26 Şubat 2011 Cumartesi

Dean Richards

Dean Richards'ı bu ülkedeki pek çok futbolsever tanımaz. Şayet CM denilen inanılmaz oyun bir zamanlar hayatımıza girmese, muhtemelen biz de tanımazdık. Hoş, Tottenham'da forma giydiği için adı pek çok futbolsevere aşinadır ama kendisini bugün kim hatırlıyor?

CM oyununun en mükemmel versiyonlarından olan 98-99 sürümünde İngiltere Birinci Ligi'nde Sunderland ve Wolves diye iki muhteşem takım vardır. Sunderland zaten o kadar müthiş bir mali güce sahiptir, o kadar mükemmel bir kadrosu vardır ki, neden o ligde olduğunu anlayamazsınız. Ben bu takımla önce o ligi kazanıp EPL'ye yükselmiş, ilk yılımda orayı da kazandıktan sonra ertesi yıl Şampiyonlar Ligi'ni almıştım. Ne güzel günlerdi..

Wolves ise Sunderland'e nazaran daha küçük bir stada, daha az paraya sahiptir ama forvetinde Robbie Keane leblebi gibi (bir sezonda 45-50 civarı) gol atarken, defansında her maç ya 9 ya da 10 ile oynayan Dean Richards diye bir canavar vardır. Ne olursa olsun sezon sonunda 9 milyon dolar gibi bir fiyata büyük takımlardan birine gider. Eğer Wolves'u siz aldıysanız kontratının son senesinde görünür, hemen yenilemeniz gerekir vs.

İşte o Richards, CM oyununun öngördüğü üzere sonraki yıllarda gayet iyi bir oyuncu olmuş, oyundaki kadar abartılı bir kariyer inşa etmese de Tottenham'a transfer olarak beklenen hamleyi yapmıştır. Biz sonraki yıllarda (son birkaç senedir) nereye kaybolduğunu merak eder ama öğrenmek için hiçbir çaba sarf etmezken, meğer kendisi bu süre zarfında kansere yakalanmış. Ve bugün itibarıyla da hayata gözlerini yummuş. Daha 36 yaşında olan bu kapı gibi defans oyuncusunun huzur içinde yatmasını dilerim. Toprağı bol olsun.

23 Şubat 2011 Çarşamba

İşte böyle bir şey

Fenerbahçe formasıyla 152 gole ulaşan, 7. sezonunda en formda ve en özverili dönemini geçiren, bundan önce bu blogda onun aleyhinde yazdığımız tüm o ağır şeyleri bu yıl unutturan kaptanın, sarı-lacivert içinde attığı en güzel gollerden biri ile kendisini selamlıyorum.

22 Şubat 2011 Salı

Her yerde en büyük, en örnek

Sport+Markt adlı ajansın Football Merchandising adlı raporuna göre Fenerbahçe, lisanslı ürünlerin satış ve pazarlamasında Avrupa'nın ilk 10 kulübü arasında yer alıyor.

DPA'da yer alan habere göre geçtiğimiz sezon Avrupa kulüpleri, lisanslı ürün satışından toplamda 2.1 milyar avroluk gelir elde etti. İlk 10 sırada yer alan kulüpler ise pazarın 1.2 milyar avroluk kısmına sahip durumda. Real Madrid ve Barcelona'nın ilk sırayı paylaştığı listede Fenerbahçe 10. sırada yer alıyor. Liste şu şekilde:

1. Real Madrid
2. Barcelona
3. Liverpool
4. Bayern Münih
5. Marsilya
6. Manchester United
7. Milan
8. Inter
9. Lyon
10. Fenerbahçe

La Liga 190.1 milyon avroluk lisanslı ürün satışıyla ilk sırada yer alırken, Premier Lig (167.5 milyon avro), Bundesliga (129.7 milyon avro), Serie A (76.9 milyon avro) ve Ligue 1 (66.6 milyon avro) onu takip ediyor.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Sen de büyük adamsın!

"Coritiba'da 32, Palmeiras'ta 78, Cruzeiro'da 64, Flamengo'da 3, Parma'da 2, Brezilya millî takımında 20 ve Fenerbahçe'de 152 gol attım (toplamda 351). Bu sayılar beni çok mutlu ediyor. Özellikle de tek kanatta görev yapan bir oyuncu değil, doğuştan forvet olduğum için daha da mutluyum."

"Hayatımda attığım ilk golü sanki bugün gibi hatırlıyorum. İlk maçıma nisan ayında çıktım ve ilk gol atma sevincini taa haziran ayında, Londinense'de Matsubara'ya karşı yaşadım. Bugün görüyorum ki, ilk golü atmamdaki gecikme, gelecekteki iyi anlar için saklanmış. O dönemlerde babamla sembolik bir iddiaya girmiştik. Bana kariyerim boyunca 200'den fazla gol atamayacağımı söylemişti. Ben de 250 demiştim. İkimizdik... Ne güzeldi!"


"Benim neslimin en iyi futbolcusu Ronaldo'dur ve o artık futbolu bıraktı. Onun hakkında yazılacak her şey yetersiz kalır. Futbolu seven herkese neşe ve güzel futbol sundu. Onunla birlikte antrenmana çıktığım, oynadığım ve yaşadığım için Tanrı'ya şükretmeliyim. Her şey için teşekkürler, Büyük Adam!''

Alex De Souza, Fenerbahçe kaptanı

20 Şubat 2011 Pazar

İnönü'de destan

Ferrari'nin hareketi, kırmızı kartı ve yaptırdığı penaltı olmasa maç ne olurdu? Bunu hiçbirimiz bilemez ama bugün Fenerbahçe adına maçın en şanslı ânı bu ve Almeida'nın kaçırdığı gol ise şayet; Beşiktaş adına Ekrem'in milyonda bir atabileceği golü, ikinci goldeki serbest vuruşun Toraman'ın önüne düşmesi, Ekrem'in hakem tarafından daha ilk 20 dakikada atılmaması, Dia'nın direkten dönen şutu vs. gibi çok daha fazla şans dakikası saymak mümkün. Netice itibarıyla onca hengâme ve heyecan fırtınasının ardından en tarafsız hâlimizle baktığımızda bile Fenerbahçe'nin daha iyi bir takım olduğunu, maçta daha iyi oynadığını ve tereddütsüz şekilde üç puanı rakibinden daha fazla hak ettiğini söylemek gerekiyor.

Fenerbahçe'nin son 1 aydır yakaladığı form düzeyi gerçekten de akıl almaz bir boyuta ulaşmış durumda. Takımdaki birlik duygusu, özgüven ve inanmışlık hâli de kazanılan her maçla birlikte biraz daha artıyor. Maçtan sonraki röportajında Lugano da bu duruma değindi. Dedi ki: "İkinci yarıdaki en büyük transferimiz, oyuncuların birbirine olan bağlılığının artmış olmasıdır." Tabii maçlar kazanılırken bunlar hep söylenir ve tablo her zaman toz pembedir ama Fener'de öyle bir hava var ki, hasbelkader 1-2 maçta puan kaybedilse bile bu durum değişmeyecekmiş gibi görünüyor. Bir taraftar için bundan daha muazzam bir tablo olamaz. Her zaman söylüyoruz, böyle inanarak ve ruhlarını sahaya koyarak oynasınlar, isterse şampiyon olmasınlar.

Artık oyuncuların bireysel olarak değerlendirileceği durumları giderek geride bırakıyoruz. Alex bu gece gerçek bir maestro gibi takımını yönetti, üstüne tabelayı değiştirdi ve gerçek bir resital sunarak en öne çıktı ama sahada savaşmayan, görevini yerine getirmek için terinin son damlasına kadar akıtmayan ve elinden gelenin en fazlasını vermeye gayret etmeyen tek bir oyuncu bile yoktu. Şunu da eklemek lâzım; Fener'in geçen sezonun son 11 haftasında destan yazarcasına önüne geleni yendiği dönemde sazı eline alan orta sahası şu anda yine ön planda ve rakiplere karşı ciddi bir fark yaratıyor: Topuz, Selçuk ve Emre.. Geçen yıl bunların solunda bal yapmayan Özer vardı, bu yıl bal da yapmaya başlayan Dia var. Önlerinde de daha formda bir Alex ve en önemlisi Güiza yerine Mamadou var. Defansta ise saatli bomba Bilica yerine daha dengeli Yobo.. 10 maç üst üste kazanan o takımın rekorunun bu sezon kırılması hiç kimseyi şaşırtmasın, bunu söylemek hayalcilik değil. Ha, futboldur bu; Ekrem'in saçma sapan vuruşu gibi gollerle puan da kaybedilir. Daha yukarıda söylediğim gibi, böyle mücadele ederlerse varsın puanlar kaybedilsin, hepsinin canı sağ olsun.

Aykut Kocaman için ise ayrı bir paragraf açmak gerekir. Sezon başından beri yapılan onca eleştiriye rağmen, takımı idare etme konusundaki tercihlerinde sonuçta şu an için onun haklı olduğu ortaya çıkıyor. Sezon henüz bitmedi ama takım son maça kadar böyle top oynarsa, nihaî hedefe ulaşılamasa bile Aykut hoca (kendisine sezon başında çok da itimat etmeyen ben başta olmak üzere) çok sayıda insanı mahçup edecek gibi görünüyor. Bundan daha kutlu ve mutlu bir mahçubiyet düşünemiyorum.

Beşiktaş 2 - Fenerbahçe 4

'O Gün' geldi

Beşiktaş'ın artık lige havlu attığı bir ortamdayız belki ama camia olarak o kadar karışık bir durumdalar ki, Fener'i yenmek onlar için (eskilerin tabiriyle) "sezonu kurtaracak" belki de. Bu yüzden ev sahibinin ligle ilgili motivasyonunun kalmaması, Fener'in lehine bir unsur teşkil etmiyor.

3 yıldır şu blogda Beşiktaş ile ilgili onca yazı yazdım. Demirören ile Şampiyonlar Ligi'ni bile kazansa taraftarların sevinmemesi gereken yıllar bunlar. Bir oyuncuyu 5 milyona alıp, o parayı kendi cebinden verip sonra o oyuncuyu bedavaya göndermek ve bunu onlarca oyuncu için uygulamak suretiyle kulübü kendisine 100 milyon lira borçlandıran bir başkan var Beşiktaş'ta. Koskoca bir kulübün; kongresinin ve en az 10 milyon taraftarının önünde herkesin gözünün içine baka baka soyup soğana çevrildiği ve hiç kimsenin sesini çıkarmadığı yıllar geçiriyoruz. Şaşkınlık içinde seyrediyorum olanları ve inanılmaz derecede sıkılıyorum. Bu işin sonu ne olacak, onu da merakla bekliyorum. Giderken faiziyle alacakmış o paraları, çoluğunun-çocuğunun rızkıymış; öyle diyor..

Bu adam kulübün başında olduğu müddetçe sadece sunî başarılarla sevinebilecek bir kulüp Beşiktaş ve bu yıl yapılan transferlerle ağzına bir parmak bal çalınan taraftarları, Dinamo Kiev'in attığı tokatla yeniden kendine geldi şimdi. Fener maçını önemsemedikleri anlamına gelmiyor tabii bu, çoğunun Fenerbahçe ile ilgili sıkıntıları olduğu için bu maçta alınacak bir galibiyet yine onları çok mutlu edecektir. Bu yüzden stadın dolmasını da bekliyoruz, seyircinin hevesli duruşunu da..

Fenerbahçe ise inanılmaz bir inanç ve motivasyonla gidiyor İnönü'ye. Oyuncularından 4 tanesinin hafif sakatlıkları ve hatta Gökhan'ın oynamama olasılığı söz konusu olsa da, hangi kadroyla çıkarsa çıksın bu maçı %100 bir iştahla isteyecek durumdalar. Takım savunmasının sağlamlığı, kalecisinin yüksek formu, orta sahasının müthiş agresyonu ile rakibin bir adım önünde oldukları rahatça söylenebilir. Forvetin klasını söylemiyorum, zira (belki) daha klas olanları Beşiktaş'ta var. Ama onlarda o klas birkaç oyuncu hariç elle tutacak başka bir şey yok. Bu yüzden Fenerbahçe'nin mutlak favori olduğunu düşünüyorum.

İşin psikolojik yanına bakınca, bu maç belki Beşiktaş için tutunacak yegâne dal gibi göründüğü için daha motive olacakları gibi bir düşünce hasıl olabilir ama ben Beşiktaş'ın hangi Fener maçına böyle bir psikoloji ile çıksa kaybettiğini hatırlıyorum. Özellikle de İnönü'de. Fenerbahçe ise bu stadyuma ne zaman rahat çıksa, daha avantajlı oluyor. Mesela G.Saray maçları bunun tam tersi; o maçları da mutlaka daha fazla isteyen ve istemesi gereken Fener oluyor. Ama İnönü'deki Beşiktaş maçlarında Fener oyunu kontrol edip özgüvenli oynarsa, maçı kazanmayı başarıyor. Özellikle Daum'dan sonra İnönü, Fener için zor bir deplasman olmaktan çıktı gibi bir şey. Son 10 yıla bakıldığında bu statta Fener'in galibiyeti daha fazla. Şu anda daha iyi takım da onlar olduğu için net bir şekilde Fener favori. Bakalım maç içi dinamikleri nasıl tecelli edecek ve favori olan kazanacak mı..