16 Nisan 2011 Cumartesi

İte-köpeğe ve tüm şeref yoksunlarına...

Türkiye'deki bütün kedi-köpeklerin Fener'e karşı şampiyonluk yarışına girdiği bir sezonu daha yaşıyoruz. Trabzon'un en az 15 puanı hakemlerle aldığı, oynadığı maçların üçte birinde rakiplerinin kırmızı kart gördüğü, aleyhine tek penaltı bile verilmediği bir sezon.. Fener'in ise sadece G.Birliği maçında ofsayttan haksız bir gol attığı.. Buna rağmen şerefsiz ve onursuz milyonların hâlâ Fener'in kollandığını iddia ettiği.. Hiç utanmadan, sıkılmadan..

Bu geceki maçta G.Antep karşısında daha 30. saniyede penaltısı çalınmayan, daha sonra Niang'a yapılan %100 başka bir penaltısı daha verilmeyen, faul ile alâkası bile olmayan bir pozisyonda golü iptal edilen gariban bir futbolcular ordusu, bir kez daha onurlarını ortaya koyarak her türlü engele rağmen maçı kazanmayı başardı. Faruk Özak, Mahmut Özgener ve Oğuz Sarvan'a; ayrıca diğer 17 takımın taraftarları arasında olup "Fener'in rakibi benim dostumdur!" diyen köpeklerin hepsine kapak olsun bu galibiyet.

Futbolcuların hepsini alnından öpmek isterdim bir kez daha.. Öncelikle, sonuç ne olursa olsun yıllarca unutulmayacak, aklımızdan çıkmayacak onurlu mücadeleleri için.. Formanın hakkını vermek adına terinin son damlasına kadar gayret ettikleri için.. En çok da, Hüseyin Göçek isimli ...'nun ağzını burnunu kırmayacak kadar olgun sporcular oldukları için..

Fenerbahçe 1 - G.Antep 0

44-27

Fenerbahçe bu sezon (özellikle kendi sahasında) gol atmakta çok sıkıntı çekmiyor gibi görünmesine rağmen, Alex'in de geçenlerde dediği gibi aslında skor yükünü çok az sayıda, hatta sadece 3 oyuncunun üstlendiğini görüyoruz. Alex, Niang ve Semih üçlüsü bugüne kadar lig maçlarında toplam 44 gol, 27 asist ile oynamış. Koskoca ligde Trabzon dışında 44 golden fazla atan başka bir takım olmadığını düşününce, üçlünün inanılmaz performansı daha iyi anlaşılabiliyor. Yarın da G.Antep maçında muhtemelen Alex ve Niang ikilisi ile başlayacak Aykut, ilerleyen dakikalarda Semih'i de oyuna alabilir. Bu sayıların artıp artmayacağını hep birlikte göreceğiz. Hoş, geri kalan 6 maçta hiçbir şey yapmayıp ligi aşağıdaki istatistiklerle bitirseler, yine de başarılı bir sezon geçirdiklerini söylemek için yeterli olurdu.

Alex: 19 gol, 13 asist
Niang: 15 gol, 8 asist
Semih: 10 gol, 6 asist

14 Nisan 2011 Perşembe

Yazıcı ve Aydınus komedisi

MHK her hafta yaptığı atamalarla, niyetini adeta bütün futbol camiasının gözüne gözüne sokuyor ama elbette kimseden çıt yok. Trabzon lehine şu sezon yaşanan bütün utanç verici rezilliklerin yarısı Fener lehine yaşansaydı, üç kulübün başkanları şimdi bir araya gelmiş, aynı matbaadan afişler bastırmış, sulu gözlü bir şekilde insanlıklarını ayaklar altına alarak demeçler veriyordu. Ama arkadan itilen Trabzon, ezilen Fenerbahçe olunca kimseden ses çıkmıyor çünkü herkesin derdi bilindiği gibi "sarı-lacivert çubuklu" ile. Bütün rakip takım mensuplarının kendi kişiliğini, gururunu, onurunu bir kenara bırakıp karşısında birleştiği bir kulübe gönül vermek o kadar güzel bir şey ki, Fenerli olmayan hiç kimse bunu anlayamaz. Hepsi birbiri ile yandaş olduğu için de hayatları boyunca anlayamayacaklar.

Bu hafta Trabzon-Bursa maçı var ve MHK maça Fırat Aydınus'u atamış. Maçta olacakları hep beraber seyredeceğiz; geçen hafta Bünyamin'in yapacağı kıyakları nasıl 3 gün önceden söylediysem şimdi de söylüyorum. Aydınus'un o statta 2 sezon önce yönettiği bir Eskişehir maçı var, evlere şenlik. Eskişehir'i lime lime doğramıştı resmen. Türkiye'nin en sefil hakemi olduğunu her fırsatta belirtiyorum, o yüzündeki sahte gülümsemeden de iğreniyorum. Göstereceği "incelikli" performansı da merakla bekliyorum.

Öte yandan Bursa başkanı, terörist ruhlu (Erhan Telli'yi adamları tutarken nasıl dövmüştü, herkes unuttu ama aklıselim unutmadı) İbrahim Yazıcı ise, Hürriyet gazetesine "Fener'den iki puan alarak Trabzon'a borcumuzu ödedik" demiş. Bence borçlarını başka şekilde geçen yılki maçtan sonra ödemişlerdir zaten de, karşımızda hukuk olduğu için oralara (kanıt olmadan) giremiyoruz. Ama hafta sonu maç yapacakları bir rakip hakkında söylediği şu sözler gerçekten de utanç verici ve Türk futbol camiasında Fenerbahçe'nin şampiyonluk tehlikesi (!) belirdiğinde ar, namus, haysiyet gibi kavramların bir kenara atıldığının açık göstergesi.

Daha önce de yazmıştım, geçen haftaki G.Saray-Trabzon maçından sonra bu görüşüm kesinleşti: Bir Fenerbahçe taraftarı olarak 3 senedir en nefret edilen takımlar sıralamasında G.Saray'ın adı ilk 3'te bile geçmez artık. G.Saray'ın bu yılki durumuyla da ilgisi yok bunun, başkan ve yöneticilerin tavırlarıyla ilgisi var. Sıralama Trabzon, Bursa ve Beşiktaş diye gider.. G.Saray forması giyen delikanlıların geçen hafta ortaya koyduğu mertçe mücadeleyi bir post ile övme fırsatı bulamamıştık, bu vesileyle onu da yapalım. Trabzon-Bursa orta oyununu da iyi izleyip dersler alalım.

Michael Head and the Strands - The Magical World of the Strands (1998)


Shack ve Pale Fountains gruplarının frontman'i Michael Head'den, daha önce o gruplarda yaptığı müzikle alâkası bile olmayan, ilhamının nereden geldiği bilinmeyen, bir çok parçadaki yaylı çalgılar dörtlüsü ve flüt vasıtasıyla insanı kendinden geçiren, beklenmedik bir pop harikası. Pek çok açıdan zamansız ve yersiz-yurtsuz olan bu müthiş albüm, muhteviyatındaki her şarkıda Tindersticks'in derin ve karanlık müziği ile Nick Drake'in baştan çıkarıcı pop esintileri arasında geziniyor; Head'in etkileyici vokali ve düzenlemelerdeki zenginlik ile ayrışıyor; en nihayetinde iyi yazılmış, iyi çalınmış, iyi düzenlenmiş ve iyi söylenmiş pop müzikle ilgilenen herkesi kendine bağlayabilecek benzersiz bir noktaya ulaşıyor. 10/10

13 Nisan 2011 Çarşamba

June & the Exit Wounds - A Little More Haven Hamilton, Please (1999)


Bir albümün kapağı, albümün kendisi hakkında bu kadar çok şey söyler mi bilmiyorum ama vokalist/keyboardist Todd Fletcher'ın tek kişilik proje grubu olan June & the Exit Wounds'un ilk albümünde söylüyor işte: Önde Fletcher, elinde gitarı ile haşır-neşir bir durumda (belki bir akor üzerinde çalışıyor, kim bilir..); arkasındaki keyboard'un üzerinde ise düşünceli hâliyle Brian Wilson'ın bir fotoğrafı var. Bu fazlasıyla güzel sürpriz-albümünde Fletcher, Wilson'ın da dâhil olduğu '60'lı ve '70'li yılların yumuşak, zarif, incelikli pop'unu alıp, ona içten bir romantizm ve sofistike bir hava ekliyor. Ve ortaya Beach Boys, Bee Gees, Steely Dan gibi ustaların izinden giden, ılık öğleden sonralarında hücrelere kadar tesir ederek dinlenecek muhteşem bir karışım çıkarıyor. Birisi size göre en güzel soft rock albümlerini sorduğu zaman, "A Little More Haven Hamilton, Please"i bir kez dinledikten sonra o listede adını zikretmemek olanaksız. 9/10

12 Nisan 2011 Salı

LCD Soundsystem - Sound of Silver (2007)


Devasa plak arşiviyle tanınan James Murphy'nin tek kişilik proje grubu LCD Soundsystem'ın, çok beğenilen ilk albümünü bile aşan en büyük başarısı. Aynı zamanda kendisinin ne kadar iyi bir şarkı yazarı olduğunu kanıtlayan, mükemmel bir parçalar toplamı. Açılışta yer alan ve hiçbir dans pistinde çalınamayacak yapıda bir dans şarkısı olan enfes "Get Innocuous!" ile kapanışta yer alan ve "New York, you're perfect, oh please don't change a thing / Your mild billionaire mayor's now convinced he's a king / And so the boring collect -- I mean all disrespect / In the neighborhood bars I'd once dreamt I would drink" sözleriyle insanı kendinden geçiren muhteşem ballad'a kadar hemen hiçbir şarkıyı pas geçmek mümkün değil. Eğlenceli, zekice kotarılmış, dokunaklı, bütünlüklü, şık, kendinden emin, yetişkinler için yapılmış kusursuz bir dance-rock albümü. 10/10

11 Nisan 2011 Pazartesi

Ali Sami Yen'e (el)veda




İstanbul'un Mecidiyeköy semtinde G.Saray futbol takımının 2011 yılına kadar maçlarını oynadığı, kimileri için cennet kimileri için cehennem olan, adını rahmetli kurucu Ali Sami Yen'den alan futbol mabedi Ali Sami Yen Stadyumu bugün yıkılmaya başlandı. G.Saray bu statta Real Madrid, Barcelona, Milan, Liverpool, Lazio, Leeds, Deportivo, PSG, PSV, Monaco, Athletic Bilbao ve bunun gibi adını hatırlayamadığım Avrupa'nın bir çok ünlü kulübünü dize getirmişti. Aklımda kaldığı kadarıyla bir G.Saray-Milan maçı sonrası Milan kaptanı Maldini'nin, ''kimse beni bu statta 25.000 kişi olduğuna inandıramaz'' sözleriyle atmosferi özetlediği stat, bugün gerçek anlamda tarihin sayfalarına doğru gömülmeye başladı. İçinde gerçekten G.Saray sevgisi barındıran taraftarlar için bu statla birlikte hayaller de yıkılmaya başlandı bence. Bu şanlı tarih, Ali Sami Yen ruhu, G.Saray sevdası, onlarca şampiyonluk, zaferler, futbolcular, sevinçler ve üzüntüler de taşların arasında sıkışıp kaldı.

Bugün şöyle bir geriye dönüp baktığımda yıkılan stadyumla birlikte G.Saray'ın da yıkıldığını ve bu enkazın altında kaldığını düşünmemek elde değil. An itibarı ile kalan tüm maçlarını kazansa dahi bu sezon tarihindeki en kötü sezonunu elde edecek olan futbol takımımız, puan cetvelinde düşme potasının iki puan üstünde yer almakta. O takım ki, tarihinde ilk kez art arda oynadığı 7 maçta sadece 1 puan alabilmiş olma gibi inanılmaz bir istatistiğe de imza attı bu yıl. Yenilgi sayısı 15, sıralamadaki yeri de 14. Hatırlıyorum da "ağlamak istiyorum sayın seyirciler!!!" diyen spikerler Galatasarayımız'ın başarıları sonrasında mutluktan ağlardı. Şimdi ise taraftar çaresizlikten, üzüntüden ağlıyor. Çocukluğumun en güzel günlerini yaşatan, her perşembe günü bir önceki gece alınan Şampiyonlar Ligi galibiyetiyle okulda hava atmamızı sağlayan, 17 Mayıs 2000'i 18 Mayıs'a bağlayan gece sevinçten hiçbirimizi uyutmayan bir zamanların efsane takımı şimdi ciğeri beş para etmeyen futbolcularla, iş bilmeyen yöneticilerle, vampir Adnanlar'la, sahte ve aşağılık iyi gün taraftarlarıyla ayağa düştü; bir dönemin Avrupa fatihi şimdiki zamanın asansör takımlarına boyun eğmeye başladı. Evet, aşağılık diyorum çünkü Galatasaray içeride Gençlerbirliği ile oynuyor, maç 2-0 konuk takımın galibiyeti ile devam ederken Gençlerbirliği'nin her pasını Ali Sami Yen'in büyük çoğunluğu ayakta alkışlıyor.. "Oley" nidalarıyla dalga geçiyor.. Antalyaspor maçında futbolcu oyundan alınıyor, seyirci ıslıklıyor.. Türk Telekom Arena'da Fenerbahçe ile oynuyor Galatasaray, maçı 2-1 kaybediyor.. Maçtan sonra mikrofon uzatılıyor (sözde) takım kaptanı Arda Turan'a.. O da, "burada bulunmak zorunda olduğum için buradayım ve oynuyorum" diyor. Kendi taraftarı ''Fener şampiyon olmasın da isterse Trabzon bize 5 atsın'' diyor ve utanmadan sırtında rahmetli Metin Oktay'ın parçalı formasıyla maç seyretmeye gidiyor. Ulan haysiyetsizler, ulan şerefsizler, ulan ONURSUZLAR!!! Senin tuttuğun takım, senin yöneticiliğini yaptığın takım, senin formasını ıslattığın takım GALATASARAY!!! Sizin gibiler yüzünden bu takım bugün bu statla birlikte enkaz oldu. Sizin gibiler yüzünden bu takım günden güne eridi, bitti, tükendi. Sayenizde bu takım sıradan bir Anadolu takımından farksız bir hal aldı. İşin en acı kısmı da bugün bu takım boşvermişliğin takımı oldu. Ve bugün Ali Sami Yen Stadyumu ile birlikte kendisi de bir enkaz hâline geldi...

Teşekkürler basiretsiz yönetim, teşekkürler ruhsuz futbolcular ve teşekkürler sahtekâr, iyi gün Galatasaray taraftarı...

Bir Galatasaray sevdalısı

Not: Aydın'da yaşayan, G.Saray'ı canı kadar seven yakın bir dostumun yazısıdır. Ricası üzerine blogda yayımlanmıştır. Her kelimesine katılınarak...

Melody Maker, Jr.

Gündüz Feneri'nde zaman zaman yer verdiğim müzik postlarını bundan sonra yeni bir blogda yazacağım. Yeni-eski-çok eski-çok yeni albüm tanıtımları, o albümleri indirme linkleri ve çeşitli videoların olacağı, Türk futbolu içerikli bir blogdan çok daha eğlenceli olacağını tahmin ettiğim yeni bir uğraşı. Fazla zamanım yok ama zaten günde sadece 15 dakikamı alacak tek post ile kotarmayı düşünüyorum. Hatta kotarmaya başladım. Hayırlısı olsun.

Sinema top-listleri ve sinemayla alâkalı yazılar ise buradan devam.. Şimdilik..

The Kills - Midnight Boom (2008)


2002 yılında ilk EP'lerini çıkardıkları zaman Jack White tarafından en iyi yeni grup ilan edilen, İngiliz basınının da en başından beri arka çıktığı The Kills, Amerikalı vokalist/gitarist W (aka Alison Mosshart) ve İngiliz baterist/vokalist/gitarist Hotel'den (aka Jamie Hince) müteşekkil bir ikili. Postun konusu "Midnight Boom" ve daha yeni piyasaya sürülen "Blood Preasured" da dâhil olmak üzere toplamda 4 albümleri mevcut ama "Midnight Boom"a sadece albüm demeyip, ismini desturla zikretmek gerekiyor. Tarzları hiçbir gruba tam olarak benzemeyen ikilinin bu albümdeki dinamik ve dolu dolu gitarları ile insanı çıldırtan ve içini kıpırdatan tempolu beat'leri, W'nun PJ Harvey'yi anımsatan etkileyici vokali ile birleşiyor ve ortaya kirli mi kirli, biraz rafine ama ölümüne tutkulu ve yaratıcı olan muhteşem bir pop albümü çıkıyor. 10/10

10 Nisan 2011 Pazar

Bünyamin'i gördünüz mü?

Türk polisinin, Türk devlet memurlarının yüz karası bir adam bu.. Karşımıza hukuk çıkmayacak olsa sahip olduğu bütün değerlere sövmek ister gönül ama işte hukuk var. Hafta içinden beri söylüyorum ve yazdım, bu adamın yönettiği bir maçta Trabzon'un puan kaybetmesi mümkün değil. Bugün önce işler kötüye gidiyor, 2 puan kaybediliyor diye alelacele Kâzım'ı saçma sapan bir kartla oyun dışına gönderdi. Sonra baktı yetmiyor, akıl almaz düdüklerle G.Saray ceza sahasının çevresinden Trabzon lehine frikikler yaratmaya başladı. Trabzon lehine 29 faul çalındı bugün. Hani internet sitelerinde, forumlarda kedi-köpekler "Fener'in sert oyununa müsamaha gösteriliyor" diyor ya, Trabzonlu erkek müsveddesi topçuların kılına dokunulsa faul çalındı bugün. Rakibinin iki katı faul yapmış G.Saray, memurların yüz karası öyle diyor.

Hatırlanırsa G.Antep-Trabzon maçında da ev sahibi 1-0 öndeyken bu çirkin suratlı yaratık uydurma bir penaltı ve kırmızı kartla 3 puanı Antep'ten alıp, spor bakanının takımına vermişti. Bugün de aynısını yaptı ve 2 puan kaybedilmesini önledi. Yakında komiser olduğunu falan duyarız, bu sene bunu alnının teriyle hak ediyor çünkü.

Hep yazıyorum, boşuna da yazmıyorum: Aleyhine 3 yıldır penaltı verilmeyen, bu sene 10 maçta rakipleri kırmızı kart gören, 14-15 puanı hakemlerle alan bu takım, Türk futbol tarihinin en lekeli, en şaibeli, en ar-namus yoksunu zaferine doğru emin adımlarla ilerliyor. Kutlu olsun.

Arcade Fire - Funeral (2004)


Sadece 2000'lerin en iyi 3 albümünden biri değil, aynı zamanda ismi bütün bir müzik tarihine altın harflerle yazılmış, yazılması gereken bir klasik. Şarkı sözlerindeki bütünlük, konsept ve duygu yoğunluğunu mu; melodilerindeki vuruculuğu ve güzelliği mi yoksa kusursuz düzenlemelerindeki ihtişamı ve görkemi mi övmek gerekir bu albümün, bilmiyorum. (Özel hayatlarında karı-koca olan) Win Butler ve Régine Chassagne'in vokallerindeki adanmışlık ve her notanın hakkını veren duygusallık hakkında da uzun uzun satırlar yazılabilir. Gel gelelim, ne söylenirse söylensin, ne yazılırsa yazılsın, kelimeler bu albümün sahip olduğu güzelliği ve dinleyene hissettirdiklerini anlatmak konusunda kifayetsiz kalacaktır. 10/10

Kritik viraj dönüldü

Dünkü maç öncesi yazımda Andre Santos'un önünde Caner'in denenebileceğini ama herhangi bir deneme için Eskişehir deplasmanının biraz fazla riskli olduğunu belirtmiştim. Ama Aykut hoca hem bizden daha cesaretli çıktı hem de sonuçta antrenmanlarda yeterince çalışmasını yaptırmıştır bu kadronun. Ne olursa olsun netice hayırlı oldu ve Caner takımın beraberlik golünü attığı gibi; delişmen, savruk ama mücadeleci ve hırslı oyunuyla takıma bir dinamizm kazandırdı. Geçen yıl G.Saray'da oynarken bile onun kazmalığından dem vuranlara "bu çocukta Tuncay ruhu var, hiç pes etmiyor" deyip kendisini övüyordum. Ve bonservisini Fener'in almasını istiyordum. 1988 doğumlu bu arkadaş kendini futbola verse; pembe cantlarla, karı-kızla münasebetini normal seviyelerde tutsa, Mehmet topuz'u örnek alsa uzun vadede bu takımın sol-önünde kendisine şans bulabilir. Yoksa da onlarcası gibi kaybolup gider iki sene sonra..

Dünkü deplasmana Caner-Stoch ikilisiyle çıkacağı söyleniyordu Kocaman'ın ve ben o durumda Burhan Eşer'in o kanadı felç edeceğini düşünüp endişe duyuyordum. Andre Santos-Caner gibi savunma olarak en sağlam denebilecek ikiliye rağmen Burhan yine de etkili olup golü attırdı maç başında ama ondan sonra çok etkili bir varyasyon göremedik o kanatta. Dia'nın yokluğunda Kocaman'ın sol-önde ya Caner ya da Özer'i oynatması lâzım. Maçın sıkıştığı anlarda da son yarım saatte Stoch oyuna sürülebilir. G.Saray maçı örneğinde olduğu gibi rakip savunmanın dengesini bozup etkili de olabilir.

Emre belki çok iyi oynamadı ama takım kimyası açısından onun varlığının ne kadar elzem olduğu dün bir kez daha görüldü. Kaldı ki Emre belki gollük paslar atmıyor, kritik toplar oynamıyor ama onun varlığında o işleri Alex'in daha fazla yaptığını da net bir şekilde gözleyebiliyoruz. Emre gerideki pas trafiğini yönettiği için Alex geriye kadar gelmek durumunda kalmıyor, bu çok açık. Ama Emre yoksa orada kim oynarsa oynasın takım topu çeviremez bir duruma düştüğü için Alex defalarca orta yuvarlağa kadar gelip o trafiği kendi yönetmeye kalkıyor. Bu yüzden de forvet ile orta sahanın arası inanılmaz şekilde açıldığı için Niang yalnız kalıyor. Alex'in 3. bölgede etkili olması için Emre olmazsa olmaz bir oyuncu. 31 yaşında olduğu da düşünülürse Fenerbahçe'nin Gökay'ı şimdiden 2-3 sene sonrasına hazırlaması lâzım. Gökay Türkiye'nin en iyi orta saha oyuncularından biri olabilecek kumaşa sahip çünkü. O zamana kadar da Emre'nin sakatlanmaması için dua edilecek, yapacak başka bir şey yok.

Fenerbahçe yine iyi oynamadı dün. Zaten son haftalarda stres arttıkça oyun kalitesi giderek düştü ve şu anda kendi standardını buldu. Elbette maçlar kazanıldığı müddetçe bunun bir önemi yok ama maçların kazanılmasını daha zor kıldığı kesin. Dün peş peşe o iki gol gelmese Fener'in maçı kazanması (olağanüstü koşullar oluşmazsa) imkânsıza yakındı. Beraberlik golünün bile o kadar kısa süre içinde bulunması büyük bir şans iken, üstüne bir de öne geçti takım ve ondan sonra kalitesiyle maça hâkim olmayı başardı. Aksi durumda ne olurdu, bunu hiç bilemeyeceğiz ama şahsi kanaatim hiç iyi şeyler olmayacağı yönünde..

Deplasmanlarda böyle oynanması bir derece sineye çekilebilir ama gelecek haftaki G.Antep maçında asla Bursa karşısındaki gibi başlamaması lâzım Fenerbahçe'nin. 10 maçlık galibiyet serisi, hatta geçen sezonun son 11 haftasındaki seri Bursa maçındaki gibi bir oyunla sağlanmadı. Fenerbahçe'nin o muhteşem taraftar önünde biraz (fazla değil ve zaten fazla olması da gerekmiyor) risk alıp mutlaka ilk 15-20 dakikada rakibini boğması ve sıkıştırması gerekiyor. Bunu yapabilecek bir oyuncu topluluğu mevcut ve bir arada oynama alışkanlığını da yavaş yavaş kazandıkları için bu tarz bir pres oyununu en az riskle kotarabiliyorlar. Bunu defalarca gördük daha önce. Ha, elbette bu presi 90 dakika sürdürmek mümkün değil ama Fenerbahçe zaten o baskıyla ilk golü bulunca ikinci çeyrekte oyunu rölantiye alarak aktif dinlenmeye geçiyor. Sonra gerektiğinde ikinci devrede yeniden bir süre vites yükseltip istediğini alıyor. G.Antep maçında kontrollü olmak şart, çünkü rakip tehlikeli ama ilk dakikadan itibaren aşırı tedbirli bir oyun oynanırsa rakibi çözmek zorlaşabilir.

Haftaya G.Antep maçı sonrası Fener'in liderliği geri alacağını düşünüyorum. Ondan sonra takımın önü açık. Dünkü Eskişehir maçı, sezonun gidişatı açısından tarihî bir maçtı. Sezon bittiğinde bunu daha iyi anlayacağız.

Eskişehir 1 - Fenerbahçe 3