6 Eylül 2008 Cumartesi

İyi başladık

Millî takım, Ermenistan gibi kâğıt üzerinde zor görünen bir deplasmandan adeta hiç zorlanmadan aldığı net bir galibiyetle dönüyor. Tam bir büyük takım havası içinde oraya gidip, kendi topunu oynayıp, çok gösterişli bir futbol ortaya koymadan (ki zaten buna gerek de yok), bulduğu fırsatlardan ikisini değerlendirerek galibiyeti hak etti Türkiye ve grubuna da iyi bir başlangıç yapmış oldu.

Sonuçta günümüz futbolunda (büyükler dâhil) hiçbir takım rakibini ezip parçalayarak, 15 tane gol pozisyonu bularak falan maç kazanmıyor. İtalya'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın oynadığı maçlara bakınca insanın ruhu bile daralıyor çoğu zaman. Ama o takımlar bir şekilde rakibine oyunu kabul ettirip, pozisyon vermeden bir ya da iki tane de sıkıştırıp güle oynaya alıyor maçlarını. Türkiye'deki millî ya da kulüp takımlarının sorunu da bu akıl futbolunu hiçbir zaman becerememeleri olmuştur. Bu akşamki maç bu açıdan önemli ama bir ölçü değil. Mühim olan her maçı aynı taktik başarıyla götürebilmek. Bunu yapıp yapamayacağımızı da bundan sonra göreceğiz...

Millî takımın yeni serüveni

A millî takım, 2010 Dünya Kupası için 2 yıllık eleme macerasına bu akşam deplasmanda Ermenistan ile oynayacağı maç ile başlıyor. Erivan'ın Hrazdan stadında TSİ 19:00'da başlayacak olan kritik maçı Norveçli Tom Henning Ovrebo yönetecek. Türkiye cumhurbaşkanının da tribünden izleyeceği ve siyasi açıdan ciddi biçimde sorunlu iki ülkenin karşılaşacağı maç için elbette inanılmaz güvenlik önlemleri alınacak ve karşılaşmanın futbol dışındaki yönü çok daha fazla öne çıkacaktır.

Biz bunları göz ardı edip futbola bakarsak, "ego"nun cisimleşmiş hâli olan yüce teknik direktörümüzün "Mevlüt-Semih" forvetiyle maça başlayacağı şeklindeki deklarasyonuyla karşılaşıyoruz. Oynamaları şüpheli olan Emre ve Aurelio'nun ikisi birden de forma giyebilir, şimdilik bu konuda kesin bir bilgi yok. Ama Emre oynamazsa Ayhan, Marco oynamazsa da Topal ilk 11'de olacaktır.

Ermenistan 2008 elemelerinde Polonya'yı yenip Portekiz ile berabere kalmış bir takım, dolayısıyla evinde çok tehlikeli. Ve fakat Türkiye bu tip kritik müsabakalardan (daha ziyade) başarıyla ayrıldı son 10-15 senedir. Bu akşam da kazanacaklarını düşünüyoruz. Maçın ardından yine buradayız...

Müzik molası #6: Muammer Ketencoğlu

Takip edenlerin Açık Radyo'da çarşamba günleri yaptığı balkan müzikleri programından, Yeni Türkü'ye eşlik ettiği "Aşk Yeniden" albümünden, Ketencoğlu Kumpanya ve Bir Balkan Yolculuğu adlarıyla kurduğu ve konserler verdiği gruplarından vs. hatırlayacağı bir akordeon üstadı Muammer Ketencoğlu. Aslen İzmir, Tireli olup; Boğaziçi Psikoloji bölümü mezunu Ketencoğlu, 1986'ya kadar çağdaş Yunan müziği (Laika) ve Rebetiko gibi popüler müziklerle iştigal ettikten sonra ilgi duymaya başladığı çeşitli halk müzikleri üzerine araştırmalara başladı ve bu sayede hem repertuarını hem de müziğini zenginleştirdi.

Bugün binlerce kayıttan oluşan muazzam bir arşivi olan ve balkan müziği konusunda ülkedeki en bilgili kişi diyebileceğimiz Ketencoğlu, ilk solo albümünü 1993 yılında "Sevdalı Kıyılar" adıyla yayımladı. Bu yazının konusu olan muhteşem albüm ise sanatçının "İzmir Hatırası-Smyrna Recollections" adlı son çalışması. İzmir yöresinden Yunan, Türk ve Yahudi şarkılarının derlendiği ve son derece kalın bir kitapçık ile piyasaya sürülen albüm, gerçekten de tadından yenmiyor. Yunan müziğine ilgi duymayan bünyelere bile belli bir huzur verebilecek potansiyele sahip, her müzikseverin en az bir kere dinlemesi gereken bir çalışma bu. Ketencoğlu'na saygı ve sevgilerle, herkese tavsiye ediyoruz...

Gönülçelen filmler #6: Züğürt Ağa (1985)

Seyreden pek çok kişiye göre Türk sinema tarihinin en iyi filmlerinden ve yüzaklarından biri olan unutulmaz bir film. Yönetmen Nesli Çölgeçen olsa da birçokları bu filmi, senaryosunu yazan Yavuz Turgul ile başrolde oynayan Şener Şen ikilisinin bugüne kadar ulaşan kimyasıyla hatırlar. Şener Şen kadar anılmaya değer diğer rollerde ise Füsun Demirel ve Erdal Özyağcılar adeta döktürür. Nice başarılı yardımcı oyuncunun yanı sıra, Ağa'nın babası ile genç kızın düğününde çalan saz takımının arasında, Urfalı halk ozanı Kazancı Bedih bile görünmektedir.

Sahip olduğu köyü, devletin yapacağı yol nedeniyle korkup satan (ve bu saflığı yüzünden büyük bir voliyi kaçıran) Ağa'nın büyük şehre geldiği zaman yaşadığı sıkıntı ve yüz yüze kaldığı zorluklar minvalinde ilerleyen film, dönemin Türk toplumunun yaşayışına ilişkin sayısız tespit ve mesaj barındırır. Hem o dönemin insanını eleştirir, hem de o insanları kendi kendisine güldürmüş olur. Kapitalizmin ve büyük şehir hayatının acımasızlığı, köyden gelip gözünü açan ve sonradan görme bir şekilde zenginleşen büyükçe bir kesimin ibret veren dejenerasyonu, saf derecede iyi olan insanların günümüz toplumunda kaybetmesinin kaçınılmazlığı gibi pek çok konuya da parmak basar bu arada.

Hem bir komedi, hem gözüyaşlı bir dram, hem de didaktik olmayan bir mesaj filmi olmayı aynı anda başaran bu mükemmel filmin, her rastlanışta insanı karşısında kilitleyen büyülü bir havası vardır. Bu hava Şener Şen'in usta işi ve dokunaklı oyunculuğundan mı, Atilla Özdemiroğlu'nun çok başarılı müziklerinden mi, yoksa şahane yazılmış senaryosundan ve yaratılan muhteşem mizansenlerden mi ileri gelir, bilemiyorum. Ama herhalde sinemayı sevip de bu filmden haz almayacak bir Türk evladı yoktur, işte bundan eminim.

Aforizmalar #3

-Geçmişte yaptıklarınızın çok büyük görünmesi, bugün pek bir şey yapmadığınızın kanıtıdır.
Elbert Hubbard

-İnsanların çoğu, zihninde olduğu kadar mutludur.
Abraham Lincoln

-Hayat ya riskli bir macera, ya da hiçbir şeydir.
Helen Keller

-Tutkulu bir kişi, ilgili kırk kişiden daha yeğdir.
E.M. Forster

-Bir çok insanın düşünürken aslında yaptığı, önyargılarını yeniden düzenlemektir.
William James

-Birinin elinden bahanelerini aldınız mı, aklını kaçırır.
"Fanny och Alexander" filminden...

5 Eylül 2008 Cuma

Unutulmaz diyaloglar #6: Some Like it Hot

"Bazıları Sıcak Sever" sinema tarihinin bugün bile en iyi komedilerinden biri sayılıyor. Yönetmenliğini usta zanaatkâr Billy Wilder'ın yaptığı, başrollerinde Tony Curtis ve Jack Lemmon ile güzeller güzeli Marilyn Monroe'nun yer aldığı film, tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş ve defalarca taklit edilse de asla aşılamamış katıksız bir klasik.

Filmde, mafya'nın bir infazına tanık oldukları için ölüm listesine alınan, kaçmak için de kadın kılığına girip bu şekilde bir kızlar orkestrasına dâhil olarak Amerika'yı turlamaya başlayan iki kafadarın eğlenceli hikâyesi konu edilir. Elbette içinde bulundukları absürd durumla ilgili sayısız yaratıcı espri birbirini kovalar: Tony Curtis'in Monroe'yu, sahilde bir çocuktan çaldığı bir sepet dolusu deniz kabuğu (shell) ile Shell istasonlarının sahibi olduğuna ikna etmeye çalıştığı sahne gibi... Ya da Curtis'in elbiselerle küvetten çıktığında Lemmon'ın mimikleri; Daphne'nin kompartmanında verilen gizli parti sahneleri vs.

Film, bizde de yeniden çevrilmiş, yönetmenliğini Hulki Saner'in yaptığı yapımda başrolleri Sadri Alışık, İzzet Günay ve Türkan Şoray paylaşmıştır (Fıstık Gibi Maşallah).

Neyse, filmin sinema tarihine geçen en unutulmaz sahnesi ise sonundadır. Burada kadın kılığındaki Jerry'ye (Lemmon) aşık olup, peşini film boyunca hiç bırakmayan yaşlı playboy Osgood ile Jerry'nin yaptıkları konuşma, gelmiş geçmiş en unutulmaz finallerden biridir. Jerry, kendisine ısrarla evlenme teklif eden ve annesiyle tanıştırmak isteyen Osgood'a bunun asla olmayacağını uygun bir dille, onu kırmadan ifade etmeye çalışır:

Jerry: Osgood dinle beni, biz asla evlenemeyiz.
Osgood: Neden olmasın?
Jerry: Pekâlâ, birincisi ben doğal sarışınım.
Osgood: Sorun değil.
Jerry: Ve ben, ben sigara içerim. Hem de her zaman!
Osgood: Umrumda değil!
Jerry: Ve geçmişim felaket. Tam üç yıl boyunca bir saksofoncuyla yaşadım.
Osgood: Seni affediyorum.
Jerry: Hiç çocuğum olmayacak.
Osgood: Evlat ediniriz.
Jerry: Anlamıyorsun! (Peruğunu çıkarıp, sesini erkeksileştirir) Ben erkeğim!
Osgood: Kimse mükemmel değildir (!!!)

Ricardo Quaresma

Quaresma Sporting'den Barcelona'ya geldiğinde daha 20 yaşında bir çocuktu. Topla oynamayı hem çok seven, hem de çok iyi beceren keskin bir yıldız adayıydı. Ama o dönemki teknik direktör adam olmayacağına hükmetmiş olacak ki, 6 M Euro gibi cüzî bir bedelle Porto'ya satıldı. Porto'nun, kendi oyun yapısına da uygun olan formatında yeniden kendisini gösterdi, arada Chelsea'ye falan goller attı ve tekrar Avrupa'nın transfer gündemine oturdu. Başından beri onu ısrarla isteyen Mourinho'nun direktifi ile de şimdi Inter'e transfer oldu.

Mourinho'nun 4-3-3 şeklindeki oyun kurgusunun hem sağ, hem de sol açık mevkiinde aynı seviyede görev yapabilen bu oyuncunun, Mancini ile birlikte şahane bir kanat ikilisi oluşturacağını düşünüyoruz. İlerde Zlatan ve ortada Zanetti, Stankovic, Cambiasso, Vieira, Muntari gibi isimlerle uyum dönemi aşıldığında "aşılmaz" bir takım olacak bizce Inter. Bu sezon o çok imrendikleri Avrupa başarısına ulaşmak adına en hazır oldukları sezon gibi görünüyor...

4 Eylül 2008 Perşembe

Yeni Chelsea: Man City

Artık bu iş can sıkmaya başladı. Abramavich'in Chelsea'yi satın aldığı dönem yaşananlar şimdi de City'nin yeni sahipleri tarafından sahneleniyor. Bu adamların amacı nedir, ne yapmak istiyorlar, bunu bilmiyoruz. Ama şimdi söylendiği gibi Buffon'a 70 M Euro benzeri ücretlerle futbolun çivisini çıkaracaklarsa eğer, hiç bir hayırlarının dokunmayacağı kesin. 42 M Euro bedelle Robinho'yu aldılar, tamam. Robinho bu parayı edecek kadar genç ve kaliteli bir isim. Ama (ismi Buffon da olsa) bir kaleciye 70 M verilir mi yahu? Akıl-fikir diliyoruz bu Araplara, inşallah gerçek futbolseverlerin tadı çok fazla kaçmaz...

Riera Pool'a ilaç olur mu?

Rafa Benitez'in son transferi (yine İspanyol!) Albert Riera, yaklaşık 10 M Euro karşılığında Liverpool'a katıldı. Espanyol'da son iki yılda sergilediği performansla İspanya'nın en çok çıkış yapan isimlerinden biri olan sol kanat hücumcusu, 3 sezon önce de kısa bir süre oynadığı Premier League'e tekrar dâhil oldu böylece (o dönem Man City formasıyla 26 resmî maçta 1 gol atmış ve asist yapamamıştı). Çok parlak geçmeyen o sezonun ardından geri döndüğü Espanyol'da son iki yılda gerçekten de müthiş işler yaptı Riera, ayrıca bir de Uefa Kupası finali oynadı. Doğal olarak akabinde İspanyol millî takımına yükseldi ve ilk 11'de yer bulamasa da rotasyonun sağlam bir parçası oldu.

Liverpool'da ise yıllardan beri sol kanatta ciddi bir sıkıntı var bilindiği gibi. Şimdilerde bu bölgede Benayoun'un oynadığını söylersek, durumun vahameti daha iyi anlaşılabilir. Şimdi Riera, arkasında (hücumda kazma olsa da ve niye alındığını hâlâ anlamamış olsak da) defansta sağlam duran Dossena ile sol kanada ciddi bir işlerlik kazandıracaktır. Torres, Keane, Kuyt gibi kaliteli forvetler ve Alonso ile Gerrard gibi dünya klası orta saha oyuncuları ile kendi oyunun üzerine bir şeyler katacağı da muhakkak. Netice itibarıyla Riera iyi bir oyuncu, Liverpool'da oynayabilecek kadar kalitesi ve tecrübesi var, ayrıca Liverpool'un da ona ihtiyacı var. Maliyeti de uçuk olmadığına göre olumlu bir transfer olduğu söylenebilir sonuç olarak...

Abdullah ve Eren

Kayserispor'un sezon başından beri yaşadığı talihsiz sakatlıklar yüzünden kadro kurmakta sıkıntı çektiği bir dönemde, Türk futbolunun geleceğine damga vuracağına inandığımız iki genç yıldız adayı da kendini gösterme fırsatı yakaladı. Orta sahada Ragıp'ın yokluğunda forma bulan Abdullah Durak ve defansta Aydın'ın sakatlığı nedeniyle oynayan Eren Güngör.

Eren sezon başında Altay'dan transfer edilmiş, İzmir ekibinin altyapısından yetişmiş bir stoper. Sahada duruşu, sükûneti, kendine olan güveni, savaşçılığı bizi öylesine büyüledi ki geride kalan maçlarda; stoper konusunda inanılmaz bir kısırlık yaşayan Türk futbolunda üzerine en fazla titrememiz gereken isimlerden biri olduğunu düşünüyoruz. Hem fiziği iyi (1.87), hem de yaşı çok genç (20), ama çok tecrübeli bir oyuncuymuş kadar özgüvenli, sezgileri yüksek ve soğukkanlı. Aydın döndüğünde bile bizce hiç ama hiç güven vermeyen, dağınık, savruk, çabuk ama dengesiz Ali Turan'ın yerine mutlaka ama mutlaka Eren'in oynaması gerekiyor. İnşallah da öyle olur.

Abdullah Durak ise 21 yaşında bir merkez orta saha. Türkiye'de bu bölgede de ciddi derecede bir kısırlık söz konusu ve Abdullah aslında pozisyonunun gerektirdiğinden bile daha fazla özelliğe sahip bir oyuncu. Bir kere gerektiği kadar koşuyor. Pres bilgisi çok çok fazla olmasa da bu zaten tecrübeyle geliştirilebilen bir şey. Ama tekniği ve oyun zekâsı, yaşına göre mükemmel seviyelerde. Resmen bir oyun kurucu gibi top dağıtıyor, boş arkadaşını hemen görüyor, vizyonu son derece geniş. Atağın yönünü çevirme, uzun paslar atma gibi hususlarda da oldukça maharetli. Yine onun için de, Ragıp dönse bile kesinlikle takımdan kesilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Saidou'nun yerine oynamasında bizce hiçbir sakınca yok.

Son olarak şunu iddia ediyoruz: Eğer Arsene Wenger Süper Kupa finalinde bu iki oyuncuyu G.Saray'a karşı seyretseydi, transfer etme konusunda hiçbir tereddüt geçirmezdi. Bu kadar iddialıyız ve bütün futbolseverleri, bu iki genci çok yakından takip etmeye çağırıyoruz.

3 Eylül 2008 Çarşamba

Berbatov nihayet!

Huysuz ördek Berbatov, nihayet hayallerine kavuştu ve tam 38 M Euro karşılığı United'a transfer oldu. Bu parayı eder mi? Bizce kesinlikle eder. Kalıcı olur mu? Bizce kesinlikle olur. United'ı şampiyonluğun en güçlü adayı yapmış mıdır bu transfer? Bizce kesinlikle yapmıştır. Bu sorular ve cevapları çoğaltılabilir ama sonuçta gerçek şu: United yine nokta bir transferle turnayı gözünden vurmuş görünüyor.

81 doğumlu, o kadar uzun boylu olmasına rağmen inanılmaz bir oyun zekâsına ve tekniğe sahip, sırtı ve yüzü kaleye dönükken etkili ve ayrıca çok çok da tecrübeli bir oyuncu Berbatov. Takımda nasıl bir yer bulacağına gelince, bizce Ronaldo sağda, Rooney solda ve Berbatov ile Tevez de forvette oynayacak. Yani ideal tertip bu olacak. Elbette Tevez ve Rooney domuz gibi koştuğu için defansif bir sıkıntı olmayacaktır. Zorluk derecesi çok yüksek olan maçlarda Tevez kesilip bir orta saha da konulabilir; göreceğiz...

Ligde 2. haftanın görünümü

Beşiktaş'ın lider kapattığı ikinci haftada siyah-beyazlıların Konya karşısında ortaya koyduğu futbol son derece tatmin ediciydi. Dört büyüklerin eskisi olan pek çok futbolcuyu kadrosunda toplamış Konya karşısında aklı başında, sabırlı ve ne yaptığını bilir bir hâlleri vardı. Ayrıca kadrodaki kaliteli oyuncular da şimdilik formsuz bir dönemde değil. Delgado, Holosko ve Bobo "iş bitirici" bir kimlikle takımı sırtlamış durumda. Sağlam'ın (çift fırvete dönüp riskleri de alabilen) esnek takım yapısı şimdilik herhangi bir arıza vermedi. Elbette bu haftaki Trabzon maçı çok ciddi bir sınav olacak. Maçın, bizim için de erken bir ziyafet şeklinde seyredeceğini söylemek, safdillik olmaz sanırız.

Trabzon ise A.Gücü deplasmanında çok iyi başlayıp kolaya çevirdiği maçı ıkına-sıkına bitirerek teknik direktörünü kızdırdı. Yanal'ın maçın bitiş düdüğünden sonra sergilediği jest ve mimikler, takımın ciddiyet noksanlığına nasıl sinirlendiğini açıkça ortaya koyar nitelikteydi. Ama genel olarak baktığımızda Trabzon kesinlikle son yılların en derli toplu görüntüsünü arz ediyor şu anda. Kaliteli üç forveti, orta sahadaki savaşçıları ile oyun kurucu Selçuk, ayrıca güven veren tecrübeli defans kurgusu ile kompakt bir takım görünümündeler. Bu haftaki büyük maç onlar için de ciddi bir test olacak. Kendi sahasında oynama avantajıyla bordo-mavililerin bu maçı kaybetmeyeceğini düşünüyoruz.

G.Saray, Kayseri deplasmanında acayip bir kadro ile başladı maça. Arda ve Semih'ten sonra Türkiye'nin en formda ve iyi futbolcusu olan Topal nasıl yedek soyundurulur, hafsalamız almıyor gerçekten de. Barış'ın sakatlığı ile şans eseri oyuna Topal girmeseydi G.Saray maçı koparan erken bir gol yiyebilirdi bizce. Baros alındığı zaman yazdığımız gibi (bkz: Baros transferi) takımın hücumdaki bolluğu başa bela olmaya başladı. Nonda sakat, Baros yedekti ve ayrıca Şaş da kadroda yoktu (yine sakatlık nedeniyle). Ama bunlar döndüğünde ne olur, hangisi yedek kalır, olası puan kayıplarında teknik direktör baskılara dayanabilir mi, bunları bilmiyor ve merakla bekliyoruz. Ama Türkiye'nin kesinlikle en iyi kadrosunun önce Baros transferi ile kimyası bozuldu, şimdi de teknik direktörün klası tartışılıyor. G.Saray'ı çalkantılı günler bekliyor.

Fener ise her zamanki gibi tatmin etmeyen bir görüntü verdi. 9 kişilik Belediye takımı bile onlardan daha iyi pas yaptı, bunun karşısında Aragones ise skandal tercihler yapmaya devam ediyor. Hâlâ Kâzım ve Uğur'u oynatarak takımı adeta sabote ediyor. Eğer Fener bu kadro ve kurguyla oynarsa, daha önce de yazdığımız gibi ligde ilk üçe bile giremez. Selçuk ve Josico ile Deivid gelince bakalım neler olacak.

Real'den Chelsea'ye çalım

Real Madrid, yaklaşık 1 aydır problem durumunda olan ve geçenlerde takımdan ayrılmak istediğini basın toplantısıyla açıkça beyan eden Robinho'yu, transferin son gününde ortaya çıkan sürpriz talip Man City'ye sattı. Yaz aylarından beri oyuncuyla ciddi şekilde ilgilenen ve yıllık 6 M Euro gibi bir teklifle onun başını döndüren Chelsea ise bu transfer karşılığında büyük bir şok yaşadı. Hatta Scolari'nin kendi yöneticilerine, elden kaçan yıldız için kızgın olduğu ve sitem ettiği de söyleniyor.

Oyuncusunun aklını çelmekle suçladığı Londra kulübüne büyük bir hayal kırıklığı yaşatan, ayrıca 40 M Euro'yu da cebe atan Real Madrid'in yöneticileri şu sıralar çok keyifli olsa gerek. Ama kendilerinin aynı davranışı aynı şekilde Ronaldo konusunda sergilediğini ve şimdi bağırıp çağırırken ikiyüzlü davrandıklarını da belirtmek gerekiyor. Futbol dünyasının iyice çivisinin çıktığını görüp hüzünlenmek de bize düşüyor...

31 Ağustos 2008 Pazar

Zenit'in başarısı

Zenit St. Petersburg, önceki gece oynanan maçta United'ı yenerek Süper Kupayı müzesine götürmeyi başardı. Rusya ligindeki takımlar, gerçekten de Avrupa'nın en büyük altıncı ligi olabilmek için adeta çırpınıyor. Bu ligin en kaliteli takımıysa kuşkusuz (Fetih Tekke'nin de oynadığı) Zenit. Geçen yılki Uefa Kupası başarısının ardından Rus takımının United'ı yenmesi, başarılarının tesadüf olmadığını gösteriyor bizce. Euro 2008'de göz kamaştıran Rus millî takımına zaten direkt 5 oyuncu veren bu takımda, Ukrayna'nın dinamosu Tymoschuk'un yanı sıra Tekke, Dominguez gibi kaliteli yabancılar da mevcut. Pogrebnyak ve Arshavin'e zaten hiç değinmiyoruz. Bu sezon ilk kez Şampiyonlar Liginde oynayacak Rus takımının Real, Juve ve Bate Borisov'lu grupta herkes üçüncü olmasını bekliyor ama bakalım onlar bir sürprize imza atabilecek mi...