21 Mayıs 2011 Cumartesi

Cevdet Çapar

Fenerbahçe, 1989 yazında Hasan Vezir'in G.Saray'a gitmesinden sonra Aykut'un yanına pivot özellikleri olan, uzun boylu bir forvet transfer etmek istiyordu. Bir önceki yıl tarihî bir başarıya imza atarak 103 golle şampiyon olunmuş ve Şampiyon Kulüpler Kupası'nda ön eleme oynama hakkı elde edilmişti. Uzun aramalardan sonra, Yunanistan'ın Iraklis takımından büyük umutlarla Danimarkalı Nielsen alındı. Geldiği sezon Yunan takımında sadece 14 maç oynayıp 1 gol atan yakışıklı oyuncu, önceki iki sezonda ise AEK'da 40 maçta 26 gol atmıştı. Muhtemelen bu yüzden transfer edilmiştir ama Fenerbahçe'de bekleneni bir türlü veremedi, koca sezonda hepi-topu 5 gol attı. Boluspor'u Kadıköy'de 2-0 yendiğimiz maçta gollerin ikisini de o atmıştı ki, bir tanesi ceza sahası içinde kazanılan çiftvuruştan klas bir plaseyle gelmişti.

Neyse, Nielsen beklentileri karşılayamayınca sezon ortasında Karşıyaka takımından 25 yaşında, 1.87 boyundaki Cevdet transfer edildi. Bir alttaki postta yer alan Sarıyer maçında sonradan oyuna girdiğini görebileceğimiz oyuncu, Kadıköy'deki 2-2 biten Bursa maçında kalecinin üzerinden bir kafa vuruşuyla ilk golünü atmıştı. Sezon boyunca (10 maçta) kaydettiği 3 sayının en hatırlananı ise, 3-1 biten Adana Demirspor maçında 4 kişiyi çalımlayarak attığı enfes goldü. O golü, aşağıdaki videoda 9:00'dan itibaren görebilirsiniz. Zlatan Ibrahimovic'in Ajax formasıyla attığı o meşhur gole benziyor :)



Cevdet ile ilgili (ki ben kendisini çok severdim, niye gönderildi sezon sonunda, onu da anlamıyorum) ilginç bir ayrıntı ise vakti zamanında bir gazetenin verdiği poster ve onunla yaptığı röportaj. O röportajda yer alan sorulardan bazıları ve genç santrforun verdiği cevaplar şöyle:


Hangi ayakla oynuyorsun: Her ikisiyle de
Eğitimin: Lise
Bildiğin yabancı dil: İngilizce
Karakterin: Sakin, sessiz
En iyi huyun: Dürüst olmak
En kötü huyun: Bence kötü huyum yok ( :))
Hobilerin: Seyahat etmek, müzik dinlemek
Sporda en büyük hedefin: Fenerbahçe'de şampiyonluk görmek
Kaç kez millî oldun: 2
En iyi oynadığın maç: Karşıyaka - Trabzon 4-3
En büyük başarın: İzmirspor ile 2. lig gol krallığı
Oyuncu olarak en büyük özelliğin: Soğukkanlı olmak
Futbolcu olmasaydın ne yapardın: Turizm işletmeciliği
Günün en sevdiğin saati: Akşam üzeri
Haftanın en sevdiğin günü: Çarşamba (ne alâka?)
En sevdiğin mevsim: Yaz
En sevdiğin ay: Aralık
En sevdiğin sayı: 11
En sevdiğin hayvan: Tavşan
En sevdiğin renk: Siyah, yeşil
Tatilini nerede yapmayı seversin: Bodrum, Kuşadası (Bazı şeyler hiç değişmiyor)
Futbol dışında sevdiğin sporlar: Voleybol, atletizm
En sevdiğin şehir: İzmir (Bazı şeyler ebediyen değişmeyecek)
En sevdiğin yabancı şehir: Frankfurt
En sevdiğin yabancı ülke: İngiltere
En sevdiğin yemek: Kuru fasulye
Hangi müzik türünden hoşlanırsın: Slow
En sevdiğin yazar: Dostoyevski (?!)
Okuduğun gazeteler: Hepsi
Okuduğun dergiler: Nokta, Playmen (dürüst cevap)
En beğendiğin yerli-yabancı şarkıcılar: Sezen Aksu, Julio Iglesias
En beğendiğin yerli-yabancı artistler: Tarık Akan, Robert de Niro
En son seyrettiğin film: Vahşet
En beğendiğin yabancı futbolcu: Van Basten
En beğendiğin yerli futbolcu: Cüneyt (helal len)
Dünyada en beğendiğin sporcu: Katerina Witt (vaay)
Türkiye dışında tuttuğun takım: Real Madrid
Sevdiğin giyim tarzı: Spor
Televizyonda sevdiğin dizi: Zenginler de Ağlar (vay anasını, ne günlerdi ya..)
En büyük hayalin nedir: Evlenip yuva kurmak (olaya bak, Anadolu'dan İstanbul'a gelmiş topçu söylüyor bunu)

Nasıl bir etki bırakır?
Galibiyet: Normal bir şey
Mağlubiyet: Üzüntü
Yalnızlık: Benim için iyi bir şey
Sakatlık: Futbolcu için en kötü şey
Eleştirilmek: Normal
Alkış-övgü: Çok güzel şeyler
Para: Her şey değil
Yaşlanmak: Doğal bir şey

Verdiği bir takım cevaplarla ne kadar aklı başında ve efendi bir adam olduğunu gösteren, Demispor'a attığı unutulmaz golle kendisini hep hatırlayacağımız, an itibarıyla hocalık yapan Cevdet Çapar'a hürmetlerimizi sunuyoruz buradan. Şampiyonluk maçı öncesi nostalji turumuzu da böylece tamamlıyoruz :)

20 Mayıs 2011 Cuma

Gözyaşlarıyla izleyelim...

Fenerbahçe'nin son 25 yılının en unutulmaz maçlarından biri bu.. Bugünün (Fenerli olmayan) bebeleri diyebilir ki "ulan hepi-topu Sarıyer'i yenmişsiniz, neresi unutulmaz?" Birincisi, o zamanın Sarıyer'i bugünlerin Bursaspor'una, hatta Trabzon'una denk gelen inanılmaz bir takımdı. Feridun, Esat, Cengiz, Osman, Sercan, daha sonraları Mecnun, Erdi, Müller gibi oyuncularla Fenerbahçe başta olmak üzere üç büyüklerin belalısıydı. İkincisi ise, "ilk yarı avans verip ikinci yarı coşmak" şeklindeki Fenerbahçe klasiğinin başladığı yıllardı onlar. G.Saray'ı 3-0'dan 4-3, daha sonra ertesi yıl Başbakanlık'ta 2-0'dan 3-2 yenmiştik. Sarıyer'i de bu maçta 2-0'dan gelip 5-2 yenmek gerçekten de büyük bir olaydı. O Sarıyer ki, Fener'in galibiyeti kadar mağlubiyeti vardır o yıllarda. Şimdi ne haldeler, hey gidi günler..

Maçla ilgili inanılmaz önemli detaylar var. Birincisi, twitter'da yaptığı "seyrettiğim en iyi Fenerbahçe 11'i" kadrosuna Oğuz'u almayan sevgili Ahmet Ercanlar, Oğuz'un her şeyi başlatan ilk goldeki çalımlarını ve akıl almaz pasını mutlaka görmeli.. Kendisine selamlar ve sevgilerle bu golü armağan ediyorum :)

İkincisi, maçı anlatan İlker Yasin'in o yıllardaki eli-ayağı düzgün sunumu ve müthiş ses tonu.. O zaman ben 12 yaşındaydım ve maçların anlatımıyla kafayı bozmuştuk kardeşimle beraber. Üzerinden 22 yıl geçmiş, bugün bana sorsaydınız İlker Yasin'in o ilk golü anlatışını ve "başarılı hareketler, Oğuz'dan.." deyişini söyleyebilirdim size.. O kadar severdim maç anlatma olayını ve en çok da Doğan Yıldız'ın hastasıydım.. Onun "ve.. bilardo gibi bir hareket ve ardından Tanju.." deyişini de unutamam mesela Adana-G.Saray maçında.. Neyse..

Üçüncüsü Sercan Görgülü.. Rıdvan ile beraber açık alanların en etkili oyuncusu olan bu fırtına, Fener'in başına o kadar bela olmuştu ki, Fenerbahçe hep yaptığı gibi "şu adamı alalım da bize attığı gollerden kurtulalım" deyip 1.5 yıl sonra kendisini transfer etmişti. Ama TSYD'de G.Saray'a karşı Tanju'nun attığı ilk golü hazırlamak dışında iz bırakamadan gitti sarı-lacivert formadan..

Dördüncüsü, Türk futbol tarihinin şandel gol konusunda rakipsiz ismi olan (ve bu maçta da 1 gol, 3 asistle oynayan) Aykut'un muhteşem ilk golü.. Aykut o zamanlar o kadar çok atıyordu ki bunlardan, seyretmeye doyamıyorduk. Hatta 1992 yılında Kayseri deplasmanında sol köşe gönderine yakın bir yerden, ceza sahası yan çizgisinden bir golü var, bugün Messi atsa 2 sene konuşulur; o derece..

Beşincisi, canımız feda diyerek andığımız "büyük" Nezihi'nin, takımı öne geçiren üçüncü golden sonraki sevinci ve gözyaşları.. O yılları yaşayanlar seyrederken mutlaka kendileri de ağlar da, yaşı küçük kardeşlerimiz o formayı vaktiyle nasıl cengaverlerin giydiğini şu gol sevincine bakıp idrak etsin. Sadece bunu diyorum.

Neyse, Sivas deplasmanında Kocaman umutlarımızın sahibi olan efendilik timsali hocamızla ve (şu Sarıyer maçında, o meşhur 4-3 ve 3-2'lik G.Saray maçlarında, 2001'deki G.Antep maçında, bu seneki Buca maçında ortaya koyulan isyan ile gönüllerimizden asla atılamayacak bir köşeye oturan) büyük Fenerbahçe sporcularıyla şampiyonluğa giderken, taraftara küçük bir hediye olsun istedim bu video. YouTube'a ekleyen Canadian1892 kardeşimize teşekkürle...



Edit: Fener'in ikinci yarıdaki kadrosu o kadar çılgın ki, 1970 yılının Brezilyası gibi..

Can

Nejat - Müjdat - Nezihi - K.Şenol

Oğuz - B.Şenol

Şenol 3 - Aykut - Cevdet - Bilal

3 ölümcül transfer

Her sezon, transfer mevsimi geldiğinde taraftarlar arasında yapbozlar başlar, eksik mevkiler belirlenir ve ona göre adaylar seçilir. Bu sezon artık bitecek, şunun şurasında 2 gün kaldı ve Fenerbehçe yönetimi transfer işlerini bir kenara bırakıp tamamen şampiyonluğa odaklanmış durumda. Aslında bu konuda müthiş başarılılar zira aslında transferi bir kenara bıraktıkları falan yok. Bir yandan gizli gizli çalışmaları sürdürüyorlardır. Yaptıkları şey, söz konusu çalışmaların basına yansımasını, dolayısıyla takımı etkilemesini önlemek. Bunda hiçbir şekilde fire vermeden yıllardan beri istikrarlı bir görünüm arz ettiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ben de aylar var ki, Fener'in muhtemel transferleri için bir şeyler yazıp çizmiyorum çünkü bu yıl artık iyice namussuzlaşan rakiplere karşı kazanılacak olası zafer, herhangi bir şampiyonluktan çok daha fazlasını ifade ediyor bizim için. Şahsen ben de sezonun zaferle noktalanması dışında hiçbir şey düşünemiyorum ama etrafımda, internette, bloglarda vs. bu transfer konusu çok konuşulduğu için bir "ön kanaat" olarak bir-iki şey yazmak istedim.

Fenerbahçe'nin, şampiyon olması durumunda gelecek yıl direkt olarak Şampiyonlar Ligi'nde oynayacağı için kadro kalitesini nokta transferlerle mutlaka güçlendirmesi gerekiyor. Ama 5 oyuncu gönderip 7 oyuncu almakla takım yapılamayacağı için eksiklerin iyi tespit edilip yamaların doğru yapılması lâzım.

Şahsi görüşüm, her ne kadar ligin ikinci yarısında çok iyi oynasa ve üst düzey bir oyuncu olduğunu cümle âleme gösterse de Cristian'ın yerine mutlaka bir oyuncu alınması gerektiği yönündedir. Bunun için de başvurulabilecek en iyi isim Selçuk İnan. Ben zaten Selçuk'un Trabzon'da kalmayacağından kesin eminim. Yurt dışına da gideceğini hiç sanmıyorum çünkü burada kazanacağı paraların ancak yarısını görebilir orada. Yurt içinde ise üç büyüklerin üçünden de teklif almıştır ama bence Fenerbahçe'yi seçecek. Zira Fenerbahçe şu anda bir futbolcu için her anlamda en cazip kulüp durumunda. Teknik direktörü ülkenin en düzgün futbol adamı. Oyuncu grubu birbirini seven ve uzun yıllardır beraber oynayan oturmuş bir grup. Takım içinde resmen huzur var. Yönetim desen kulübü her geçen gün geliştiriyor ve maaşları hep gününde ödüyor. Üstelik bu yıl Şampiyonlar Ligi gerçeğini de göz önünde bulundurunca, Selçuk'un Fener'den başka bir kulübe gitmesi kendisinin de, menajerinin de yarım akıllı olduğunu gösterir. Aykut'un ve Alex'in en beğendiği oyunculardan biri olduğu da düşünülürse, ben bu transfere kesin gözüyle bakıyorum.

İkinci elzem bölge savunmanın sol göbeği. Burada Yobo'nun, Bilica'ya göre çok daha güven verse de asla 5 milyon avro verilip alınacak bir oyuncu olmadığını düşünüyorum. Yobo, ancak bonservisi elinde olursa alınacak bir oyuncu, ki Everton onu 5'ten aşağı bırakmayacaktır. Ayrıca Andre Santos'un geri dönemediği anlarda o kanadı hakkıyla dolduramadığını da pek çok kez gözlemledik. Dolayısıyla orada sol ayaklı, sol bek de oynama özelliği bulunan ama asıl mevkii sol stoper olan diri bir adam lâzım. Fenerbahçe, 31 yaşında olan ve kendine ne kadar iyi baktığı düşünülünce 3 yıl daha bu performansla oynamasını beklediğim Lugano'nun yanına genç bir yıldız bulmak zorunda. Bunun içinde Avrupa'dan aklıma gelen tek bir aday var, Ajax'lı Vertonghen. Biliyorum, peşinde bütün Premier League var, gerçek bir yıldız ve Türkiye'ye gelmesi çok zor ama Marsilya'nın kaptanını parayı basarak alabiliyorsan (ki hâlâ ağlıyorlar arkasından, "o olsa şampiyonduk" diyorlar) Vertonghen'i de yıllık 3.5 milyon maaşla buraya getirebilirsin. Muhtemelen bonservisi 15 milyon civarı olur, bu para bir stopere verilir mi? Bence bu oyuncuya verilir. 1987 doğumlu ve 3 yıl Şampiyonlar Ligi'nde oynasa değeri 20 milyonu rahatlıkla geçer. Stoper, sol bek ve sol ön libero oynayabilen, ayağına inanılmaz hâkim, topu oyuna çok iyi sokan muhteşem bir yıldız Vertonghen. Bence olmazsa olmaz bir transfer, satmasan bile 10 yıl gözün kapalı oynatırsın, birkaç yıl içinde takım kaptanı da olur. Ön liberoyu (Selçuk'u almak suretiyle) bedavaya getirirsen, oraya ayırdığın bütçeyi de ekleyerek bu paraya böyle bir oyuncuyu mutlaka almak lâzım. Artık 1-2 yıl oynayıp gidecek stoperler yerine uzun vadeli bakmak gerekiyor çünkü defans, en uzun süre bir arada oynayan oyuncuların başarılı olduğu bir mevki.

Üçüncü transfer ise sol açık. Burada sakatlıklardan bir türlü kurtulamayan Dia'nın bence satılması gerekiyor. Stoch ise her takımın kulübesinde bulunması gereken inanılmaz bir anahtar oyuncu. Ama Şampiyonlar Ligi'nde ilk 11 oynayacak kapasitede değil. Sıkışan maçları açmak için ondan daha iyi bir oyuncu da zor bulunacağı için mutlaka kadroda tutulması lâzım. Ama orası için sağda Topuz'un yaptığını yapacak, öncelikle Andre Santos'a yardımı hiç aksatmayan, köpek gibi koşan, hücumda Santos'la ikili varyasyonlar yapabilen, içeri kat ederek savunmanın dengesini bozabilen vs. bir adam ideal olur. Bunun karşılığı ise dünyada bir tane: Tuncay Şanlı. Biliyorum yaşı 30 olmak üzere, eski Tuncay değil vs. Ama kendisine ne kadar iyi baktığını hepimiz biliyoruz, hakkını verdiği bir sezon başı kampından sonra yine Fenerbahçe'nin ruhu ve en çok koşan oyuncusu o olacaktır. Ümit Özat ile kurduğu muhteşem hücum ikilisinin yanı sıra, sağdan gelen ataklarda Özat fazla içeri girdiğinde nasıl ters kademe yaptığını hatırladıkça Tuncay'ın ne kadar elzem bir isim olduğunu daha iyi anlıyorum. Santos'un da daha rahatlaması ve daha verimli oynaması için Tuncay transferi ölümcül bir önem arz ediyor. Bonservisini bedava alabilir mi, açıkçası bilmiyorum. Ama kinci Aziz Yıldırım'ın ona bonservis parası vermeyeceğini hepimiz biliyoruz. Bu yüzden transfer biraz çıkmazda ama zaten buraya ideal olanı yazıyoruz. Olup olmayacağını şartlar belirler, ben bilemem.

Bence Selçuk transferi neredeyse kesin ama diğer ikisinin, özellikle Vertonghen'in ütopik olduğunu biliyorum. Onu alamazsak, Mönchengladbach ile küme düşmemeye oynayan Brezilyalı, sol ayaklı, 28 yaşında ve 1.88 boyundaki Dante var. Güçlü, sakin, hava toplarında çok etkili ve Bundesliga terbiyesi almış bir oyuncu. Yobo'ya vereceğin 4-5 milyonla onu alabilirsin, hem Santos'la daha iyi anlaşır. Biz almasak Almanya'nın üst-orta düzeydeki takımlarından biri alır zaten. 

Hayal ettiğim kadro şöyle bir şey sonuç olarak:

Volkan

Gökhan - Lugano - Vertonghen - Santos

Topuz - Selçuk - Emre - Tuncay

Alex

Niang

Wye Oak - Civilian (2011)


İsmini, eyaletlerinin (Maryland) sembolleri arasında gösterilen 460 yıllık bir ağaçtan alan Baltimore'lu indie rock ikilisi Wye Oak, iki uzunçalar ve bir EP'den müteşekkil kısa kariyerinde, bugüne kadar hem müziksever kitlelerden hem de eleştirmenlerden pek yüz bulamamış bir grup(tu). Ama işlerin, "Civilian" ile birlikte başka bir yöne evrildiğini/evrileceğini görmek için, albümü sadece birkaç kez dinlemek yeterli. Günümüz indie rock camiasının en iyi vokalistlerinden biri olarak mimlenmesi gereken Jenn Vasner'ın şarkı sözleri, önceki işlerine nazaran sanki biraz daha keskin ve biraz daha hüzünlü. Prodüktörlüğünü bizzat kendilerinin yaptığı albüm ise genel olarak iyi kaydedilmiş ve berrak bir sound'a sahip. Gitar, davul ve (gerekli yerlerde devreye giren) keyboard ile yaratılmış, duygusal olarak güçlü, melankolik ama aynı zamanda sade ve hazmı kolay bir müzik bu. Albümün kendisi de, birkaç çalışmadan sonra beklenen çıkışını gerçekleştiren bir grubun zirve noktası. 8/10

19 Mayıs 2011 Perşembe

Best Music Videos Ever #2: Street Spirit (Fade Out)

90'lı ve 2000'li yılların en büyük gruplarından biri olan Radiohead'in, 1995 tarihli "The Bends" albümünün kapanış şarkısı ve o yıllarda hiçbirimizin hayal edemeyeceği, ilk gördüğünde bir anlam veremediği, her seferinde "na.. na.. nası yaa!" nidalarıyla kendini seyrettiren akıl almaz videosu... En iyi klipler söz konusu olduğunda olmazsa olmaz bir köşe taşı...

Radiohead - Street Spirit (Fade Out) (1996)
Yönetmen: Jonathan Glazer


Daha ne kadar ileri gidilecek?

Sezon başından beri, spor bakanının binbir manüplasyonla Türk futboluna yön verme çabalarını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Trabzon, onun gözle görünen ya da görünmeyen (bunu bilmiyoruz) baskıları nedeniyle 15 puandan fazlasını direkt olarak hakemlerle kazandı. Gel gelelim hiç utanmadan, sıkılmadan (bu tip duygulardan nasiplenmemiş bir camia olduklarını bu yıl gördük) Fenerbahçe'ye çamur ata ata bugüne kadar geldiler. Geldiler ama, bu arada oynadıkları maçların üçte birinde rakipler 10 kişi kaldı, rakiplerin penaltıları çalınmadı, kendilerine abuk sabuk penaltılar verildi, yedikleri goller iptal edildi vs.

Seçimler yaklaştıkça işin rengi giderek daha fazla b.ka benzedi, Trabzon'a yalakalık yapmak ve Trabzonlu seçmenlerin k.çını öpmek için çirkin suratlı bir takım adamlar televizyonlarda boy göstermeye başladı. Artık olay öyle bir boyuta geldi ki, Fenerbahçeliler olarak (şayet yaşarsak) yaşayacağımız şampiyonluğa olan sevincimizden çok, ağlayan rakibimize duyduğumuz tiksinti, iğrenme ve acıma duygusuyla dolmuş olacağız sezon bittiğinde.. Hakikaten ben, Türk futbol tarihinde (Terim'in ilk döneminden sonra) hakemlerden bu kadar çok destek alan bir takım görmedim ama (Demirören'in Beşiktaş'ından sonra) bu kadar yavuz hırsız ve ağlayan bir camia da görmedim. Dediğim gibi, hissettiğim tiksinme duygusunu kelimelerle tarif etmem mümkün değil.

Bunları niye bir kez daha yazdım? Bugün ajanslardaki bir haber yüzünden.. O haberi aynen kopyalayarak buraya yapıştırıyorum. Okuyanlar vicdanlarıyla muhakeme etsin. Herkesin 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı da kutlu olsun, bu iğrenç spor ortamında ne kadar olabiliyorsa artık...

---

Geçtiğimiz hafta oynanan Gençlerbirliği deplasmanında sarı kırmızılı taraftarların Fenerbahçe ve Beşiktaş aleyhine küfürlü ve çirkin tezahürat yaptığı gerekçesiyle disiplin kuruluna sevk edilen Galatasaray'ın sezonun son haftasındaki Konyaspor maçını seyircisiz oynama tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtildi.

Sarı kırmızılıların Fenerbahçe ve Beşiktaş aleyhine yaklaşık 332 saniye çirkin tezahürat yaptığı rapor edilirken, Futbol Disiplin Talimatı'na göre aynı sezon içinde dördüncü defa aynı kusuru işleyen kulübe bir maç seyircisiz oynama cezası verilmesi öngörülüyor.

Galatasaray'a verilecek ceza bugün düzenlenecek Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu toplantısından sonra açıklanacak.

Avni Aker'de oynanan İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım aleyhine yaklaşık 14 dakika tezahürat yapan Trabzonspor'un ise temsilci raporları doğrultusunda haklarında bir işlem yapılmayacağı öğrenildi.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Zokora-Romaric, müthiş vizyon

Gazetelerde Trabzon'un gelecek sezon için transfer çalışmalarına şimdiden başladığı ve başlıkta adı geçen iki Sevilla oyuncusuna göz diktiği, hatta resmî teklif yaptığı söyleniyor. Bu oyuncuların ikisini de uzun yıllardır takip ederim, gerçekten de müthiş kaliteli isimler.. Romaric, Barça'ya giden Keita'nın yerine Lens takımından (8.5 milyon avroya) alınan nokta bir transferdi ama Sevilla'da başarılı olamadı. Sol ayaklı, ikinci ön libero oynayan, teknik kapasitesi ve oyun görüşü yüksek bir oyuncu. Zokora ise 9 milyona Tottenham'dan alındı, o da Poulsen'in yeri dolsun diye transfer edildi ama tıpkı Romaric gibi o da pek parlak yıllar geçirmedi Sevilla'da. Yine de piyasa değeri hâlâ çok yüksek ve değerli bir oyuncu. Köpek gibi koşan, basan, takımı ateşleyen bir adam ama tekniği neredeyse sıfır ve senede ancak 2 tane kilit pas atar. Bu yüzden ondan neyi iyi yapıyorsa onu beklemek lâzım gelir.

İspanyol basınında iki oyuncu için 6 milyon avro teklif edildiği, Sevilla'nın ise biraz daha fazla istediği söyleniyor. 8'e bile kapatsa bu ikisini, Trabzon çok büyük iş yapmış olur. Selçuk'un ayrılmasının neredeyse kesin olduğu düşünülürse, takımın kalbi olan orta sahayı Colman ile birlikte bu oyunculara teslim etmek çok akıllıca. Kim planlıyorsa bu işleri, iyi yapıyor.

17 Mayıs 2011 Salı

Best albums of 1991 (#2)



Not: Albümleri indirmek için her birinin üzerine tıklayınız (Guns N' Roses'ın albümü duble CD olduğu için I ve II'nin üzerine ayrı ayrı tıklamak gerekiyor). Ölmüş link varsa, yorum kısmında bildiriniz.

15 Mayıs 2011 Pazar

Rüya gibi geldi, öyle bitsin

İnanılmaz bir sezonun artık yavaş yavaş sonuna geliyoruz. Türkiye'nin şüphesiz en büyük camiası; en çok kıskanılan, en çok çamur atılan, en az sevilen ama en gıpta edilen camiası artık şampiyonluk için gün sayıyor. Son 10 yılın 8'inde bu takım şampiyonluk yarışını bu âna kadar getirdi. Kimisinde kazandı, kimisinde kazanamadı ama 2 tanesinde, başka hiçbir camiaya nasip olmamış, tarifi zor bir hüsran ve keder yaşadı. Bunu, yaşamayan bilemez. Ama o yaşanan buhranlar, Selçuk Dereli ile Denizli'de kaçan şampiyonluk; Toraman ve Rüştü'nün sattığı geçen yılki şampiyonluk bir şeyi net bir şekilde gösteriyor: Fenerbahçe'nin bugüne kadar kazandığı her zafer, kaldırdığı her kupa anasının ak sütü gibi helaldir. Eğer Fenerbahçe maç bağlayan, adam satın alan vs. bir kulüp olsa o 2 şampiyonluğu son haftada kaybetmezdi. Son haftada hiç şampiyonluk kaybetmemiş, işleri bu gibi durumlarda hep tıkırında gitmiş olanlar şaibelidir belki ama Fenerbahçe'nin üzerinde toplu iğne ucu kadar bile leke yoktur. Bu kulübe gönül verdiğim için, en çok bu açıdan sonsuz bir gurur duyuyorum.

Önceki haftalarda belirtmiştim. 1982-83 sezonundan beri tuttuğumu hatırladığım Fenerbahçe tarihinde, 103 gol atan o efsane kadrodan beri (Zico ile Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini oynayan takım da dâhil olmak üzere) beni bu kadar heyecanlandıran ve bu kadar havaya sokan başka bir takım olmadı. Çünkü 3 yıldır bu blogda ısrarla belirttiğim üzere, bir taraftar olarak Fenerbahçe formasını giyen futbolculardan majör beklentim, taraftar olmanın ne demek olduğunu bilen, o formanın kutsallığının ayırdına varmış, terinin son damlasına kadar mücadele eden ve sorun çıkarmayan bir oyuncu topluluğudur. Bunlar söz konusu olduktan sonra, varsın kupalar kazanmasın, şampiyon olmasınlar. Elbette Fenerbahçe'nin her zaman şampiyon olmasını ister gönül ama her maçını ruhsuz oynayıp şampiyon olmasındansa, Pancu'nun kaleye geçtiği maçtaki gibi rakibini ezim ezim ezerek kaybetmesini tercih ederim. Benim kişisel görüşüm bu.

İşte bu yılki takım, en çok bu açıdan sonsuz sevgi ve saygı duyduğum bir topluluk. En başta kendini geri çekmiş, hocasının makamına saygı duyan ve futbola fazla burnunu sokmayan başkan Aziz Yıldırım.. Sezon başında Alex konusu başta olmak üzere sayısız acemilikler sergilemesine rağmen ikinci yarıdan başlayarak inanılmaz bir sevk ve idare becerisi gösteren, hocalık anlamında ışık hızıyla kendini geliştiren ve "adamlık" konusunda babası yaşındaki insan müsveddelerine ders üstüne ders veren Aykut Kocaman.. Ve yüreği dünyadan büyük oyuncu topluluğu.. Kazandıkları tüm paralar ve onlar için sarf ettiğimiz tüm emek ve duygular hepsine sonsuz kere helal olsun..

Rüya gibi geçen sezon umarım gelecek hafta rüya gibi sona erecek. 75 milyon insanın 50 milyonunun düşman olduğu bu büyük camia, bunu fazlasıyla hak ediyor çünkü...

Fenerbahçe 6 - A.Gücü 0

Fenerliler rahat olsun

A.Gücü, kadrosundaki yabancıların kalitesiyle ilk etapta insanın gözünü korkutan bir ekip. Türkiye'nin en iyi 3 orta saha oyuncusundan biri olarak gördüğüm Sapara'nın bu gece olmaması, Vittek'in yedek soyunması vs. Fenerbahçe için avantaj ama bence bu gece maçın kaderini belirleyecek olan unsur, takımların orta sahaları olacak. Son birkaç haftadır A.Gücü'nü takip ediyorum, ortada iki oyuncu bırakarak 4-2-4 gibi bir sistemle oynuyor. Sağda Gabric, solda Turgut Doğan, ileride ise Tekke ve Sestak var. Dolayısıyla bu şablonda en önemli detay, ortadaki ikilinin kalitesi oluyor ve rahatlıkla söyleyebilirim ki, Fenerbahçe bu akşam burada kuracağı muazzam üstünlükle maçı beklenenden rahat kazanacak. Konuk takımda ayağı çok iyi olan, oyun zekâsı ortalamanın üstünde bir oyun kurucu diyebileceğimiz Adem'in yanında tam bir kazma olan Kağan görev yapıyor. Fener'de ise ülkenin en iyi presçilerinden Selçuk ve Emre ile ortaya yanaşarak oynayan Topuz ve Stoch var. Ayrıca Alex de devamlı oralarda gezerek rakip savunmanın dengesini bozuyor. Dolayısıyla Fenerbahçe bu bölgede hem nitelik hem de nicelik bakımından inanılmaz bir üstünlüğe sahip.

A.Gücü bugün mâlum nedenlerle sezonun, motivasyonu en yüksek maçına çıkacaktır; bunu biliyoruz. İlk dakikalarda deli danalar gibi koşup mücadele edecek ve Fener şampiyon olmasın da ülkenin dört bir yanındaki kedi-köpekler sevinsin diye ellerinden geleni yapacaktır. Ama onların bu ahlâksız gayreti canımızı sıkmaya yetmeyecek, bu yüzden Fenerli arkadaşlar rahat olsun. Fener, orta sahası ile bu maçı beklenenden kolay alacaktır. Trabzon'un bu akşam puan kaybetme olasılığı da Fener'inkinden çok daha fazladır bana göre.

Not: A.Gücü'nün hocası forvetten birini keser ve orta sahaya üçüncü bir presçi koyarsa o zaman Fener'in işi biraz daha zorlaşır. Ben Gabric, Turgut, Tekke ve Sestak'ın (ya da Bednar'ın) aynı anda sahada olduğu bir ortamdan bahsettim.

Not-2: Turgut Doğan, sahip olduğu teknik, oyun zekâsı ve sair yeteneklerle rahatlıkla üç büyüklerde rotasyona girebilecek bir oyuncu. Muazzam bir adam geçme kabiliyeti var, bir tek ondan çekiniyorum.