10 Eylül 2010 Cuma

Barça bu yıl da rakipsiz

Jose Mourinho ile ilgili olarak bu blogda sayısız yazı yazdım ve kendisinden ne kadar nefret ettiğimi her fırsatta belirttim. Ama bir insanı sevmekle saygı duymak çok farklı şeyler. Mesela Emre Belözoğlu da tiksindiğim ama hat safhada saygı duyduğum bir oyuncu. Neyse bu mevzuyu geçiyorum.

Mourinho'yu da, Inter'de kalıp bilmem nesi bilmem neresine denk bir vaziyette kupalar kazanmak dururken, yeni bir meydan okumaya yelken açıp Barça'ya rakip olması nedeniyle bir kez daha takdir ediyorum. Tabii durumu o kadar da gariban değil, dünyada imkânları en geniş olan kulübün başında yapacak bu mücadeleyi ama ben yine de baltayı bu kez taşa vurduğunu ve önümüzdeki 2-3 yıl boyunca (şayet görevde kalırsa) Barça'yı alt etmeye muvaffak olamayacağını düşünüyorum. Bu görüşüm, kendi takımında kendi yapacaklarından ziyade, Barça'nın giderek mükemmelleşen yapısının bence "yenilmez" oluşundan ileri geliyor.

Barça'nın nasıl bir takım oyununa sahip olduğunu, top hem ayağındayken hem de rakipteyken dünyanın en etkili takımı olduğunu artık biliyoruz. Bu yapı ne zaman bozulur? Inter'in ve Chelsea'nin iki sene üst üste yaptığı gibi dünyanın en iyi savunmacıları ile onursuz bir şekilde 10 kişi defans yapıp "Barcelona'yı bile" durdurmak mümkün. Günümüz futbolunda oyuncular o kadar çok koşuyor, dünya çapındakiler o kadar iyi yardımlaşıyor ve kademe yapmayı o kadar iyi biliyorlar ki, bireysel hata da yapmadıkları için 10 kişi gömülmüş bir takımı aşmak çok çok zor. Ama her takım Barça'ya karşı böyle oynuyor, yine de sadece Inter ve Chelsea onları kilitleyebildi. Hatta Chelsea son dakikada yediği bir şans golüyle elenmekten de kurtulamadı. Geri kalan takımlar ise yılda 50 maçın hepsinde Katalanlara karşı böyle oynamalarına karşın kademe ve yardımlaşmadaki bir anlık dikkatsizlik, yapılan kaçınılmaz bir bireysel hata, Barça'nın şans ile bulduğu ölü top golleri, inanılmaz bireysel performanslar vs. nedeniyle kaybetmekten kurtulamıyor.

Barça'yı durduracak diğer önemli etken ise sakatlıklar sonucu kilit derecede önemli 3-4 oyuncusunun oynamaması. Daha doğrusu bu yıla kadar böyleydi. Ama Barça bu yıl yaptığı transferlerle kadrosunu "kusursuzluğa" bir adım daha yaklaştırdı. Şimdi Krkic yerine biraz daha kaliteli bir yedek forveti olsa, bence kusursuz da olacak.

Neden bahsediyorum? Mesela Dani Alves. Dünyanın en hücumcu sağ beki olan bu oyuncu olmadığı zaman yerine onun muadili olabilecek, onun kadar olmasa bile "hücumcu" nitelikli bir oyuncunun oynaması gerekirken genelde "kazma" Puyol görev yapıyor senelerdir. Hoş, Alves de hemen hemen hiç sakatlanmayan bir oyuncu ama mesela iki yıl evvel United ile oynanan final maçında Puyol görev yapmıştı. Barça o maçı kazansa da Alves'in kanadında yokluğu fazlasıyla hissedilmişti. Şimdi bu sene Adriano gibi muhteşem bir oyuncu transfer edilerek hem sağ, hem de sol bekteki yokluk durumları için gerekli tedbir alınmış oldu.

Toure'nin gidişi ile orta sahada doğan boşluk ise Mascherano gibi dünyanın en iyi "defansif" defansif orta saha oyuncusu ile fazlasıyla giderildi. Şimdi Iniesta ve Xavi'nin arkasını toparlayabilecek, orada tek başına savaşıp alan kapatacak ve öndeki beşlinin "süpürücülüğünü" yapacak muazzam bir isim var takımda. Ayrıca aldığı topları da isabetli kullanan, kilit paslar atmasa bile beklenmeyen anlarda inisiyatif alabilen bir isim Mascherano. Orada bu üçlünün yedeği olarak şimdi Sergio ve Keita var. Hatta Adriano burada da oynayabiliyor.

İleri üçlüde ise Messi, Villa ve Pedro'nun yedeği olarak sadece Krkic ve Jeffren var. Gerçi mesela Pedro'ya bir şey olsa ilk tercih bu ikisi değil, Keita oluyor her zaman. Iniesta sol forvete geçiyor, Keita onun yerini dolduruyor vs. Yine de forvetin her yerinde oynayabilen bir pırpıra ciddi şekilde ihtiyacı var takımın bence. Adriano'yu ise forvetin solunda falan görürsek birkaç maç, ona da şaşırmayalım.

Barça'da öyle bir yapı oluştu ki, Xavi ve Messi en önemli isimlermiş gibi görünmesine karşın, bunların yerine kimi oynatsanız, takımın o yapısında tolere edilebiliyor. Adriano gibi savunmanın, orta sahanın ve forvetin her iki kanadında oynayabilen bir oyuncunun ve Mascherano'nun transferleri, görünenden daha önemli ve daha büyük fayda sağlayacak. Bence dünyanın en iyi forveti olan Villa zaten kusursuz bir oyuncu. Barça'nın, kadrosundaki 1-2 oyunculuk darlığa rağmen, kusursuza en yakın takım olduğu için 38 maçlık bir maratonda hiçbir şekilde geçilemeyeceğini düşünüyorum.

Valdes

Alves - Pique - Puyol - Abidal

Mascherano

Xavi - Iniesta

Messi - Villa - Pedro

---

Pinto

Adriano - Boşluk - Milito - Maxwell

Sergio

Boşluk - Keita

Boşluk - Krkic - Jeffren

8 Eylül 2010 Çarşamba

İğrenç bir millî takım

Millî futbol takımı, Euro 2012 yolunda hat safhada önem arz eden Belçika maçını kayıpsız geçerek grupta ilk 2'de yer almayı neredeyse garantiledi. Maçın analizi ayrıca yapılır ama çok gerekli değil. Onlarca blogda zaten okursunuz. Benim değineceğim ise maçtan, hatta futboldan bağımsız, mide bulandıran başka bir mevzu..

Maç bitmiş, NTV'de Güntekin Onay saat 00:00 civarında yayını kesip, NTVSpor'dan devam edeceklerini, NTV'ye ise başbakan koltuğundaki kişinin çıkıp konuşacağını belirtiyor. Hayatta 10 yıldır (maçlar dışında) hiç televizyon seyretmeyen biri olmama rağmen garip bir içgüdü ile NTV'de kalıyorum. Oğuz Haksever isimli süne zararlısı vatandaş programı açıyor, sıfatında meymenet olmayan başbakan da karşısında.. En sıcak gündemle açmak istiyor moderatörümüz programı ve millî takımdan bahsediyor. Aaa?! Meğer telefonda biricik kaptanımız Emre Belözoğlu varmış. Tüm o umumî antipatikliğinin yanı sıra attığı her golden sonra secdeye gidecek kadar beyni sulanmış olduğu için, bir Fenerli olarak nefret ettiğim bu oyuncu "sayın başbakanım saygılar" diyerek başlıyor konuşmaya. "Sizinle böyle konuşabilmek onur verici" diye devam ediyor, 1-2 geyiğin ardından söyleyecekleri bitiyor. Tam telefonu kapatacağını sanıyoruz ama o da ne? "Sayın başbakanım yanımda Arda var, isterseniz ona vereyim telefonu" diyor. "Sayın başbakanım ellerinizden öpüyorum" diyerek alıyor G.Saray'ın kaptanı cihazı ve kendi meşrebince sempatik olduğunu zannederek yalamaya başlıyor. En azından o kapatır diye bekliyoruz ama millî takımdaki laçkalık, lagarlık, yalakalık ve çürümüşlük o boyutlarda ki, "yanımda Nihat var, isterseniz ona vereyim telefonu" diyor ve bu kez Nihat'ı dinlemeye başlıyoruz. Onun da diğer ikisi gibi en çok kullandığı iki kelime "sayın" ve "başbakanım" oluyor. Eğer göz yaşlarınızı tutup kendinize hâkim olabildiyseniz, telefonun kapandığını görebildiniz nihayet..

Arda Turan'ın G.Saray kaptanı olduğunda ilk yaptığı işin İstanbul Emniyet Müdürünü makamında ziyaret etmek olduğunu da hatırlıyoruz. Hangi sıfatla, ne mene bir amaçla yapıyor bu ziyareti, bilen yok.

Yine Hakan Şükür isimli mümtaz cemaat erbaşı Kosova devlet başkanını makamında ziyaret ediyor geçtiğimiz haftalarda. Eski futbolcu olmak dışında hiçbir özelliği ve "değerli" yanı olmayan bir şahsın, bir devlet başkanının makamında ne işi var? Onu da bilen yok.

NTV'nin, 'üç büyükler'den önemli ve sembol birer futbolcunun alet olduğu bu iğrençliğe yataklık etmesi ayrı mevzu.. Bu üç kulübün içine sızmış dingin zihinli, dar dimağlı, cahil-cühela züppeleri her hafta seyredip tuttuğun takımı bırakamamak ayrı mevzu.. G.Saray'ın 90'lardan itibaren bir cemaat yuvası olmasına alışığız ve o çizgi tüm derinliğiyle devam ediyor zaten. Ama resmin giderek ve bu kadar hızlı şekilde büyümesi ziyadesiyle iç karartıcı..