25 Nisan 2009 Cumartesi

Lyon yarıştan kopmak üzere

Dün gece bizim buralarda çok popüler olan ifadeyle "6 puanlık" bir maç vardı Fransa'da. Lider Marsilya'nın 4 puan gerisine düşen (son 7 yılın şampiyonu) Lyon, kendi sahasından PSG ile karşılaştı. PSG zaten söylenenlere göre Kezman için Fener'le "küme düşmezsek bonservisini 5 milyona alırız" şeklinde bir anlaşma yapmış. Eğer bu doğruysa, bu sezon küme düşmemeyi başarı sayacak bir zihniyetle yönetildiği ortaya çıkıyor kulübün, gel gelelim şu anda onlar da potanın içinde. Ama her şeye rağmen bu maçı kendi sahasında oynayan Lyon, liderle puan farkının 6'ya çıkmaması adına mutlaka kazanmak zorundaydı. Üstelik kalan haftalarda Marsilya deplasmanında bir de maçı var.

Maça Lyon baskılı başladı. Tipik 4-4-1-1 oyun şablonlarında önemli bir değişiklik göze çarptı bu arada; Juninho'yu oyun yapıcı olarak gerilere çekmiş, buna mukabil çok yönlü Bodmer'i adeta bir ikinci forvet olarak Benzema'nın yanına sokmuştu teknik direktör Puel. Bodmer'i kalabalık Paris savunması arasında bir pivot gibi kullanmaya çalışıyordu. Bu işin babasını yapan Fred'in neden oynatılmayarak küstürüldüğü ve sonradan sezon ortasında kaçırıldığı ise bir muamma. Bana göre Fred'in gidişi Lyon'un çöküşünde önemli bir etkendir. Zira Benzema çok yetenekli olmasına rağmen pivot özellikleri sınırlı olan bir oyuncu. Kaldı ki orta sahaya top almaya geldiğinde Lyon'da gol bölgesine sızacak bir isim de yok. Lyon bazı anlarda (çoğu zaman hatta) 4-6-0 gibi bir sistemle oynar gözüktü. Çünkü Benzema ilerde top beklemekten sıkılıp devamlı orta sahaya gelerek bir takım varyasyonlarla rakip savunmayı delmeye çalıştı. Ama PSG'nin muhteşem takım savunması karşısında beyhude kaldı bu çabalar.

Sağ kanatta görevlendirilen genç Pjanic olumlu bir takım işler yaptı, içeriye kat ederek Clerc'in de önünü açtı çoğu zaman ama öldürücü bir pas dışında neticeye yönelik bir icraatını göremedik. Soldaki Mounier ise yetenekli ama savruk bir oyuncu. O da tam tersine çizgide kilitli bir şekilde oynadı ama bir takım kombinasyonlarla adamını geçip etkili bir pas ya da orta yapamadı. Toulalan zaten üçüncü bir stoper gibi defansın içine gömülmüş, Juninho ağır bir oyuncu, Bodmer de rakip ceza sahasına çok az girince gol olması bir anlamda mucizelere kaldı. Buna rağmen sabırlı ve etkili ayağa paslarla gole yaklaşmayı da başardı Lyon. En net pozisyonları Clerc ve Benzema yakaladı ama orada da maçın yıldızı Landreau ve direk gole izin vermedi.

PSG ise inanılmaz bir takım savunması yaptı zor deplasmanda. Sezon başından beri birkaç maçlarını izledim, defans oyuncuları ve önlerindeki Makelele-Clement ikilisi muazzam alan daraltıyor. Onların hücum umutları ise sağ açıkta oynayan Sessegnon'un inanılmaz yeteneği ile yapacağı birkaç icraata bağlanmıştı. Ama o da ilk yarıda daha etkili olmasına karşın ikinci yarıda yorulup saçmalamaya başladı. Buldukları tek pozisyonda Hoarau ile kolay bir golü kaçırıp asıl istedikleri "yenilmeme" misyonunu tamamlamış oldular. Eskilerin çok önemli oyuncusu sol açık Rothen ise artık yaşlı ve temposu biraz düşmüş bir oyuncu, bu yüzden bu seviyede pek fazla etkili olamadı. Ama oyun disiplini ve özverisi inanılmazdı; savunmaya yaptığı yardımlarda önemli birkaç müdahalede bulunmayı başardı.

Neticede Lyon oynadığı oyunla galibiyeti hak etmesine rağmen bir maç eksiği bulunan Marsilya'nın 3 puan gerisinde şimdi. Şampiyonluk da bence mucizelere kaldı bu sezon.

Son not: Stoper arayan takımlarımız şu Fransa ligine bir baksalar, bu konuda bir maden olduğunu rahatlıkla görecekler. PSG'nin tandemi Camara ve Sakho o kadar muhteşem oynadı ki, ülkemizde Lugano dışında bu kadar iyi bir stoper kesinlikle yok.

Lyon (4-4-1-1): Lloris 7 - Clerc 8, Cris 7, Boumsong 7, Kallström 6 - Pjanic 7 (74' Ederson 7), Juninho 8, Toulalan 5, Mounier 6 (85' Keita 6) - Bodmer 7 (80' Piquionne 5) - Benzema 7

PSG (4-4-2): Landreau 9 - Ceara 8, Camara 9, Sakho 9, Armand 7 - Sessegnon 8 (73' Pancrate 6), Makelele 8, Clement 8, Rothen 6 - Giuly 5 (74' Luyindula 6), Hoarau 6

Şut: 21 - 4
İsabetli şut: 8 - 2
Kurtarış: 1 - 3
Topa hakimiyet: %62 - %38
Korner: 9 - 0
İsabetli pas: 482 - 279

23 Nisan 2009 Perşembe

En iyi 5 çizgi film

1. Sen to Chihiro no Kamikakushi (1999)
Hayao Miyazaki

2. Mononoke Hime (1997)
Hayao Miyazaki

3. Akira (1988)
Katsuhiro Otomo

4. Ghost in the Shell (1995)
Mamoru Oshii

5. Grave of the Fireflies (1988)
Isao Takahata

22 Nisan 2009 Çarşamba

Güler misin, ağlar mısın

Bugün çeşitli gazetelerde de okuduğumuz üzere, İhtiyaç Yayıncılık adlı eğitim kurumunun, öğretmen adayları için hazırladığı Pedagojik Formasyon test kitapçığında Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin konu edildiği bir soru yer alıyor. Okumamış olanlar için, "öğrenme teorileri" hakkındaki soru şöyle:

Galatasaraylı futbolcuların Fenerbahçe maçından önce, daha önceki maçlarda aldıkları sonuçlar akıllarına gelmekte (6-0, 4-0, 3-2, 4-3) ve Galatasaraylı futbolcular "Ne yaparsak yapalım yine kazanamayacağız" diyerek, daha az çalışmakta ve yine başarısız olmaktadırlar.

Bu durum, öğrenme teorilerindeki hangi kavrama örnek olabilir?

A) Habercilik
B) Tepkisel koşullanma
C) Kendini gerçekleştiren kehanet
D) Öğrenilmiş çaresizlik
E) Sistematik duyarsızlaşma

Doğru cevap D imiş. La havle vela... diyorum.

Bir rüya mıydı?

Bir Liverpool-Arsenal maçı oynandı dün gece, akıllara zarar. Arsenal öne geçti, sonra Liverpool 2 gol attı, akabinde Arsenal'in tekrar öne geçti, yine beraberlik, Arsenal tekrar öne geçti ve nihayet Liverpool'un golüyle maç berabere bitti. Bunu uzun uzun yazdım ki, en yakın arkadaşım dâhil seyretmeyen bünyeler şu paragrafa bile bakarak nasıl bir maç olduğunu anlasın. Arshavin'in 4 gol atarak "arkadaş, bu adam 27 yaşına kadar nerdeydi?" dedirttiği, bir Liverpoollu olarak naçiz kanaatimce (kumaş anlamında) Torres'ten bile daha büyük bir futbolcu olduğunu kanıtladığı, ama Torres'in de 2 şahane gol atarak klasını ortaya koyduğu inanılmaz bir mücadeleydi. Kırmızıların o kadar büyük ve bunaltıcı bir baskısı vardı ki, kendimi bir ara Siena'nın ya da CSKA'nın kendi sahasında oynadığı basketbol maçlarından birinde gibi hissettim. O nasıl bir pres, o nasıl bir kondisyon, nasıl bir azim ve istek, aklım almadı. Hele de Türkiye Süper (!) Ligi'nin lideri ile en büyük kulübünün temposuz ve sıkıcı kupa maçından sonra izleyince, hâlâ bu ülkedeki futbolu gariban gariban takip ettiğimiz için kendi kendimize acıdım. Artık bütün Avrupa Liglerini de seyredebiliyorken, hâlâ niye bu ülkeden bir takım tutarız; hele de başkanı Aziz Yıldırım iken neden bir kulübü izler dururuz, hiç bilmiyorum. Neyse, gene başkana dalmayalım bu vesileyle.

Spormax mutlaka tekrarını verecektir. Eğer bu olursa, futbolu seven hiçbir insan evladı bu maçın ikinci yarısını kaçırmasın.

20 Nisan 2009 Pazartesi

19 Nisan 2009 Pazar

Tipik bir derbi maçı

Boca ile River arasındaki karşılaşma tipik bir derbi gibi geçti: Tansiyonu yüksek, heyecanı çok büyük, mücadele üst düzeyde, atmosferi muazzam ama futbol olarak kalite kesinlikle yüksek değil. Boca seyircileri yine inanılmaz bir gösteri sundu, gerek maçtan önce gerekse de maç sırasında. Ev sahibi olarak daha arzulu ve coşkulu oynamaya çalışan da onlardı. River ise tipik bir deplasman takımı gibi geride gömülü alan savunması yapıp Gallardo ile buluşturdukları topları, öne çıkıp basan rakip defansın arkasına atarak pozisyon bulmaya çalıştı. Ama bunda hiçbir şekilde başarılı olamadılar. İlk yarı tatsız-tuzsuz geçti gitti.

İkinci yarıda da görüntü pek değişmedi ilk 15 dakikada ama akabinde 36 yaşındaki Palermo'nun muhteşem golü ile Boca öne geçti. Bu golden sonra maçın ev sahibinin galibiyeti ile biteceğinden neredeyse emindim ama Marcelo Gallardo'nun muhteşem frikik golü maça yeniden denge getirdi. Boca'nın bu golden sonra kontrolünü iyice yitirdiğini ve şuursuz bir şekilde saldırdığını gördük. Hatta Falcao girdiği pozisyonu gole çevirebilse River maçı bile kazanabilirdi ama sonuçta maçın hakkı beraberlikti, öyle de bitti. Ha, bu maçtan futbol kalitesi bekleyen biri var mıydı bilmiyorum, şahsen ben beklemiyordum. Zaten kaliteli futbolun oynandığı Boca - River maçı bir elin parmaklarını geçmez herhalde. Bu maçın vaat ettiği şey üst düzey adrenalindir ve onu da buralardan ekran başında bile teneffüs edebildik. Sorunsuz ve güzel bir derbi oldu. Gelmiş geçmiş olsun.

Ligde 28. haftanın görünümü

Lider Sivasspor, Konya deplasmanında maçın da hakkı olan beraberlik sonucu aldığı 1 puanla liderliğini korumayı başardı. Hoş, bu akşam Beşiktaş kazansaydı bu ifadeyi kullanamayacaktık ama netice itibarıyla 28. hafta sonundaki manzara bu. Konya can derdinde olmasına rağmen önce 1 puanı garantiye alan bir anlayışla oynadı. Sivas ise yiyeceği golü kolay kolay çıkaramayacağını bildiği için temkinli başlayıp yavaş yavaş tempo yapmaya çalıştı. Teknik direktör Uygun, bir yerden sonra bütün silahlarını oyuna almıştı ama neticede gol bulmaya yetmedi bu çabalar. Uygun maçtan sonra bu beraberliğin kendilerini şampiyon yapacağını söyledi ve bu inanmışlık ilk kez bu kadar özgüvenli ve kararlı bir şekilde dile getirildi 2 yıldır. Hayırlısı...

Beşiktaş ise iyice gaza gelen ve sezon içinde yaşadıklarını tamamen unutmuş görünen taraftarları ile her maçı kazanma havasında ama bu işler sadece istemekle olmuyor, herkes bu gece bunu görmüş oldu. Daha da çok görecek o arkadaşlar zira Beşiktaş'ın zor fikstüründe kazanmaya en namzet olduğu bu maçta bile puan kaybı yaşaması hiç hayra alamet değil. Fener ve G.Saray ile içeride oynayacağı maçlar bugünkünden de zor geçecek. Ayrıca zorlu 4 de deplasman var. Neler olacağını bekleyip göreceğiz.

Denebilir ki eğer 10 kişi kalınmasa 3 puan alınabilirdi. Kısmen doğru ama ilk yarıda (personel sayısı eşitken) Bursa'nın oynadığı topu hatırlatmak isterim. Zaten rakibin 10 kişi kalması Bursalı oyuncuları öyle rahatlattı ki, 4'e 2 avantajla birkaç kez rakibi yakaladıklarında sadece ve sadece ciddiyetsizlik yüzünden son pasları veremeyerek golleri kaçırdılar.

Üçüncü Trabzon kendi taraftarına karşı da oynadığı tuhaf bir duruma düştü son haftalarda. Hoca ve futbolcular taraftarın haksız tepkileri sonucu öylesine motive oldu ki, liderlik stresi de gidince takır takır top oynamaya başladı takım. Haftaya Sivas deplasmanında kazanırsa bir anda yeniden şampiyonluk naraları atabilir Trabzon camiası, bu açıdan hayati bir maç oynanacak Sivas'ta. Ama kazanamasa bile kaybetmemesi ve geçen hafta da yazdığım gibi mutlaka ama mutlaka ilk 2'ye girmeyi başarması lâzım bordo-mavililerin. Şampiyonlar Ligi'nden gelecek gelirlere, üç büyüklerden çok daha fazla ihtiyaçları var çünkü.

G.Saray ise hiçbir şey oynamadığı bir maçı daha kazandı. Korkmaz geldiğinden beri aldıkları hemen her maçı bu şekilde aldılar zaten. Karşılarındaki, düşme stresini fazlasıyla yaşayan Belediye takımı o kadar ruhsuz ve ciddiyetsizdi ki, bu futbolla bu kadar kötü yakaladıkları bir G.Saray'ı geçmeleri bile zordu zaten. G.Saray'ın inanılmaz güzellikte bir fikstürü var. Hatta o kadar ki, deplasmanda oynayacakları Beşiktaş maçını kaybetmemeleri bile yetebilir onlara. Bakalım nereye kadar gidebilecekeler.

Fenerbahçe'nin durumu ise evlere şenlik. Zaten 5 senede bir böyle sezonlar geçirmeye alışığız taraftar olarak ama geçen yıl alınan o muazzam Avrupa başarısından sonra bugünleri görmek, gerçekten çok acı.

Derbinin hası burada

Yeryüzünde futbol tutkusunun en üst seviyede seyrettiği Güney Amerika, bu gece tüm dünyanın gözlerini çevirdiği muazzam bir mücadeleye sahne olacak. Futbol dünyasının en önemli rekabetleri ve derbileri söz konusu olduğunda her daim kendisine ilk 3'te sağlam bir yer bulan, hatta bir çoğumuza göre açık ara birinci sıradaki Boca-River maçı, NTVSpor tarafından canlı olarak ülkemizde de yayınlanacak. Gerçi Beşiktaş maçının ikinci yarısı ile çakışıyor ama bu maçı seyretmeyen bir futbolsever, futbolsever olabilir mi? Cevabı belli olan bir soru...

Nike'tan güzel hareket

Spor ekipman ve kıyafetleri dendiğinde ülkemizde akla ilk gelen markalardan biri olan Nike, bilindiği gibi millî takımımız ekseninde "Amansız Ol!" sloganlı bir reklam filmi yaptı bir süre önce. Şimdi ise Türkiye'de 5 ili kapsayacak şekilde bir halı saha futbol turnuvası düzenliyor; adı "Asla Pes Etme". Halı sahalar, futbolcu olmayı hayal ederek büyümüş her çocuğun oynadığı, bu hayaline türlü sebeplerden ulaşamamış milyonlarca "kaymış" yeteneğin de futbola karşı beslediği sınırsız sevgi ve ilgisini tatmin ettiği mecralar olarak çok önemli bir yer teşkil ediyor bu ülkede. Amerikan filmlerindeki tek pota basketbol sahaları neyse, bizim kültürümüzde halı saha odur. Mesela ben hayatım boyu şunu söyledim: Fanatik bir Fener ve Liverpool taraftarıyım ama bu ikisinin farklı kazandığı bir derbi maçta aldığım keyiften daha fazlasını, çekişmeli ve kaliteli bir halı saha maçında oynarken alıyorum, bu derece. Hele defansta oynarken topla beraber sol iç koridorundan çıkıp sağ ayak içi ile uzak köşeye yapılmış bir plase ve akabinde gelen gol (ya da hatta bir direkten dönme sesi) kadar ne zevk verebilir bir Türk evladına?

Neyse, turnuvaya dönelim. İstanbul, Ankara, İzmir, Trabzon ve Çorlu'da yapılacak olan ön elemeler sonucu 22 Haziran'da İstanbul'da çeyrek finaller ve finaller var. Katılmak için son tarih 30 Nisan. Yapılması gereken ise nikefootball.com adresinden ön kayıt formunu doldurup en yakın Nike kayıt noktasına giderek 80 lira yatırmak. 6 as ve 2 yedek şeklinde olacak takımlar. Ayrıntılı bilgi yine aynı adresten temin edilebilir. Netice itibarıyla gerçekten de güzel bir hareket, Nike'ı tebrik ediyoruz.