

Gelecek hafta Sabri ve Caner sahadayken ve üstelik "o stadyumda" oynanacak maçı (adil yönetildiğinde zor olsa da) G.Saray kazanırsa, ancak ve ancak utanması olmayan ar damarı çatlamış adamlar buna sevinecek. Biz de buna hiç şaşırmayacağız.