13 Aralık 2010 Pazartesi

Şerefsiz bir adam

Old Trafford, deplasman takımları için 20 senedir en zor stadyumlardan bir tanesi. United burada gerçekten de çok farklı bir futbol oynuyor ve inanılmaz bir taraftar desteğine sahip. Ama bir şey var; eğer maçın hakemi Howard Webb isimli onursuz insan müsveddesi ise şayet, işte o zaman sağ çıkmanın imkânsız olduğu bir cehenneme dönüşüyor bu stadyum. Bunu, kendi gözlerimle gördüğüm maç sayısı da giderek artıyor..

Howard Webb kimdir? Bugün itibarıyla İngiltere'nin en ünlü hakemi. FA nasıl oluyor da böyle kifayetsiz, basiretsiz, insanî hiçbir duygudan nasibini almamış bir mahlûka bu kadar sitayiş gösteriyor, gerçekten de anlamıyorum. Old Trafford'da ne zaman maç yönetse, deplasman takımlarının aleyhine, sonucu direkt etkileyen en az iki tane hata yapan Webb, benim hatırladığım 2 maçta Liverpool'u burada tek başına yenmeyi başardı daha önce. Bir tanesini Eylül ayında blogda yazmıştım, o yazı burada...

Yine 2007'deki PSV-Fener maçında Fener tek kale oynarken 60. dakikada Deivid'i atıp, maçtan sonra özür dileyen de bu namussuz hakemdi, hepimiz hatırlıyoruz. Bu akşamki United-Arsenal maçında ise kariyerinin (Konfederasyon Kupası'nda geri aldığı penaltı kararı ile birlikte) en büyük skandalına imza attı. En fazla 5 metre kadar önündeki bir hava topuna uzaklardan koşarak gelip, ayağını bir karateci gibi Sagna'nın karnına saplayarak yükselen Ferdinand'ın, bu insanlık dışı hareketini görmedi Webb; yine ve yeniden gözlerine perde indi bu stadyumda.. 68. dakikada o kırmızı kart çıksa ne olurdu? Bilemiyoruz ama bence maç en azından berabere biterdi. Ama Webb, Old Trafford'da böyle anlarda devreye girip, United adına işleri hemen yoluna koyuveriyor her seferinde; yine öyle oldu.

Onun yardımcısı kılığında sahaya çıkmış, hakemden çok kadın tüccarına benzeyen yaşlı bir adam da Clichy'nin eline çarpan topu kasten oynadığını (bizzat) işaret ederek Webb'e penaltıyı çaldırdı. Gerçi Rooney hayvanca bir hırsla vurup topu tribünlere gönderdi ama bunun hiçbir önemi yok elbette.

Arsene Wenger maçtan sonra neler söyler bilmiyorum ama ben olsam Sagna'nın (Ferdinand'ın kramponunun vidalarıyla) parçalanmış olan formasını alıp basın toplantısına öyle çıkardım. Sonra da tüm kamuoyunun önünde onu FA başkanına hediye ederdim.

Dünya üzerindeki bütün küfürleri etmekten hiç usanmayacağım bu haysiyetsiz hakemin başına çok çok çok kötü şeyler gelmesini ve meslekî hayatının bir an önce bitmesini diliyorum.

12 Aralık 2010 Pazar

G.Saray'ın kurtuluşu özeleştiride

G.Saray, 1979/80 sezonundan sonra tarihinin en kötü yılını yaşıyor. Biz, blogda bu günlerin geleceğini iki yıl öncesinden beri söylüyoruz ama kör ve züppe G.Saray taraftarları bunu hiçbir zaman göremedi. Gözlerine soktuk, yine göremediler. Halbuki kampanalar çalıyor iki yıldan beri, biz de dilimiz döndüğünce anlatıyoruz. Haa, hayatta hiçbir öngörümüz yanlış çıkmadı mı? Defalarca olmuştur ama kaderin cilvesi işte, G.Saray ile ilgili burada ne yazdıysak hiçbirinde haksız çıkmadık. Bizimle burada muhatap olup çocukça tepkiler vererek "siz bizim sevgili camiamızı karıştırmaya çalışıyorsunuz!" diyen (sanki buna gücümüz kudretimiz varmış gibi) blog sahibi zavallıları ise, şimdi ara ki bulasın..

G.Saray ile ilgili olarak yaptığım en sert eleştiri, bilindiği gibi son 15 yılda peyda olmuş iğrenç taraftar profili üzerine oldu. Ve en çok da bu konuda haklı çıktık maalesef. Türk futbol tarihinin gördüğü en iğrenç figür olan mafya bozuntusu Fatih Terim'in, derin devlet ve Mehmet Ağar yardımıyla elde ettiği o kirli başarılar sayesinde G.Saray kulübü taraftar sayısını arttırdı, hepimiz bunu biliyoruz. O günler sayesinde taraftar sayısının arttığını söyleyenler, kulübün son 8 yılda tokat üstüne tokat yiyip elendiği Avrupa ve döküm döküm döküldüğü domestik mecralar nedeniyle taraftarının aynı şekilde azaldığını hiç düşünmüyor. Bu, meselenin bir başka acıklı tarafı. Ama daha (ve en) acıklı olanı, o dönemde G.Saray taraftarı olarak büyüyen gençler arasında aile terbiyesi de almamış (verilememiş) olan genişçe bir kesiminin, en küçük başarısızlıkta kendi takımını bile satacak kadar gözü dönmüş ve ağzı salyalı olması. Ali Sami Yen Stadı gibi, Türk futbolunun gördüğü en görkemli başarıların yarıdan fazlasının gerçekleştiği bir mabede veda ederken bile kendi takımına küfredip, o mabede zarar verebilecek kadar yoldan çıkmış durumdalar artık. Fenerbahçe, şampiyonluğu garantileyerek ve her zamankinden bile daha rahat bir şekilde o mabede geldiğinde, maçtan önceki röportajlarda kameralara "bu maç, eğer Fener kazanacaksa bitmeyecek!" diyecek kadar yoldan çıkmaktan bahsediyorum. O maçta, resmî kayıtlara göre 19 bin tane pet su atıldı sahaya. Maçtan önce polisle kavga ettiler. Bugünlerin geleceği, o günden belliydi. Tapılan şey G.Saray değil, başarının kendisiydi. O olmadığında G.Saray'ın da bir önemi yoktu. Tek önemli olan, ortaya çıkan öfkenin bastırılmasıydı. Bu uğurda G.Saray'ın zarar görmesinin de hiçbir esprisi yoktu.

Aynı şekilde, 17 Mayıs 2000 tarihinde Uefa finali oynayacak olan takım, Nisan'ın son haftasındaki Denizli maçını 8000 kişiye oynamıştı. Leeds'i (efsanevî bir şekilde) eleyerek finale çıkan takımını selamlamak, onu bağrına basmak, Denizli'ye yenilse, hatta fark bile yese alkışlamak yok.. Onun yerine "biz sizin ligdeki maçlarınızı sallamıyoruz, onlar bize zevk vermiyor, bize Avrupa'daki başarılar gerek" diyen bir züppelik var.. Ve 25 bin kişilik statta da 17 bin kişilik boşluk...

G.Saray'ın, maçlarına giden seyircisi işte böyle bir seyirci. Şimdi bu etrafı virüs gibi sarmış olan blogcu zibidiler "e o stattaki 25 bin kişi, G.Saray taraftarının tamamını temsil etmez" diyor ama, biz buna neremizle gülelim, bilemiyoruz. Çünkü o stattaki (taraftar dediğimiz) yaratıklar, 96-2000 arasındaki o utanç verici kirli dönemin ürünü, bu net bir gerçek. Ve tıpkı o dönemin kendisi gibi, trajik bir şekilde her yerlerinden pislik akıyor. Dolayısıyla o stada gelen 25 bin kişi on yıldır hep aynı kişiler olmadığına göre, muadillerini temsil etme konusundaki yeterliliklerinin de hakkını vermek lâzım. 96'dan önce polisle kavga eden, kendi takımını yuhlayan, stadı yakan, "bu maç bitmeyecek!" diyen bir profil var mıydı G.Saray camiasında? Elbette yoktu. Her şey o iğrenç, kirli, şaibeli ve haram kazançlarla dolu dönemin ürünü.. Bunu görmenin ve kabul etmenin vaktidir.

G.Saray taraftarları içinde aklı selim olanlar da vardır tabii ama onların sesi hiçbir mecrada çıkmıyor maalesef. Onlar, genel anlamda 1996'dan sonra ortalıktan bir şekilde çekildi (belki istemeden çekildi) ve şimdi içinde bulundukları durumdan kurtulmanın yolunu arıyor. Bilsinler ki, ne yönetim, ne Hagi, ne futbolcular; hiçbirinin gitmesi bu durumu değiştirmeyecek. Çünkü kulübün şu andaki durumu "kötü bir dönemden geçiyor olmanın" çok ötesinde.. Artık kangren olmuş bir yaradan söz ediyoruz. Bu yüzden yegane kurtuluş, aklıselim G.Saray taraftarının kendi içinde bir özeleştiri yapıp ağzından salyalar saçan o iğrenç (ve genişçe) kesimi temizlemesinden geçiyor. 10 milyon taraftar varsa bunların yarıdan fazlası dediğim modeldedir. Bu yüzden o modelden olan hiçbir insanın G.Saray'ın yeni stadında yerinin olmaması lâzım. Taraftar gruplarının (başta Ultraslan) lağv edilmesi lâzım. Aynı şekilde taraftarı daha da fazla zehirleyen bu blogların da.. Yoksa her şey aynı bugünkü gibi o statta da devam edecek. Gün gelecek, o stadın koltukları da sökülecek. Küme düştükleri dönemi de göreceğiz bu gidişle.. Özetle her şey, gerçek G.Saraylıların elinde..

Ek not: Eğer dediğim türdeki yaratıklar ortadan bir şekilde çekilirse, G.Saray yavaş yavaş ve sindirerek bu zorlu dönemi (bütün zorlu dönemleri hatta) atlatır. İnanılmaz derecede büyük bir camiadan söz ediyoruz. Her türlü badire bir şekilde (yavaş da olsa) geçer ama bu tip bir seyirci profiliyle, emek verilerek aşılan mesafeler de en ufak bir tökezlemede yerle yeksan olur, oluyor, olacak. Zaten iki yıldır yaşadıklarımız da bunlar. Görmek isteyen, görebilen, görür..